Fuwa’nın Lenin Eleştirisi Bağlamında Marx, Engels ve Lenin’de Demokratik Cumhuriyet

El Yazmaları’nın Notu: Lenin’in 150. doğum günü vesilesiyle yazarımız Caner Malatya 2018 Marksizm Sempozyumu’nda sunduğu ‘Japon Marksizmi ve Demokratik Cumhuriyet Tartışmaları’ başlıklı bildiriyi El Yazmaları için revize etti. Yazıyı siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

Uzun yıllar kapitalizmin en önemli merkezlerinden biri olan Japonya’daki devrimci mücadeleye ve tartışmalara dair bilgilerimiz oldukça kısıtlı olagelmiştir. Bununla birlikte hem internetin sağladığı olanaklar hem de yayımlanan çeşitli kitaplar bu kısıtlılığı aşmamızı sağlıyor.

Yayımlanan kitaplardan biri ise uzun yıllar boyunca Japon Komünist Partisi’nin (JKP) üst düzey yöneticilerinden biri olan Tetsuzo Fuwa’nın Lenin’in Devlet ve Devrim Eserine Eleştirel Bir Yaklaşım isimli (alt başlığı Marx ve Engels’te Barışçı Devrim ve Demokratik Cumhuriyet) eseri.

Bu yazımızda kitaptan yola çıkarak, Fuwa’nın Marx ve Engels’ten alıntılayarak ortaya koyduğu Demokratik Cumhuriyet kavramına Marx, Engels ve Lenin’in metinleri aracılığıyla eleştirel bir yaklaşım sergileyeceğiz. Bununla birlikte Marx, Engels ve Lenin’in metinlerinin farklı tarihsel bağlamlarda farklı içerikler kazandıklarını göz ardı etmeksizin daha çok ortak noktalarını öne çıkartan bir yaklaşım sergileyerek, Marksizm’deki Demokratik Cumhuriyet kavramına ve devlet aygıtının Demokratik Cumhuriyet’teki biçimine yönelik bir görüş ortaya koymaya çalışacağız. Böylece ülkemizde çeşitli biçimlerde tartışılan Demokratik Cumhuriyet meselesine katkı sunmayı amaçlamaktayız.

Öncelikle JKP ile Tetsuzo Fuwa hakkında bilgi vermeliyiz.

JKP ve Tetsuzo Fuwa

Meiji Restorasyonu sonrası 1890’lı yıllarda Marksist yazın ülkeye girmeye başlar ve okuma grupları oluşturulur. 1917 Ekim Devrimi’nin de etkisiyle JKP, 15 Temmuz 1922’de kurulur. 1920-30’lardaki baskılar nedeniyle parti siyasal alanda etkili olamasa da özellikle ekonomi bölümünde okuyan üniversiteli öğrenciler arasında yaygınlaşır. 1945 sonrasında canlanan parti 1950’de ikiye bölünür. Bölünme nedeni ise Stalin’in Çin Devrimi’nin başarılı olmasından sonra JKP’yi Çin Komünist Partisi gibi silahlı mücadele etmesi için zorlamasıdır. Bu ayrışma sonrası “Tokuda-Nosaka Grubu” olarak bilinen grup Pekin’de bir üs kurar ve “Askeri Yönelim” adını verdiği mücadelesine başlar.[1] Bu grup bir süre sonra etkisini yitirirken diğer grup yasal alanda mücadeleye yönelir. Yasal alanda faaliyet gösteren JKP 1946-1972 arasındaki seçimlerde yüzde 2 ila 6, 1972-2017 arasındaki seçimlerde yüzde 7 ila 10 arasında oy alır. Partinin yüzde 10’un üzerinde çıktığı üç seçim vardır: 1996’da yüzde 13, 2000’de yüzde 11, 2014’te yüzde 11,4 oy alır.

