Hegemonya, Tahakküm ve Erdoğan’ın İktidardaki 18 Yılı

Bu gidişi durdurabilecek ve tersine çevirebilecek önemli bir güç, hem iktidar koalisyonunu hem de sermayeyi sıkıştırmaya devam ediyor. Gezi direnişi ile iktidar blokunun hegemonyasını sarsan toplumsal dinamikler önemli bir iktidar alternatifi olma özelliğini koruyor.

“Diyalektik olarak hegemonya tahakkümle bir zıtlık içerisinde bulunsa bile esasta zor ve rıza, tahakküm ve hegemonya yan yanadır. Devlet aygıtının zorlamalarına karşın ekonomik ilişkilerin yeniden düzenlenmesini sağlayan hegemonya, bir yandan zorlamayı geri plana iterken aynı zamanda onun gizlenmesini sağlar. Zira devlet, zorlama aygıtlarını gerektiğinde hegemonik sistemi tekrar sağlamak, korumak ya da direnenleri baskı altında bulundurabilmek için ileri bir tarihte kullanmak üzere saklar.” 

Gramsci

Osmanlı’nın son döneminden itibaren siyasette etki alanı genişleyen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru olarak uzun yıllar egemenliği elinde tutan TSK, halk muhalefetinin sermayeyi yıkıcı etkilerine karşı sermayenin varlığının güvencesiydi.

Ülkenin kurucu unsuru olmasıyla egemen ideoloji içinde yoğun bir meşruiyet alanı sağlayan TSK, hegemon güç olarak ülke siyasetini belirliyordu.

Halk muhalefetinin yükseldiği, devrimci durumların ortaya çıktığı dönemlerde de yönetime el koyarak sermayenin ihtiyacı olan “düzeni” tesis ediyordu. Ülkenin egemen gücü olarak ciddi bir güç alanını tutarken, önemli bir maddi pay da alıyordu.

Sermaye geliştikçe kendi mutlak egemenliğini tesis etme ihtiyacı yönünde hareket etti. Kemalist İslam anlayışından kopuşarak küresel sermaye ile uyumlu hale getirilmiş bir İslam anlayışını savunan AKP ile ittifak kurdu.

Büyük sermaye güçlerinin desteği ile iktidara gelen AKP, iktidara gelirken Osmanlı’nın son dönemlerinden günümüze kadar gelen ordu merkezli eski devlet rejimini dönüştürerek sermayenin tam egemenliğini sağlamayı vadetmişti.

Erdoğan Öncülüğündeki AKP, Eski Devlet Rejimini Tasfiye Etti

AKP lideri Erdoğan, Cemaat ile yaptığı ittifakla birlikte ordu merkezli eski devlet rejimini dönüştürmeyi başarınca bunun yerine kendisinin Reis olduğu özel bir sermaye egemenliği kurmak istedi.

Bu süreçte AKP içinde de kendisiyle eş değer güçlere sahip isimleri de tasfiye ederek parti içinde kendi mutlak egemenliğini kurdu.

Ordu merkezli eski devlet geleneğinin baskısına maruz kalmış dindar kesimin konsolidasyonunu sağlayarak toplumsal bir güç alanına yaslandı.

Bu toplumsal kesimin İslami kodları ile kurmaya çalıştığı yeni rejimi bütünleştirdi.

Kendi egemenliğine uygun bir ideoloji tesis etmek için kendi İslam yorumunu dayattı.

Hegemonyasını kurumsallaştırmak için, Cemaat’in de yardımıyla eski rejimin devlet kurumlarını kendi kurmaya çalıştığı rejime uygun hale getirdi.

Erdoğan, kendi Reis-Saray rejimini kurumsallaştırmak isterken bu konuda büyük sermaye güçleriyle uzlaşamasa da sermayenin ihtiyaç duyduğu ekonomik dönüşümleri bütünüyle yerine getirdi.

Bu süreçte sosyal devlet uygulamaları tasfiye edilerek sermayeye yeni kar alanları açıldı.

Sermaye, neoliberal dönüşümlerle, özelleştirmelerle, kamu kaynaklarının patronlara aktarılmasıyla, devlet ihaleleriyle, kentsel dönüşümlerle muazzam bir kar etti.

Üretime değil, sömürünün arttırılmasına, ranta ve talana dayanan ekonomik büyüme yaratıldı. Bu yolla AKP rejimi ile doğrudan iç içe olan yeni bir burjuvazi de yaratılarak palazlandırıldı.

