Onlar Artık Rejim Muhafızları

Düzenlemenin hemen her maddesine sirayet etmiş olan anlayış şu: Kolluk kuvvetleri olmasa, her an herkes suç işleyebilir. Dolayısıyla kolluk kuvvetlerinin görevi suçu oluşmadan önlemesidir. Bu yaklaşım aynı zamanda toplumun tüm yaşam alanlarında devlet denetiminin, baskı gücünün yerleşiklik kazanması anlamına geliyor.

Bekçiler yasası geçtiğimiz hafta meclisten geçerek yasalaştı. Yasayla birlikte bekçilik kurumu polis ve jandarma teşkilatı sonrası üçüncü bir silahlı kolluk birimi olarak kurulmuş oluyor. Verilen geniş yetkilerle birlikte isimleri halen bekçi olsa da, artık bu teşkilata mensup kişiler, bilinen bekçilik kurumunun çok ötesinde yasal yetkilere sahip oldular.

Bekçilerin, kendilerine verilen yasal yetkilerle birlikte artık rejimin muhafızları olduklarını iddia etmek yanlış olmaz. Silah kullanma yetkilerine sahip olmaları düzenlemenin en önemli maddesini oluşturuyor. Bekçiler bu yetkiyle birlikte artık bilinen anlamdaki bekçilik olgusundan uzaklaşıyor. Diğer yetkilerle, dönüşüm halindeki rejimle, devlet geleneğiyle, krizlerle, iktidar içerisindeki çelişkilerle birlikte düşünüldüğünde ve hele ki yasa değişikliğinin virüs arasından sonra tekrar açılan meclise alelacele getirilme biçimiyle düşünüldüğünde, bekçilik makamından özellikle Erdoğan’ın murat ettiği şeyin şekli az çok ortaya çıkıyor.

Verilen yetkiler arasında yer alanların bazıları şöyle: şüpheli durum veya kişileri genel kolluk birimlerine bildirmek, kamu düzenini bozacak mahiyetteki gösteri, yürüyüş ve karışıklıkların önlenmesi amacıyla genel kolluk kuvvetleri gelinceye kadar önleyici tedbirleri almak(vurgu bize ait), uyuşturucu madde imal edildiği, satıldığı veya kullanıldığından, kumar oynandığından ya da fuhuş yapıldığından şüphe edilen yerleri genel kolluk birimlerine bildirmek. Ayrıca bekçilerin herhangi bir bireyi durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için makul bir sebebin bulunması gerekeceği de yasal düzenlemede yer alıyor.

Erdoğan’ın İhtiyacı

Her şeyden önce bekçilik içişlerine bağlı üçüncü bir silahlı kolluk kuvvet olarak yer almış oluyor. Polis ve jandarma dışındaki bu üçüncü kolluk kuvvet, denge kaybı yaşayan ve şiddet politikalarıyla ayakta kalabilen Erdoğan’ın kurmak istediği rejimin muhafızlığını üstleneceğini iddia etmek uç bir iddia olmaz. Bir türlü ezilemeyen “halk” pürüzünün kolluk şiddeti yoluyla baskı altında tutulmak istendiği anlaşılıyor. Sahip olunan polis ve jandarma kolluk kuvvetleri, mahalle aralarına, sokaklara, yani toplumunu yaşam alanlarının en uç noktasına her zaman hâkim olamıyor. Düzenlemenin, mahalleleri sürekli denetim altında tutmak amacı taşıdığı görülüyor. Düzenleme işsizlik, yoksulluk, pahalılık koşulları altında yaşamlarını sürdürmeye çalışan halkın olası bir isyanını önleyici tedbirler içeriyor.

Diğer yandan Erdoğan’ın kendine ait partizan bir kolluk kuvvete duyduğu ihtiyaç yalnızca halk dinamiğinin varlığından kaynaklanmıyor. Bu yapılanma ihtiyacı, devlet içerisinde ittifak halinde olan, ancak fırsat buldukça da birbirleriyle didişen fraksiyonların mücadelesiyle de ilgili. TSK ve polis teşkilatı içerisindeki konumlarını arttıran MHP, Soylu-Ağar gibi figürler, bir yandan Erdoğan ile “devletin bekası” ittifakı yapıyorlar. Ama Erdoğan’ın temsil ettiği klikle tarihsel husumetleri de olan bu klikler Erdoğan tarafından bir diğer tehdit unsuru olarak görülüyor olmalı.