1930 yılında Tokyo’da doğan Tetsuzo Fuwa ise 1970 yılında JKP parti sekretaryası başkanı, 1982’de Merkez Komite Yürütme Kurulu Başkanı, 2000’den 2006’ya kadar JKP Merkez Komitesi Başkanı olmuştur.[2]

SSCB’ye karşı genellikle olumsuz bir tavır sergileyen Fuwa, 2002 yılındaki bir konuşmasında Çin, Küba ve Vietnam’ın uyguladığı piyasa sosyalizmini Lenin’in önerdiğini, Stalin’in ise bunu reddettiğini ileri sürer. Devamında Fuwa JKP’nin siyasette ve ekonomide geniş kapsamlı değişiklikler elde etme ve sosyalist değişimler yerine kapitalizm çerçevesinde demokratik değişimler arama mücadelesinde olması gerektiğini söyler. [3] Fuwa’ya göre sosyalizm çok sayıda siyasi partinin varlığına izin veren bir siyasi sistem ve seçimler yoluyla hükümetin değiştirilmesini ve satılacak veya satın alınacak malları seçme özgürlüğünü garanti eden bir piyasa ekonomisini içerir. [4]

Fuwa, barışçıl bir yolla gerçekleşecek olan Demokratik Cumhuriyet’te, özellikle devlet kurumlarının yıkılmasına gerek olmadığını, gerekli değişiklikler yapılmasının yeterli olacağını belirtir.

Fuwa’nın Marks ve Engels Bağlamında Lenin Eleştirisi

Fuwa, Lenin’in “Devlet ve Devrim” eserine eleştirel bir yaklaşım getirirken, Marx ve Engels’in Demokratik Cumhuriyet’e dair görüşlerini ortaya koyarak bu yaklaşımını temellendirmeye çalışmış.

Fuwa’ya göre Marx ve Engels, sınıf savaşımının şiddete dayalı olarak değil, barışçıl bir şekilde gelişim gösterdiğini ifade etmektedir. Buna göre parlamento, genel oy hakkı gibi yasal kazanımlar oldukça önemlidir. Nitekim Marx ve Engels, demokratik haklar için mücadeleyi de araçtan çok amaç olarak görmüşlerdir. Fuwa’ya göre Komünist Manifesto’da burjuvazinin zorla devrilmesinden bahsediliyordu, çünkü o zaman genel oy hakkı olmadığı için şiddetten başka yol yoktu.[5]

Marx, New York Daily Tribune gazetesinin 25 Ağustos 1852 tarihli sayısındaki “Çartist” başlık makalesinde şöyle yazar: “İngiltere’de genel oy hakkının gerçekleşmesi bu yüzden, bu kıtada daha önce sosyalizm adına onurlandırılmış her şeyden daha ileri bir sosyalist adım olacaktır. Bunun burada kaçınılmaz sonucu “işçi sınıfının siyasi üstünlüğüdür.” Fuwa’ya göre Marx’ın bu düşüncesi geliştirilecek olursa, işçi sınıfının bir çoğunluk haline gelebileceği koşulların bulunduğu başka ülkelerde de genel oy hakkı ve seçim yoluyla işçi sınıfının siyasi iktidarı kazanma yolunu açabilir.[6]

Marx’ın New York’taki The World adlı gazetenin Londra muhabiri R. Landor’a Temmuz 1871’de verdiği röportajı ve 8 Eylül 1872’de Lahey’de Enternasyonal’in kongresinde yaptığı konuşmayı örnek gösteren Fuwa, Marx’ın barışçıl yollarla yapılacak devrimi dışlamadığını, bunun için gerekli koşulların, kurumların, gelenek ve göreneklerin olduğunu belirttiğini söyler.[7] Bununla birlikte Fuwa, Marx’ın şiddete dayalı yolu tamamen reddetmediğini, özellikle ABD İç Savaşı’nı da örnek göstererek bir noktada şiddetin kaçınılmazlığını vurguladığını belirtir. Fakat Marx’ın esas olarak parlamenter yoldan devrime önem verdiğini belirtmeyi sürdürür.[8]

Fuwa’ya göre meclis yeterli güce sahip olduğu koşullarda parlamenter yoldan devrime gitme olasılığı vardır ve “sosyal iktidarı o anda elinde bulunduranlar tarafından zorla engellenmezlerse” devrimin barışçıl yoldan zafere ulaşması mümkündür.[9]