Yaratılmaya Çalışılan Yeni Toplum

Erdoğan, iktidarını kurumsallaştırmaya çalışırken, sermayeyle uyumlu, yeni muhafazakâr aile biçimlerine dayanarak, iktidar kodlarına uygun, yeni bir toplum yaratma yoluna gitti.

Oluşturmaya çalıştığı bu yeni kültür ve toplum biçimi ile toplum içinde hegemonyasını derinleştirmeyi amaçladığı söylenebilir.

Ayrıca, neoliberal uygulamalar derinleştirildikçe yoğunlaşan yoksulluk ve sosyal devlet uygulamalarının tasfiyesi kadınların ücretsiz ev emeğine daha çok dayanmayı gerektirdi. Ev eksenli, esnek çalışma rejimleri de patriyarkadan güç alıp kadınlara dayatılarak, kadınları ailelerin içine daha çok hapsetti.

Sermayenin güncel ihtiyaçları ve Erdoğan iktidarının muhafazakâr erkek kodlara dayanması, kadın düşmanı söylem ve politikalarda ciddi bir artışa yol açtı.

İktidar, ürettiği işçi, kadın ve doğa düşmanı politikaların yarattığı öfkeyi, Erdoğanist bir İslam temelinde yaratılan toplumsal bir ortaklık üzerinden yarattığı hegemonya ile dengeledi.

Bu süreçte devlet ihaleleri ile palazlandırdığı kendisine doğrudan bağımlı bir burjuvaziyi güçlendirdi. Yeni muhafazakâr vurguncu sınıf yaratarak bir çıkar ortaklığı kurdu. Yarattığı bu sosyal sınıflara da dayanarak hegemonyasını korumaya çalıştı.

Gezi ile Yükselen Halk Muhalefeti

İktidarını sağlamlaştırabilmek için kutuplaştırdığı toplum içinde, bir kesimin rızasını alabilen Erdoğan, dayattığı yaşam tarzını kabul etmeyen laik toplumsal güçlerin tepkisiyle karşılaştı.

Bu süreçte neoliberal dönüşümlere, işçilere yönelik örgütsüzleştirmeye, esnekliğe ve güvencesizliğe, doğanın talanına, kadın ve çocuk düşmanı politikalara karşı çıkan geniş bir halk kitlesi de oluştu.

Erdoğan, iktidarını dayandırdığı muhafazakâr kitleyle arasında kurduğu din temelindeki bağa yaslanarak, kendisine karşıt olan kitleyi ötekileştirici bir siyaset izledi.

Ana akım medya kuruluşları ve sosyal medya trolleri ile ülke gündemiyle ilgili sanal bir gerçeklik yaratan iktidar, bu yolla da kitle konsolidasyonunu devam ettirdi. Ayrıca devletin tüm imkânlarını kullanıp sürekli propaganda yaparak, birebir mahalle çalışmaları ve dağıttığı yardımlarla kitlesinin günlük hayatına girdi.

Ancak, 2013 Gezi direnişi ile birlikte kurduğu hegemonya sarsılmaya başladı. İktidarın ötekileştirerek ezmeye, sindirmeye çalıştığı toplumsal dinamikler, onlara dayatılmak istenen tahakküme ve sömürüye karşı yeni bir toplum için sokaklardaydı.

İktidar, Gezi öncesi kurduğu hegemonya ile gündemi belirleyen taraf olmuştu. Halk muhalefeti, iktidarın dayattığı politikalara karşı çıkarak mücadele ediyordu. Ancak yeni bir toplum temelinde bütünlüklü bir mücadele yoktu.

Gezi direnişi ile birlikte örgütsüz ve programsız ve henüz cılız da olsa, halk güçlerinin sistemi yıkıcı gücü ortaya çıktı. Burada filizlenen toplum, Erdoğan’ın oluşturmaya çalıştığı toplumun tam tersiydi. Demokratik cumhuriyet temelinde yeni bir oluşumun nüveleri, halk muhalefetinin bağrında filizleniverdi.

Gezi direnişi devletin zor aygıtlarıyla dağıtılabildi. Ancak toplumsal bilinçte yarattığı dönüşüm 7 yıl geçmesine rağmen günümüzde de, iktidarın kurduğu hegemonyayı tehdit etmeye devam ediyor.