Geçtiğimiz ay “tek başına iktidar” sevdasına tutulan Bahçeli, “istifa blöfü” ile koalisyon içerisindeki konumunu biraz daha iyileştiren Soylu gibi tehdit unsurları, aynı zamanda devletin şiddet aygıtları olan ordu ve polis içerisinde teşkilatlanmalara sahipler. Hassas dengeler üzerine kurulu ittifakların her an bozulabileceği, yüksek gerilimin kestirilemeyecek sonuçlar yaratabileceği gerçeğinden hareketle Erdoğan, özellikle kendisine bağlı bir silahlı güç ordusu tahkim etmek zorunda idi.

Polisin Takdiri: George Floyd Örneği

1934 tarihinde kabul edilen ve 2007 yılında revize edilen Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun 16. maddesinde polise verilen takdir yetkisi şu şekilde tanımlanıyor:

Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder.[1]

Burjuva hukuk düzeninde yasalarda yazılanlardan çok daha fazlası vardır ve bu fazlalıklar bizlere söylenmezler. Takdir yetkisinin doğası bunlardan bir tanesidir. Takdir yetkisi tepeden tırnağa örgütlenmiş bir devletin yeniden ve yeniden ürettiği tüm tahakküm biçimlerini içerir örneğin, ama bunu hiçbir yasa maddesinde göremezsiniz. Devlet, bir sınıfın bir diğeri üzerindeki sınıf tahakkümünün, bir etnik kimliğin bir diğerine tahakkümünün, bir inancın bir diğerine karşı olan tahakkümünü, bir cinsiyetin bir diğerine olan tahakkümünün her gün yeniden ve yeniden üretildiği, fetiş bir kurumdur. Bu yeniden üretim tepeden tırnağa tüm devlet kurumlarının özünde vardır. Takdir yetkisi denilen şey de bu öze sahiptir.

Polisin kullandığı araç ve gereç(!) ile kullandığı zorun derecesi, bunları kime karşı kullandığına bağlı olarak değişir. Kılık kıyafeti düzgün ve varlıklı görünümlü bir kişiye yönelik muamele ile kılık kıyafeti eski ve yoksul bir bireye yönelik muamele arasında takdir farkı vardır (sınıfsal). Türk bir kişiye yönelik muamele ile Kürt bir kişiye yönelik muamele arasında takdir farkı vardır (etnik). Sünni bir kişiye yönelik muamele ile Alevi bir kişiye yönelik muamele arasında takdir farkı vardır (dinsel). Erkeğe yönelik muamele ile kadına yönelik muamele arasında takdir farkı vardır(cinsel). Yaşam tarzı itibari ile iktidarın dayattığı yaşam tarzının haricinde bir yaşam tarzına sahip olan bir kişiye yönelik muamele de farklıdır. Takdir yetkisi, kısacası, doğası gereği ayrımcıdır ve bu, kolluk kuvvetlere verilecek “eğitimle” giderilebilecek bir şey değildir. Çünkü devlet dediğimiz şey nesnelleşmiş tahakküm ilişkilerinden meydana gelir.

Bu yalnızca ülkemizde değil, dünyanın her yerinde böyledir. Bunun son dönemlerde en bariz örneğini George Floyd cinayetinde gördük. George Floyd cinayetinde ABD polisinin kullandığı takdir(!) ölümcül idi. Haberlerde hiçbir zaman beyaz, orta ya da üst sınıftan birine polisin sert muamelesini duymayız. Polis ölümcül takdir yetkisini hep yoksullara, göçmenlere, siyahilere karşı kullanır ABD’de.

Türkiye’de de polisin ırkçı olup olmadığı ile ilgili tartışma George Floyd’un ölümü sonrası epey gündemde oldu. Devletin tahlilini maddeci bir yöntemle yaptığımızda, polisin ırkçı olmadığını savunanların idealist bir safsatayı savunduklarını görürüz. Polisler ya da kolluk kuvvetler tek tek bireyler olarak değil, kurumsal olarak ırkçıdır, ayrımcıdır. Şimdi o teşkilat mahallelerimize girdi. Partizan silahlı kuvvetler bizlere karşı kullanabilecekleri geniş yetkilere sahipler.

Düzenlemenin hemen her maddesine sirayet etmiş olan anlayış şu: Kolluk kuvvetleri olmasa, her an herkes suç işleyebilir. Dolayısıyla kolluk kuvvetlerinin görevi suçu oluşmadan önlemesidir. Bu yaklaşım aynı zamanda toplumun tüm yaşam alanlarında devlet denetiminin, baskı gücünün yerleşiklik kazanması anlamına geliyor.

[1]https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.3.2559.pdf