“Kesinliği açık olan bir şey varsa, o da, partimizin ve işçi sınıfının egemen duruma ancak Demokratik Cumhuriyet biçimi altında gelebilecekleridir. Hatta, Demokratik Cumhuriyet, Büyük Fransız Devrimi örneğinin gösterdiği gibi, proletarya iktidarının özgül bir biçimidir de.” [10] Fuwa’ya göre ise Engels’in buradaki Demokratik Cumhuriyet tanımı parlamenter Demokratik Cumhuriyet’tir. Bu nedenle Engels burada da oy hakkına dayalı, parlamentoda çoğunluğu kazanarak iktidarı alma olasılığını kabul etmiş ve böylece şiddete dayalı devrimi reddetmiştir.[11]

Fuwa, barışçıl bir yolla gerçekleşecek olan Demokratik Cumhuriyet’te, özellikle devlet kurumlarının yıkılmasına gerek olmadığını, gerekli değişiklikler yapılmasının yeterli olacağını belirtir.

Fuwa, Marx’ın “İşçi sınıfı, hali hazırdaki devlet aygıtını basitçe öylece ele geçirip onu kendi amaçları için kullanamaz” sözünü şöyle anlıyor: İşçi sınıfı hali hazırdaki devlet aygıtını, işçi sınıfının çıkarlarına hizmet edebilir hale getirene kadar “değiştirmesi ve dönüştürmesi” ya da “uyarlama” işlemine tabi tutması gerekir. [12] Buna ek olarak Engels’in Nisan 1883’te Philipp Van Patten’e ve Ocak 1884’te Bernstein’a yazdığı mektuplarından alıntı yaparak devlet aygıtının “gerekli değişikliklerden” ve uygun bir biçimde “yeniden biçimlendirmeden” sonra kullanılabileceğini vurguladıkları söyler. [13] Marx ve Engels’in Komünist Manifesto’da “yıkmak” veya “havaya uçurmak” gibi ifadeleri kullanmayarak barışçıl ve yasal araçlarla devlet aygıtını yeniden inşa etmenin mümkün olabilirliğini ifade etmişlerdir. [14] Keza Engels’in Fransa’da İç Savaş eserinin 1891 baskısına yazdığı önsözde “yıkmak” değil de “en kötü yanlarını kesip atmaktan” bahsetmesi de bunun göstergesidir. [15]

“Kuşkusuz, böylesi bir anda, bütün teorisi İngiltere’nin iktisadi tarihinin ve durumunun ömür boyu süren bir incelemesinin ürünü olan ve bu incelemeden, İngiltere’nin, en azından Avrupa’da, kaçınılmaz toplumsal devrimin tümüyle barışçıl ve yasal araçlarla gerçekleştirilebileceği tek ülke olduğu sonucunu çıkarmış bulunan bir adamın sesine kulak verilmeli. Elbette İngiltere’nin egemen sınıflarının, bir “proslavery rebellion” çıkarmadan bu barışçıl ve yasal devrime boyun eğmesini neredeyse hiç beklemediğini eklemeyi asla unutmadı”[16] Engels’in Kapital’in 1. Cildine yazdığı bu önsözdeki “barışçıl ve yasal araçlar” vurgusuna dayanan Fuwa barışçıl mücadeleyi esas almaya devam eder. [17]

Fuwa’nın Lenin’e yönelik ilk eleştirisi ise şiddete dayanan devrim kavramı üzerinedir. Fuwa, Lenin’in şiddete dayalı devrimin kaçınılmazlığı teorisinin özel ve ayrıksı bazı koşullarda geçerli olduğunu belirtir.[18]

Fuwa, Lenin’in Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı döneminde yaşadığı için, özel durumlar dışında, barışçıl gelişimden çok şiddete dayalı devrime önem verdiğini ve Marx ile Engels’i de bu bağlamda okuduğunu belirtir. Diğer yandan Lenin’in, Marx ve Engels’in barışçıl gelişim ve Demokratik Cumhuriyet’e verdiği önemi gösteren metinleri okuma fırsatını da bulamadığını belirtir.

Fuwa, Lenin’in parlamentoyu ortadan kaldırmak istediğini fakat temsiliyeti ve seçimleri kaldırmak istemeyerek çelişkiye düştüğünü ifade etmektedir. Lenin’in Bolşeviklerin Duma çalışmalarına yaptığı katkıları sunarak Lenin’in demokratik mücadeleye verdiği önemi gösterip, şiddete dayalı devrim teorisinin konjonktürel bir tercih olduğunu vurgulamaktadır.