Gezi’de patlayan ama sonra da süren toplumsal muhalefetin zorlamasıyla, iktidarın içine girdiği sıkışmışlık, Erdoğan’ın Cemaat yapılanması ile ittifakını çatırdatmaya başladı.

Cemaatin servis ettiği 17-25 Aralıkta belgeleri, sonrasında 7 Haziran seçim yenilgisi ile bu hegemonya krizi derinleşti.

Kaybettiği 7 Haziran 2015 seçimleri sonrası açıkça hukuk dışına çıkılarak seçimleri olmamışa çevrildi.

Sonrasında ülkede art arda patlayan bombaların yarattığı toplumsal şok ile birlikte gidilen 1 Kasım baskın seçimleri ile iktidarda kalabildi.

Hareket halindeki halk güçlerinin iktidarı sıkıştırması sonucu çatırdayan Cemaat-AKP ittifakına son noktayı, Cemaat’in 15 Temmuz darbe girişimi koydu.

İktidar Bloku İçinde Erdoğan

Erdoğan, 15 Temmuz sonrasındaki söylemleriyle, camilerden okuttuğu dualarla, park nöbetleriyle kitle konsolidasyonu belli oranda sağladı. OHAL, KHK’ler ve devletin zor gücünün bütünüyle sahada olduğu bir süreç açıldı.

Erdoğan böylece eski iktidar ortağını tasfiye ederken kendisine muhalif halk güçlerini de yoğun saldırı, baskı ve tutuklamalarla sindirme yoluna gitti.

Erdoğan, darbe girişimini bertaraf ederek bir sıkışmışlıktan daha iktidarını sürdürerek çıkmış oldu. İktidarda kalma asabiyeti hiç düşmeyen iktidarın bu özelliği, devlet içinde kendisine muhalif diğer güçlerden bir adım önde olmasını sağlıyor.

Ayrıca Erdoğan, iktidarı süresince neoliberal dönüşümleri yapmaktaki başarısıyla, sermayeye sağladığı karlarla, halkın bir kesimine dayanarak muhalefeti baskı altına almasıyla sermaye açısından başarılı sayılabilir.

Ancak sürekli kutuplaştırma siyaseti ile gerilimi yükseltmesi halk muhalefetinin yükselerek inisiyatif alma ihtimalini de arttırıyor.

Halkın belirli bir kesimi için Erdoğan’ın sadece iktidardaki varlığı bile bir muhalefet sebebi olmuş durumda. İktidarı süresince sermayeye büyük karlar kazandırsa da kendi iktidarının devamı için gerekli şartları oluşturma asabiyeti, sermaye için gerekli siyasal ve ekonomik şartları oluşturma konusunda alması gereken kararların önüne geçebiliyor.

Bütünüyle sermayeye tabi olmayışı ve kimi zaman öngörülemeyen çıkışları Erdoğan’ı uzun vadede sermaye için güvenilmez bir lider yapıyor.

Ancak Erdoğan’ın kurumsallaştırmak istediği yeni rejim, sermayenin güncel ihtiyaçlarına kısa sürede cevap verecek ve sermaye için mutlak egemenliğin yolunu açabilecek bir sistem.

Sermayedarlar uzun vadede Erdoğan liderliğini istemese de halk muhalefetinin yükselmesi durumunda kaybedecekleri şeyler, Erdoğan iktidarının oluşturduğu risklerden çok daha fazla.

Bu yüzden sermayenin güncel ihtiyaçlarına cevap verirken hegemonyasını tesis edebileceği ve bütünüyle sermaye güdümünde bir iktidar için de adımlar atılıyor. Bu adımlar atılırken, halk muhalefetinin yükselerek inisiyatif almasını engellemek için oldukça yavaş ve temkinli davranılıyor.

Bu yüzden iktidar blokunun, Erdoğan’ın iktidarını sürdürme asabiyetinden ve belli düzeyde sürdürebildiği hegemonyasından kaynaklı başarısız olan darbe girişimi sonrası, bütünüyle Erdoğan’a destek verdiğini söyleyebiliriz.

Yenikapı mitingi ile iktidar blokunun Erdoğan’a verdiği destek, hegemonyasını yeniden tesis etmesini sağladı.

“Devletin Bekası” İçin İktidar Koalisyonu

Devlet bürokrasisi içinde güçlü bir alana sahip olan iktidar ortağını tasfiye eden Erdoğan’ın iktidarı oldukça daraldı. Hareket halindeki toplumsal dinamiklerin de zorlamasıyla, iktidarını devam ettirebilmek için yeni ittifaklara ihtiyaç duydu.

Böylece MHP ile bir iktidar koalisyonu kuruldu.

MHP ile kurulan ittifakla Erdoğan’ın sermayenin de onayı ile kurumsallaştırmak istediği yeni rejim için “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” referandumuna gidildi.

Bu durumda KHK’lar ile fiili olarak yaratılan durum kurumsallaştırılmış olacaktı.

Bu referandum döneminde de Gezi’den beri hareket halindeki toplumsal dinamikler, güçlü bir muhalefet örgütledi. Erdoğan-MHP ittifakı, Devletin tüm imkânlarını ve büyük bir medya gücünü kullanmasına hatta hileye başvurmasına rağmen referandumu kıl payı kazanabildi.

Sonrasında “Cumhur İttifakı” içinde Erdoğan’ın “başkanlığını” sağlayan MHP, meclis dağılımındaki sandalye sayısı ile iktidar ortağı konumunu güçlendirdi.

Cemaat yapılanmasının ordu içinden tasfiyesi de Erdoğan iktidarının yeni bir güce ihtiyaç duymasıyla sonuçlandı.

Bunun üzerine daha önce cemaat ile yaptığı ittifakla tasfiye ettiği Ergenekoncu TSK mensupları ile de ittifak kurmak zorunda kaldı.

Böylece Erdoğan, iktidarını sürdürebilmek için tarihsel olarak kendisine ‘düşman’ bir devlet içi güce daha yaslanmak zorunda kaldı.

Oluşan AKP-MHP-Ergenekon ittifakı, “devletin bekası” söylemi ile faşizmi kurumsallaştırarak mutlak egemenlik kurmak için yola çıktı.

Ancak farklı çıkarlara sahip olan bu ittifak güçleri, oldukça kırılgan bir birliktelik kurabildiler.

Faşizmi Kurumsallaştırma Çabaları

Ancak kurulan bu yeni ittifak, devlet içinde belirli bir güç alanı tutmasına, devletin tüm imkânlarına ve büyük bir medya gücüne dayanmasına rağmen halk güçlerinin muhalefeti karşısında hegemonyasını bütünüyle tesis edemiyor.

İktidar koalisyonu, bir yandan sermayenin güncel ihtiyaçlarına cevap vermek için yeni sömürü alanları açmaya devam ederken, bir yandan da faşizmi kurumsallaştırmak için halk güçlerine çok yönlü bir saldırıyı derinleştirdi

Devletin zor aygıtları git gide daha sert biçimde kullanıldı. Devletin tüm kurumları açık şekilde bu ittifak alanının koyduğu kurallara göre işlemeye başladı. Kendi oluşturdukları yasalar bile askıya alınarak, açık tehditlerle faşist bir rejim inşa etme çalışmaları devam etti.

Hegemonyasını güçlendirebilmek için yeni rejimin kendi kitlesi içinde yeni bir karakter, bakış açısı ve tarih anlayışı oluşturması gerekiyordu. Bunun çimentosu olarak 15 Temmuz kullanıldı.

Adeta yeni dönemin Şeyhülislam makamı olarak tesis edilen Diyanet, yeni rejime uygun İslam yorumu ile Erdoğan’ın oluşturmaya çalıştığı rejimin önemli rıza üretme mekanizmalarından biri haline getirildi.

Kürt hareketine topyekûn siyasi imha politikası izlendi.

Başta Kürt hareketi olmak üzere iktidar koalisyonunun dışında kalan tüm güçler terörize edilerek sindirilmeye çalışıldı.

Beka söylemleri, iç ve dış politikada izlenen sürekli savaş siyaseti ile yükseltilen milliyetçilikle kitle konsolidasyonu arttırılmaya çalışıldı.

Dış politikada savaş siyaseti başarısızlığa uğrasa da medyanın sanal dünyasında yaratılan zafer havası ile milliyetçilik yükseltilmeye çalışılmaya devam etti.

Gittikçe daralan iktidar, bütünüyle kendisine bağlı bir zor gücüne ihtiyaç duyuyordu. Bunun için polis, istihbarat ve kısmen ordu içinde hâkimiyet kuruldu. Ek olarak Bekçilik uygulamasıyla militer güçler tüm yaşam alanlarına dağıtıldı. Ayrıca 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kaybolan binlerce silahın silahla da başka bir militer güç oluşturulduğuna dair güçlü iddialar var.