Marx ve Engels’te Genel Oy Hakkı ve Parlamento

Fuwa’nın Marx ve Engels’e yaklaşımını çeşitli alıntılarla tekrardan gözden geçirmekte fayda var.

Öncelikle genel oy hakkı mücadelesi ve parlamenter mücadeleye yönelik yaklaşımı ele alalım. Evet, Marx ve Engels’in genel oy hakkı mücadelesinde sonuna kadar gidilmesini ve kimi yerlerde bunun esas alınması gerektiği vurgusunu yaptıklarına şüphe yok:

“Ama genel oy hakkı, cumhuriyetçi beyefendilerin düşündüğü gibi mucizeler yaratan bir maden arama çubuğu olmasa bile, sınıf mücadelesinin zincirlerini çözmek; burjuva toplumunun farklı orta katmanlarının, yanılsamalarını ve hayal kırıklıklarını hızla yaşayıp geride bırakmalarını sağlamak; (monarşi kendi sayım yöntemiyle burjuvazinin yalnızca belirli kesimlerinin kendilerini rezil etmesini ve diğerlerinin sahnenin arkasında gizlenmesini sağlar ve sahne gerisindekileri bir ortak muhalefetin halesiyle çevrelerken) egemen sınıfın tüm kesimlerini tek bir hamleyle devlet sahnesinin üzerine fırlatmak ve böylece aldatıcı maskelerini indirmek gibi çok daha büyük meziyetlere sahipti.”[19]

Engels’in Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’ne yazdığı Önsöz’de oy hakkına büyük bir paye biçtiği de malumdur:

“Ve genel oy hakkının, kendimizi üç yılda bir saymamızı mümkün kılmaktan; oy sayısının düzenli olarak saptanan beklenmedik hızdaki yükselişiyle orantılı olarak işçilerin zafere olan inancını ve düşmanın korkusunu artırmaktan ve böylece en iyi propaganda aracımız olmaktan; hem kendi gücümüz hem de tüm düşman partilerin güçleri hakkında bizi eksiksiz şekilde bilgilendirerek ve böylece eylemlerimiz için benzersiz bir ölçüt sunarak bizi zamansız çılgınlıklar kadar zamansız çekingenliklerden de korumaktan başka hiçbir yararı olmasaydı, oy hakkının bize yararı bundan ibaret kalsaydı bile, bu hak yeterli olmanın fazlasıyla ötesine geçmiş olurdu. Ama çok daha fazlasını yaptı. Seçim propagandası yaparken, henüz uzağımızda duran halk yığınlarıyla temas kurmamız ve tüm partileri saldırılarımız karşısında kendi görüşlerini ve eylemlerini tüm halkın önünde savunmaya zorlamamız için benzersiz bir araç sundu.”[20]

Fakat Engels’in bu cümlelerin ardından eklediği cümleler onun tamamen “barışçıl” olmadığını göstermektedir: “Bu söylenenler, sokak savaşının gelecekte herhangi bir rol oynamayacağı anlamına mı geliyor? Kesinlikle hayır. Sadece, 1848’den bu yana, koşulların sivil savaşçılar için çok daha elverişsiz, askerler için çok daha elverişli hale geldiği anlamına geliyor. Dolayısıyla, gelecekteki bir sokak savaşı, ancak, durumun bu elverişsizliğinin başka unsurlar tarafından dengelenmesi halinde zafere ulaşabilir. Bu nedenle, büyük bir devrimin başlangıcında, bu devrimin ileri aşamalarıyla karşılaştırıldığında daha az görülecek ve daha büyük güçlerle yürütülmesi gerekecek. Ama bu güçler, büyük olasılıkla, tüm Büyük Fransız Devrimi boyunca ve 4 Eylül ile 31 Ekim’de Paris’te olduğu gibi, açık saldırıyı pasif barikat taktiğine tercih edecek.” [21]

Buna ek olarak Marx “yasal zaferlere” yönelik uyarısını da 1848 Devrimi’nden alınan dersle sarih bir şekilde ortaya koymuştur: “10 Mart zaferi kesin bir zafer olmaktan çıktı; karar günü bir kez daha ertelendi, halkın enerjisi boşaltıldı. Ve halk, devrimci zaferler yerine yasal zaferlere alıştı.” [22]

Genel oy hakkının nerede nihayete varacağını ise yine Marx açıkça ortaya koyar: “Genel oy hakkı, görevini tamamlamıştı. Halkın çoğunluğu, devrimci bir dönemde genel oy hakkının sunabileceği tek şey olan geliştirme okulundan geçmişti. Bir devrim ya da gericilik tarafından kaldırılmak zorundaydı.” [23]

Sonuç olarak Marx ve Engels’in genel oy hakkını “amaç” değil “araç” olarak gördüğü barizdir.

Fuwa’nın ileri sürdüğünün aksine Marx ve Engels’in devlet aygıtının değiştirilmesini ve dönüştürülmesini değil, adının bile aynı kalmamasını ileri sürdükleri görülmekte.

Marx ve Engels’te Devlet Aygıtı

Devlet aygıtının değiştirilmesine gelirsek; devlete yönelik yaklaşım Komünist Manifesto’da sade bir şekilde ortaya konulmuştur: “Modern devlet iktidarı bütün burjuva sınıfının ortak işlerini yöneten bir kuruldan başka bir şey değildir.”[24]

Devlet aygıtının değiştirilerek kullanılması konusunda ise Marx pek de “iyimser” değil: “Ama işçi sınıfının hazır devlet mekanizmasına basitçe el koyarak onu kendi amaçları için kullanması mümkün değildir.” [25]

Engels de devlet aygıtının “yeniyi” kaldıracak bir yapıda olmadığını belirtir: “Kendilerini ve partiyi “bugünkü toplumun sosyalizmin içine doğru büyümekte olduğuna” ikna etmeye çalışanlar, kendilerine şunları sormuyor: Bu toplum, böyle yaparken, aynı derecede kaçınılmaz olarak kendi eski toplum yapısının dışına doğru büyümüyor mu ve bu eski kabuğu tıpkı yengecin kendi kabuğuna yaptığı gibi zorla parçalamak zorunda değil mi?” [26]

Bu nedenle Engels Bebel’e 1875’te yazdığı mektupta proletaryanın kullanacağı aygıtın “devletten” farklı olacağını ifade eder: “Proletarya, devleti kullanmaya devam ettiği sürece, onu özgürlük adına değil, hasmını bastırmak için kullanır ve özgürlükten söz edilebilecek duruma gelinir gelinmez, bu anlamıyla devletin varlığı son bulur. Bu nedenle, devlet sözcüğünün, her yerde, Fransızcadaki “komün” sözcüğünün yerini çok iyi bir şekilde tutabilecek eski ve güzel bir Almanca sözcük olan “Gemeinwesen” {topluluk} sözcüğüyle değiştirilmesini önerirdik.” [27]

Dolayısıyla Fuwa’nın ileri sürdüğünün aksine Marx ve Engels’in devlet aygıtının değiştirilmesini ve dönüştürülmesini değil, adının bile aynı kalmamasını ileri sürdükleri görülmekte.

Marx ve Engels’te Demokratik Cumhuriyet

Demokratik Cumhuriyet’in biçimine dair basit bir tanımı ise Engels’in 1892’de Giovanni Bovio’ya verdiği cevapta görüyoruz: “Marx ve ben, kırk yıldır, bıkmaksızın şunu tekrar ettik: Demokratik cumhuriyet, işçi sınıfı ile kapitalist sınıf arasındaki mücadelenin önce tam anlamıyla genelleşeceği ve sonra da işçi sınıfının kesin zaferi ile doruğuna ulaşabileceği tek siyasi biçim olabilir.” [28]

Burada Engels’in Demokratik Cumhuriyet’i tam anlamıyla bir burjuva cumhuriyet değil, işçi sınıfı ile burjuvazi arasında devam eden savaşımın bir başka veçhesi olarak gördüğü anlaşılıyor. Bu veçhede işçi sınıfı devleti değiştirerek veya dönüştürerek kullanamaz: “Son olarak, parlamenter cumhuriyet, devrime karşı yürüttüğü mücadelede, iktidar gücünün araçlarını ve merkezileşmesini baskı önlemleriyle artırmak zorunda gördü kendisini. Tüm devrimler, bu mekanizmayı kırmak yerine onu yetkinleştirdi. Dönüşümlü olarak iktidar mücadelesi veren partiler, bu devasa devlet yapısının ele geçirilmesini, kazananın en önemli ganimeti saydı.” [29]