Erdoğan, kutuplaştırma siyaseti ile toplumu parçalara bölerek, ürettiği düşmanlara savaşlar açarak iktidarını sürdürdü. Bu şekilde kendisine karşıt kitleyi düşmanlaştırarak onlara karşı ürettiği baskı mekanizması ile hegemonyasını derinleştirirken, kendi kitlesini de ortak düşmana karşı birleştirmiş oldu. Bu şekilde kendisine karşıt çok kalabalık bir kitleyi bütünüyle karşısına alırken, bu kitle üzerinde uygulayacağı baskı ve zor aygıtlarını gerektiği zaman kullanılmak üzere hazırladı.

Toplumsal Dinamikler

Tüm bu faşist uygulamalara, devletin zor aygıtlarının hiç bir meşruiyet üretmeden kullanılmasına rağmen, Gezi direnişinden bu yana bir biçimde ayakta olan halk muhalefeti sindirilemedi.

Kadınlar, gençler, işçiler, doğa savunucuları, Aleviler, Kürt Siyasal Hareketi kendi bulundukları alandan mücadelelerine devam ediyorlar. Seçim dönemlerinde ise bir arada sürdürülen bir mücadele söz konusu.

Sermayenin yapısal krizinin derinleşmesi sonucu artan sömürü, işsizlik, yoksulluk, kamu kaynaklarının sermayeye devredilmesi, sürekli arttırılan vergiler, doğanın sermaye tarafından talan edilmesi gibi onlarca başlık iktidarın hegemonya sağlama kapasitesini kayba uğrattı.

Kadınlar, kadın ve çocuk düşmanı söylem ve politikalara karşı çok güçlü bir tepki üretiyorlar.

İşçiler arasında Erdoğan iktidarı boyunca yaratılan neoliberal çalışma rejimlerine, işsizliğe, yoksullaşmaya olan öfke, grevler ve direnişlerle kendini gösteriyor.

Aleviler asimilasyona karşı direniyor.

Kürt Hareketi, sokağa çıkma yasakları sürecindeki katliam politikalarına, bütünüyle terörize edilmesine, binlerce kişinin ve önemli siyasi aktörlerin tutuklanmasına, belediyelerinin çoğuna kayyum atanmasına rağmen sindirilemiyor.

Doğa savunucuları, iktidarın doğa düşmanı tüm politikalarına karşı çok meşru bir direnç gösteriyor.

İktidar, devletin zor güçleri, ideolojik aygıtları, ana akım medya kuruluşları ile çarpıtılan gerçeklik gibi çok güçlü araçlara sahip. Bu araçları kullanmaktan çekinmiyor. Ancak tüm bunlara rağmen konsolide edebildiği kitle azalıyor. Bunun karşısında ise kendisine düşmanlaştırdığı, sayısı sürekli artan bir kitle var. Bu durum iktidarın hegemonyasını zayıflatıyor.

İktidar koalisyonunun karşıtı olan halk güçleri, henüz örgütsüz ve bir iktidar programı etrafıda birleşmiş değil. Ancak iktidarın kimi politikalarına karşı lokal lokal öfke patlamaları ve sokağa dökülmeler var.

Seçim zamanında ise örgütlü şekilde oyları koruma ve İktidar koalisyonunu seçimle yenilgiye uğratma refleksi öne çıkıyor.

31 Mayıs-23 Haziran seçimlerinde iktidar koalisyonunu yenilgiye uğratan halk muhalefeti, büyük bir moral üstünlük kazandı.

Söz konusu yerel seçimlerin en çok kazananı ise, sermayenin yeni rejimi, kurucusu olan Erdoğan’ın aşırılıklarından korumak ve kendi mutlak egemenliğini tesis etmek için iktidara hazırladığı restorasyoncu isimler oldu.

Sermayenin, Erdoğan’ın yerine hazırladığı isimler, belli sınırlar içinde tuttukları muhalif söylemleriyle halk muhalefetini kapsamak istiyor. Öte yandan halk muhalefetinin önünü açarak sermaye egemenliğini sarsma ihtimali olan tüm adımlardan kaçınıyorlar.

Erdoğan’ın iktidarını sürdürme asabiyeti, restorasyon güçlerinin sakınımlı ve ürkek tutumlarıyla birleşince iktidar koalisyonunun sıkıştığı her anda arkasına hizalanan restorasyon güçleri görüntüsü ile karşılaşıyoruz.

Her şeye rağmen, halk güçlerinin Erdoğan’ı yenilgiye uğrattıkları bu seçim, iktidar koalisyonunun meşruiyet krizini derinleştirdi.

Pandemi Koşulları Öncesi İktidarı Sıkıştıran Krizler Sarmalı

İktidar koalisyonu, pandemi öncesi derinleşen bir krizler sarmalı içindeydi.

Kapitalizmin dünya ölçeğinde içinde bulunduğu yapısal kriz, neoliberal dönüşümlerle yaratılan tamamen dışa bağımlı kırılgan ekonomik durumla birlikte ülkeyi büyük bir ekonomik bunalımla karşı karşıya bıraktı.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası oluşan devlet krizi, tarihsel olarak birbirine düşman devlet içi klikleri bir araya gelmeye zorladı. Bunun yarattığı devlet içi krizler, halk muhalefetinin de zorlamasıyla sık sık su yüzüne çıkıyor.

Kurulmaya çalışılan yeni rejimin dayattığı faşist uygulamalara, ekonomik krizin yarattığı yoksullaşma, işsizlik ve sömürü dalgasına, doğanın sermayenin talanına açılmasına, asimilasyona, imhaya karşı sürekli yükselen halk muhalefeti bastırılamıyor. Bunun yarattığı hegemonya ve meşruiyet krizi, iktidar koalisyonunun yönetme kabiliyetini oldukça daralttı.

Gelişen Türkiye sermayesinin ihtiyaç duyduğu yeni yatırım alanları ve iktidar koalisyonunun ihtiyacı olan faşist konsolidasyon için Ortadoğu’da yoğun bir savaş politikası izlendi. Amerika ve Rusya arasındaki birbirine karşıt politikalardan yararlanmaya çalışarak Ortadoğu’da kendi politikasını izlemeye çalışan İktidar koalisyonunun dış politikası da tıkandı.

Covid-19 Pandemisi İçinde İktidar Koalisyonu

Dünya çapında bir salgına dönüşen Covid-19 pandemisi, iktidarın içinde bulunduğu bu krizler sarmalını derinleştiriyor.

Salgın başlarken tamamen kendi iktidarını sürdürmeye yoğunlaşan iktidar koalisyonu, durumun vahametinin farkına geç vardı. Salgına göstermelik önlemler alınarak, fiili olarak uygulanan ‘sürü bağışıklığı’ ile binlerce insanın yaşamı tehlikeye atıldı.

Tüm bu krizler sarmalı içinde köşeye sıkışmış olan iktidarın, pandemi sürecini de yönetememesinden kaynaklı hegemonya alanı iyice daraldı.

Medya gücünü arkasına alarak sadece söylemsel düzeyde yarattıkları başarı hikâyeleri halkın içinde bulunduğu güncel durumla uyuşmuyor.

Salgın günlerinde çalışmak zorunda bırakılan binlerce emekçinin hayatı sermayenin selameti için tehlikeye atılıyor.

Salgının tüm yükünün üzerlerine yıkıldığı sağlık emekçileri, koruma ekipmanları dahi olmadan çalışmak zorunda bırakılarak iş cinayetlerine kapı açıldı.

İşsiz kalan binlerce emekçi ise açlıkla yüz yüze bırakıldı. DİSK-AR raporuna göre geniş tanımlı işsizlik, 16 milyona ulaşabilir.

Emekçilerden kesilen milyonlarca lira ise sermayeyi kurtarmak için kullanılıyor. Patronların ödemek zorunda oldukları maaşları, devlet üstleniyor.

Derinleşen krizden sermayedarların karlarını arttıracak yeni sömürü biçimleriyle çıkmaya çalışan iktidar koalisyonu, emekçilere yönelik saldırılarını, pandemiyi bahane ederek meşrulaştırmaya çalışıyor.

Bu süreçte MESS’in gündeme getirdiği MESS-SAFE uygulamasıyla işçilerin her anını kontrol edebilecek cihazlarla, işçilerin nefes almadan çalıştırılması ön görülüyor.

MÜSİAD’ın yapımına başladığı “izole üretim üsleri” ile de binlerce emekçinin ailesiyle birlikte emeğinin ve tüm yaşamının sermayenin belirlediği mekanlara çekilerek, sermaye tarafından kontrol edilmesi amaçlanıyor.