Dolayısıyla Demokratik Cumhuriyet aşamasında da işçi sınıfının eski yönetim mekanizmasını ortadan kaldırmalı ve Paris Komünü’nden alınan dersin ışığında kendi iktidarını sağlamlaştıracak yeni bir mekanizmayı kurmaya başlamalıdır: “Komün, bir kez iktidara gelmiş olan işçi sınıfının eski devlet mekanizmasıyla yoluna devam edemeyeceğini daha en başta görmek zorunda kaldı; bu işçi sınıfı, daha yeni kazanılmış olan kendi iktidarını yeniden yitirmemek için, bir yandan o zamana kadar kendisine karşı kullanılmış olan baskı mekanizmasını ortadan kaldırmak, ama diğer yandan, istisnasız olarak tümünü her zaman görevden alınabilir ilan ederek temsilcileri ve memurları karşısında kendisini koruma altına almak zorundaydı.” [30]

Burada da Engels’in vurgularının bir özyönetim yüceltmesi olmaktan çok, sınıfının özgücüne dayanan ve bu özgücün sınıfın bütünü (veya olabildiğince çoğunluğu) tarafından tekrardan üretilmesini sağlayacak bir yapının (devlet mekanizmasından farklı bir “yapı”) kurulması üzerine olduğuna dikkat çekmek isterim.

Ortaya konulacak bu mekanizmaya tamamen işçi sınıfı hâkim olmalıdır: “Programa koyulabilecek ve söylenemeyenlere en azından dolaylı olarak işaret etme görevini üstlenebilecek olan şey, şu taleptir: “İlde, ilçede ve beldede, genel oy hakkıyla seçilmiş memurlar aracılığıyla eksiksiz özyönetim. Devlet ataması yoluyla gelinen tüm yerel makamların ve il makamlarının kaldırılması.” [31]

Lenin’de Demokratik Cumhuriyet

Lenin devlet aygıtına yaklaşım konusunda Marx ve Engels’in görüşlerini izlemeye devam eder: “[Oportünistler] Marx’a göre proletaryanın sadece yok olup giden bir devlete, yani hemen yok olup gitmeye başlayacak ve yok olup gitmeden edemeyecek şekilde kurulmuş bir devlete ihtiyaç duyduğunu ve ikincisi, emekçilerin ihtiyaç duyduğu şeyin bir “devlet, yani egemen sınıf olarak örgütlenmiş proletarya” olduğunu eklemeyi “unutuyorlar”.”[32]

Ek olarak Lenin, Marx’ın hali hazırdaki devlet aygıtına el konmasını değil parçalanması gerektiğini 1871’de İngiltere dışındaki diğer Avrupa ülkeleri için dediğini belirtir. Lenin’e göre o zaman İngiltere militarist klik ve büyük ölçüde bürokrasiden azade olduğu için Marx böyle demiştir. Fakat 1914-1917 arasında görüldüğü üzere militarist klik ve bürokrasi bu boşluğu doldurmuştur ve devlet aygıtı parçalanmalıdır der Lenin. [33]

Böylece Lenin’in, Fuwa’nın iddia ettiğinin aksine, Marx’ın “barışçıl gelişime” dair metinlerini okuduğunu görmekteyiz, Buna ek olarak Lenin’in “şiddet” vurgusunun 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın tarihselliğinden dolayı değil devlet yapısının “tamamlanması” üzerinden yaptığını görüyoruz.

Lenin buradan devam ederek burjuvazinin demokrasi ve devrimlerinin ilerlemesinin kendi çıkarlarına zararlı olacağını bildiğini, bundan dolayı da gerici güçlerle ittifak kuracağını belirtir. [34]

Bu nedenle proletarya, demokrasi için savaşımda ve bu savaşımın sonucunda oluşacak Demokratik Cumhuriyet’teki öncülüğü burjuvaziden almıştır. Fakat bu Demokratik Cumhuriyet’in hâlâ kapitalist düzen içerisinde olduğu uyarısını da ekler: “Biz, kapitalist düzende, proletarya için en iyi devlet biçimi olarak demokratik bir cumhuriyetten yanayız; ama en demokratik burjuva cumhuriyetinde bile halkın payına ücretli köleliğin düştüğünü unutma hakkına sahip değiliz.” [35]