İktidar koalisyonunun açlıkla yüz yüze kalan halk için bulduğu yol, yeni borçlandırma kanalları yaratmak.

Halkın hakkı olan ödenekler için halktan toplanan bağışlara ihtiyaç duyan bir devlet görüntüsü çiziliyor.

Bu süreçte boşalan devlet Hazinesine gelir sağlamak için durmadan yükseltilen vergilerle bütün yük yoksul halkın üzerine yıkılıyor.

Ayrıca pandemi günlerinin yarattığı karışıklık fırsat bilinerek, daha önce halk muhalefeti tarafından engellenen uygulamalar, hiç bir rıza üretmeye ihtiyaç duyulmadan tek tek hayata geçiriliyor.

Kadın, çocuk ve doğa düşmanı yasa ve uygulamalar tekrar tekrar gündeme getiriliyor.

Son olarak infaz yasasıyla serbest bırakılan kadın katilleri, tecavüzcüler, çocuk istismarcıları ile toplumda yeni bir öfke tetiklendi.

Süreklileşen tüm krizler, iktidar koalisyonu içindeki kırılganlığı da arttırıyor. Süleyman Soylu’nun istifasıyla yeniden su yüzüne çıkan iktidar koalisyonu içindeki çelişkiler, devlet krizini derinleştiriyor.

Erdoğan kanadının, Süleyman Soylu’nun istifasını kabul etmemesi, MHP’nin güç alanı içindeki suç örgütü lideri Alaattin Çakıcı’yı özel bir düzenlemeyle serbest bırakmayı kabul etmesi, koalisyon içinde Erdoğan’ın güç kaybetme eğiliminde olduğu şeklinde yorumlanabilir.

Erdoğan’ı git gide daha çok sıkıştıran tüm bu krizlere rağmen, 18 yıllık iktidarı süresince elde ettiği devlet içi güç, deneyim ve asabiyet onu diğer sistem içi güçlerden bir adım öne geçiriyor.

Ayrıca iktidarda olduğu süreçte işlenen suçlardan ve halkta yaratılan öfkeden kaynaklı iktidardan düşmesi halinde kaybedecek çok fazla şeyi var.

Restorasyon Güçleri ve İktidar Koalisyonu

Sermayenin, halk muhalefetini hegemonyası altına alarak oluşturmaya çalıştığı restorasyon için CHP ve DEVA partisi öne çıkıyor.

Erdoğan’ın karşısında halk güçlerinin çok gerisinde bir muhalefet izleyen restorasyoncu güçler, zaman zaman halk muhalefetinin yükselmesini önleyici bir politika izliyor.

Kısmen vadettiği restorasyonlarla Erdoğan’ın yarattığı rejimi Erdoğansız sürdürmeyi ön gören bu partiler, yeni rejim için herhangi bir tehdit oluşturmasa da Erdoğan öncülüğündeki iktidar koalisyonu karşısında bir iktidar alternatifi yaratarak tehdit oluşturuyorlar.

Erdoğan öncülüğündeki iktidar koalisyonunun içine girdiği sıkışmışlıkta iktidarı restorasyoncu güçlere kaptırma lüksü görünmüyor.

Bu yüzden, baskı, tutuklama ve ölüm tehditleriyle, terörize ederek sistem için güçleri iktidar alternatifi olmaktan çıkarmaya çalışıyorlar.

CHP belediyelerinin pandemi sürecinde aldıkları inisiyatifi bile terörize ederek yasaklama yoluna giden iktidar koalisyonu, arttırdığı gerilimle toplumsal güçlerin inisiyatifindeki bir halk hareketinin de olasılığını arttırıyor.

Restorasyoncu güçler ise toplumsal dinamiklerin inisiyatif kazanma riskinden ürkerek tüm bu gerilimi olmamışa çevirmeye çalışıyor. Gerekli tepkiyi üretmeyerek iktidar koalisyonunun önünü açıyorlar.

Hegemonya Krizi İçindeki İktidar Koalisyonu Bütünüyle Devletin Zor Aygıtlarına Dayanarak Yönetmek Zorunda

Kendi kitlesi nezdindeki meşruiyeti de zayıflayan, oyları eriyen iktidar koalisyonu, virüs krizini faşizmi kurumsallaştırmak için fırsata çevirerek iktidarda kalabilmek için büyük ölçüde devletin zor gücüne dayanmaya çalışıyor.