Demokratik devrim için mücadele sadece konjonktürel veya belli bir coğrafyayla sınırlı bir mücadele değildir Lenin’de. Aynı zamanda sosyalist devrime giden bir sürekliliğin içerisindeki bir noktadır. İşçi sınıfının bilinçlenmesi ve örgütlenmesine giden yolda bir duraktır. Fakat devrimciler demokratik devrimin burjuva egemenliğini meşrulaştırdığını göz ardı etmeden, değişen sınıf karşıtlığı üzerinden mücadeleye devam etmelidirler. Lenin küçük-burjuvaların ve köylülerin devrimci çizgiye çekilmesinin gerekli olduğunu ve proletaryanın ve köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğün kurulmasının zorunlu olduğunu belirtir. [36]

Lenin bu düşüncenin Marx ve Engels’in temel düşüncesi olduğunu ifade eder: “Engels burada, Marx’ın tüm eserlerinin dokusunu ören temel düşünceyi, yani Demokratik Cumhuriyet’in proletarya diktatörlüğüne en yakın geçiş noktası olduğu düşüncesini üstüne basa basa tekrarlıyor. Çünkü böyle bir cumhuriyet, sermayenin egemenliğini ve dolayısıyla da kitlelerin ezilmesini ve sınıf mücadelesini hiçbir şekilde ortadan kaldırmaksızın, kaçınılmaz olarak bu mücadelenin öylesine genişlemesine, gelişmesine, açılmasına ve şiddetlenmesine yol açar ki, ezilen kitlelerin temel çıkarlarını karşılama olanağı doğar doğmaz, bu olanak kaçınılmaz olarak ve sadece proletarya diktatörlüğüyle, proletaryanın söz konusu kitlelere önderlik etmesiyle hayata geçirilir.” [37]

Lenin’in küçük-burjuvalar ve köylülerle ittifak kurma çabası savaşı kazanmaya yönelik “pragmatik” bir yaklaşımı değil sosyalist devrime yönelik sürekliliği içeren bir yaklaşımı barındırır. Nitekim küçük-burjuvaların ve köylülerin devrimden çıkarı olacağı için onların devrimci saflara çekilmesi çeşitli zorlukları da olsa gereklidir. Fakat bu küçük-burjuva ve köylüler içerisindeki karşı-devrimci unsurlara dikkat edilerek etkisiz hale getirilmeli ve yarı-proleter unsurlarla sosyalist devrime devam edilmelidir. Dolayısıyla devrimden sonra devrimi sönümlendirip uzlaştırmaya çalışanlara karşı devrimin ileri götürülmesi zorunludur.[38]

Bu süreçte devlet aygıtının yapılanması önem taşımaktadır. Fakat bu devlet elbette ki  “devletten” farklı olmalıdır: “Köylülerin bulunduğu her kapitalist ülkede (kapitalist ülkelerin çoğunda bulunurlar), bunların büyük çoğunluğu yönetim tarafından ezilmekte ve yönetimin yıkılması özlemini, “ucuz” hükümet özlemini duymaktadır. Bu, yalnızca proletarya tarafından gerçekleştirilebilir ve proletarya, bunu gerçekleştirerek, aynı zamanda devletin sosyalist yeniden yapılanmasına doğru bir adım atmış olur.” [39]

Bütün bunların gerçekleşmesi için ise kitlelere önderlik etme ve iktidarın alınması zorunludur. Lenin de “İki Taktik”te Yeni-Iskracıların muğlak, belirsiz kavramlar ve tanımlar kullanmasının ardında iktidarı alma ve kitlelere önderlik etme konusundaki isteksizlikleri yattığını belirtmektedir. [40]