Derinleşen meşruiyet krizini; devletin tüm zor aygıtlarını kullanarak muhalefeti bastırdığı, medya gücü ile sürekli propaganda yaptığı şartlarda, zamanını ve tüm kurallarını kendisinin belirlediği seçimleri kazanarak çözmek istiyor.

İktidar, pandeminin yarattığı panikten yararlanarak HDP’li belediyelere yeniden kayyumlar atadı, siyasi tutsakların korona tehdidi altında ölüme terk etti.

Bir türlü kontrol altına alamadığı barolar ve meslek örgütlerinin seçim sistemini değiştirerek teslim almaya çalışıyor.

Muhalif tüm seslere yönelik tutuklamalar ise hız kesmeden devam ediyor.

Bu uygulamalara rağmen muhalefeti sindiremeyen iktidar, sürekli tehditler savurduğu puslu bir hava yayıyor.

İktidarın derinleştirdiği yalnız devletin tahakküm araçları değil. Aynı zamanda halk içinde de şiddetin sürekli arttığı güvensiz bir ortam yaratılıyor.

TV’den ölüm listeleri yaptığını açıklayanlar, 15 Temmuz darbe girişiminde kaybolan silahların kendilerinde olduğunu söyleyerek tehditler savuranlar, çocuk istismarını meşrulaştıranlar, açlık grevinde ölen muhaliflerin mezarına saldıran güruhlar, sokakta çocukların üzerine ateş açan, cemevine saldıran polisler, bekçiler… Şiddet açıkça serbest bırakılıyor.

Aylardır kapalı olan meclisin açılışından sonra görüşülen ilk konu bekçilerin yetkilerinin genişletilmesi oldu. Yetkileri arttırılan bekçilerle yurttaşların yaşam alanlarının tümüne nüfuz ederek tüm toplumu kontrol altına alacak bekçilik mekanizmasını güçlendirmeyi umuyorlar.

İktidar koalisyonunun kendisini dayandırmak istediği yeni normal tam da bu.

Erdoğanist İslam yorumu üzerinden, Türklük ve erkeklik kodlarına dayanan bir hiyerarşi ile tahakküm ilişkileri derinleştirmek isteniyor.

İktidar, kendisine biat eden vatandaşlar ve biat etmeyen düşmanlar olarak tehlikeli bir kutuplaştırma siyaseti izliyor.

Düşmanlaştırılan kitle o kadar kalabalık ki, bir anda kabarabilecek halk muhalefeti iktidarı korkutabiliyor.

TV’de çocuk istismarını savunan akademisyenin işine son verilmesi, Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek’in cenazesine saldıran faşist grubun bağlı olduğu ülkü ocağının kapatılarak başkanının görevden alınması halk muhalefetini gözeterek zaman zaman frene bastıklarını gösteriyor.

İktidar koalisyonu birçok kanaldan savurduğu tehditleri bütünüyle hayata geçirmeyi göze alabilir ya da buna gücü yeter mi ön görmek zor.

Şimdikinden çok daha ağır bir ekonomik kriz kapıdayken iktidarını sağlamlaştırmak zorundan olan iktidar, gerilimi yükseltme siyasetinden vazgeçebilecek durumda görünmüyor.

Son seçim anketlerine göre arkasındaki halk desteğinin oldukça eridiği görülen iktidar koalisyonunun faşizme dayanmaktan başka çaresi görünmüyor. Yakın zamanda meclis darbesiyle HDP’li Leyla Güven ve Musa Farisoğulları ile CHP’li Enis Berberoğlu dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklandı. İktidarın bu hamlesi, faşizmi kurumsallaştırmak adına önemli bir kırılma noktasıydı.

İktidar koalisyonu muhalefeti terörize ederek yarattığı düşmanlıkla, Türkiye’nin Libya savaşında kazandığı kısmi mevzileri parlatarak ve Ayasofya’nın cami yapılması yönündeki söylemlerle kurumsallaştırmaya çalıştığı faşizm için milliyetçi bir konsolidasyon sağlama amacında.

Ancak, bu gidişi durdurabilecek ve tersine çevirebilecek önemli bir güç, hem iktidar koalisyonunu hem de sermayeyi sıkıştırmaya devam ediyor. Gezi direnişi ile iktidar blokunun hegemonyasını sarsan toplumsal dinamikler önemli bir iktidar alternatifi olma özelliğini koruyor.