Sonuç

Marksizm’de Demokratik Cumhuriyet, Fuwa’nın belirttiği üzere burjuva parlamenter sistemin en özgürlükçü ve demokratik halini değil; burjuvazinin üretimdeki konumunun önemli ölçüde tasfiye edildiği ve meta ekonomisinin devam etmekle birlikte işçi sınıfının üretime hakim olduğu, parlamento yerine işçi sınıfıyla birlikte anti-kapitalist alanlar tarafından tabanda oluşturulan örgütlenmelerin olduğu ve taban tarafından sürekli denetlenip değiştirilebilen (salt merkezi olan değil) merkezdeki bir meclisin olduğu bir yapılanmayı ifade etmektedir. Diğer yandan devlet aygıtı ise Fuwa’nın Marx ve Engels’ten alıntılarla vurguladığı gibi parçalanmayıp değiştirilip-dönüştürülecek bir aygıt değil; Marksizm’in devrimci niteliği gereğince parçalanıp dağıtılacak, işçi sınıfıyla birlikte anti-kapitalist alanların çıkarı doğrultusunda ve onlar tarafından oluşturulacak yeni bir (artık adı devlet olmayan) yapı olmalıdır. Bunun gerçekleşmesi için ise Lenin’in ısrarla vurguladığı üzere, kitlelere önderlik etmek ve iktidarı almak zorunludur. İşçi sınıfının öncülüğünde ve halkçı-demokrat-antikapitalist güçlerin ittifakıyla iktidarın alınması sonucunda oluşacak Demokratik Cumhuriyet, aynı zamanda sosyalizme doğru ilerleyiş açısından önemli bir ilk adım da olacaktır.

Dipnotlar:

[1] Tetsuzo Fuwa, “Two Centuries and Japanese Communist Party”, Japan Press Weekly, Ekim 2002, s. 9.

[2] Tetsuzo Fuwa, Lenin’in ‘Devlet ve Devrim’ Eserine Eleştirel Bir Yaklaşım, Marx ve Engels’te Barışçıl Devrim ve Demokratik Cumhuriyet, Çev. Deniz Kızılçeç, İstanbul, Canut Yayın Evi, 2015, s. 5.

[3] Fuwa, 2002, s. 15-16.

[4] Fuwa, 2002, s. 19.

[5] Fuwa, 2015, s. 75-76.

[6] Fuwa, 2015, s. 86.

[7] Fuwa, 2015, s. 90.

[8] Fuwa, 2015, s. 95.

[9] Fuwa, 2015, s. 106.

[10] Friedrich Engels, Karl Marx, Gotha ve Erfurt Programları Üzerine, Çev. Erkin Özalp, İstanbul, Yordam Kitap, 2017, s. 99.

[11] Fuwa, 2015, s. 59.

[12] Fuwa, 2015, s. 51.

[13] Fuwa, 2015, s. 54.

[14] Fuwa, 2015, s. 56.

[15] Fuwa, 2015, s. 57.

[16] Karl Marx, Kapital 1. Cilt, Çev. Mehmet Selik, Nail Satlıgan, İstanbul, Yordam Kitap, 2018, s. 38.

[17] Fuwa, 2015, s. 112.

[18] Fuwa, 2015, s. 39.

[19] Karl Marx, Fransız Üçlemesi, Çev. Erkin Özalp, İstanbul, Yordam Kitap, 2016, s. 58-59.

[20] Marx, 2016, s. 27.

[21] Marx, 2016, s. 30.

[22] Marx, 2016, s. 128.

[23] Marx, 2016, s. 130.

[24] Friedrich Engels, Karl Marx, Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar, Çev. Nail Satlıgan, İstanbul, Yordam Kitap, 2015, s. 24.

[25] Marx, 2016, s. 308.

[26] Engels, Marx, 2017, s. 97.

[27] Engels, Marx, 2017, s. 52.

[28] August H. Nimtz, Demokrasi Savaşçıları Olarak Marx ve Engels, Çev. Can Saday, İstanbul, Yordam Kitap, 2012, s. 382.

[29] Marx, 2016, s. 236.

[30] Marx, 2016, s. 265.

[31] Engels, Marx, 2015, s. 102.

[32] Vladimir İlyiç Lenin, Devlet ve Devrim, Çev. M. Halim Spatar ve Celal Üster, İstanbul, Yordam Kitap, 2016, s. 39.

[33] Lenin, 2016, s. 56.

[34] Lenin, 1978, s. 51.

[35] Lenin, 2016, s. 33-34.

[36] Vladimir İlyiç Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal-Demokrasinin İki Taktiği, Çev. Muzaffer Erdost, Ankara, Sol Yayınları, 1978, s. 46, 47, 58, 59.

[37] Lenin, 2016, s. 94.

[38] Lenin, 1978, s. 106-109.

[39] Lenin, 2016, s. 63.

[40] Lenin, 1978, s. 39-42.