Alp Altınörs: İnsanlığın Ufku Sosyalizmdir

El Yazmaları’nın Notu: Koronavirüs salgınının kapitalizmin yarattığı ekolojik tahribatı gözler önüne sermesiyle birlikte kapitalizmin krizinin derinleşmesi, bütün dünyada kapitalizme alternatif bir sistemin ne olabileceğine dair tartışmaları yaygınlaştırıyor. Bu tartışmalara katkı sağlamak amacıyla, bugünlerde 2. baskısı hazırlanan İmkânsız Sermaye isimli kitabında kapitalizmin krizini ve sosyalizmin mümkünatını inceleyen Alp Altınörs ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Bu söyleşiyi siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

 

Son kitabınız “İmkânsız Sermaye”de kapitalizmi bekleyen yeni krizden çıkışın imkânsız olduğunu söylüyorsunuz. Sizce koronavirüs salgınıyla birlikte kapitalizmin krizi farklı bir boyut alabilir mi? Ya da tersinden bakarsak, salgın krizi aşması için kapitalizme özel bir fırsat tanıyabilir mi?

Kapitalizmin varoluşsal krizinden çıkış imkânsızdır, şu ya da bu çevrimsel krizden çıkış ise mümkündür. Kapitalist dünya ekonomisi 2008’deki aşırı üretim bunalımından ve onu takip eden 2011 Avro Bölgesi krizinden bu yana inişli-çıkışlı durgunluk evresindeydi. Canlanma evresine hiç geçemeden, 2020 Mart ayı itibariyle yeniden daralmaya girdi. Bu kez daralma çift yönlü; hem klasik ekonomik kriz boyutu var, hem de korona virüs kapatmalarının etkisi. Kapatmalar hem arz şoku hem de talep şoku yaratarak dünya ekonomisinde zaten %1-2 düzeyinde beklenen daralmayı %4-5 düzeyine sıçratacak. Bu konuları bu günlerde hazırlamakta olduğum, İmkânsız Sermaye’nin 2. baskısında daha detaylı ele alacağım. Ancak burada şu kadarını vurgulayayım ki, yaygın neoklasik iktisat anlayışının hilafına, salgın hastalıkların gelinen noktada “ekonomi dışı bir etken” sayılmaması gerektiğini, aksine kapitalizmin varoluşsal bunalımının bir unsuru sayılması gerektiğini düşünüyorum. Hatta kapitalizmin yeni nesil bunalımlarının iklim değişikliği, ormansızlaştırma ve buradan türeyen salgın hastalıklar gibi etkenler tarafından ortaya çıkarılacağını veya ağırlaştırılacağını söyleyebiliriz. Eğer COVID-19 salgını çok büyük ölçekte sabit sermaye kıyımına yol açarsa, kâr oranlarında uzun vadeli bir yükselişe yol açarak kapitalizmi, 2008’den bu yana hapsolduğu kriz-durgunluk-kriz sarmalından çıkartabilir. Ama sermayeye yönelik kurtarma paketleri sebebiyle bu pek mümkün görünmüyor. Bu yüzden, salgın sonrasında, ücretlerin ve petrol fiyatlarının düşüşünden kaynaklanan geçici bir canlanma görebiliriz. Ama bu kısa ömürlü olacaktır.

 
Salgınla birlikte belediyelerin ön plana çıktığını, yapılan yardımlarla yoksul halk kesimlerine ulaşmayı hedeflediklerini görüyoruz. Kapitalizmin kriziyle birlikte düşündüğümüzde, belediyeler kapitalizm karşıtı hareketlerin büyüyebileceği alanlar olabilir mi? Belediyeleri nasıl değerlendirebiliriz, ne gibi halkçı olanaklar barındırıyorlar ve kapasiteleri nereye kadar uzanabiliyor, sınırları nerelerde belirginleşiyor?

Belediyeler devletlerden bağımsız organlar değildir. Her bir ülkede, o ülkenin siyasal devlet sistemi çerçevesinde bir rol oynarlar. Türkiye’de belediyelerin yetkisi son derece sınırlıdır. Yerel iktidar esasen atanmış valiler ve kaymakamlardadır. Belediyelere ise daha çok sosyal ve kent hizmetlerini yürütmek işlevi kalmaktadır. Ancak halk mücadelesinin yükselişi dönemlerinde, kitlelerin devrimci mücadelesiyle birleşirse, bu sınırlı alanlar fiilen genişletilebilir, dolayısıyla belediyeler de mücadelenin bir kaldıracı haline getirilebilir. Bu tür kazanımlar, 2015 öncesinde Kürt coğrafyasında görülebiliyordu. Şimdi ise Saray iktidarının burjuva partilerinin belediyelerine bile kayyum atadığını görüyoruz (örneğin Urla’da, Ceyhan’da). HDP belediyeleri ise büyük bir kuşatma altında çalışmakta, ancak iktidarın saldırıları ile kayyumlar atanmaktadır. HDP’nin 31 Mart seçimlerinde kayyumlardan sökerek aldığı 65 belediyenin 6’sına KHK bahanesiyle el konuldu, 45’ine kayyum atandı, 2’sinin de belediye başkanları devlet baskısına boyun eğerek AKP’nin tarafına geçti. Bu tablo bile, Bookchin usulü belediye sosyalizminin bu topraklarda tutmayacağını ispatlamaya yeter. Geçmişe gittiğimizde, efsanevi bir deneyim olan Fatsa’da da “Nokta harekâtı” ile ilçeye ordu tarafından el konulduğunu anımsıyoruz.

Dolayısıyla, merkezi iktidar mücadelesinden koparılmamak kaydıyla, birleşik halk mücadelesinin bir parçası olarak belediyelerin kazanılması için mücadele hem yerel demokrasinin geliştirilmesi, hem de devrimci mücadelenin toplumsallaştırılması bakımından önemli roller oynayabilir.

Belediyelerle ilgili bir diğer risk ise, emekçi sol hareketin belediyeleri kazanmasına rağmen, devrimci demokratik tarzda yönetememesi, halk otoritesinin sağlanamaması ve dolayısıyla belediye yönetiminin mücadelenin ihtiyaçlarından koparak çürümesi olabilir. Belediyelerin devrimci demokratik mücadeleye hizmet etmesi için mutlaka o yerelde güçlü halk meclislerince yönetilmesi, halkın bu yönetimin dolaylı değil doğrudan öznesi olması ön koşuldur.

Dolayısıyla, merkezi iktidar mücadelesinden koparılmamak kaydıyla, birleşik halk mücadelesinin bir parçası olarak belediyelerin kazanılması için mücadele hem yerel demokrasinin geliştirilmesi, hem de devrimci mücadelenin toplumsallaştırılması bakımından önemli roller oynayabilir. Ama Bookchin’in önerdiği gibi, mücadeleyi belediyelere sınırlayan bir hat kısa soluklu olacak ve iflas edecektir.

Kimi ülkelerin salgına yönelik önlem paketlerinde işçilere, emekçilere ve işsizlere yönelik finansal destek bulunuyor. Bu destekler krizin sermaye ve emeğin işbirliğiyle aşılmasını sağlar mı?

Finansal destekler geçici, vergiler kalıcıdır. Bugün korona virüs şartlarında vermek durumunda kaldıklarının tümünü burjuvazi ilk fırsatta geri alacaktır. Kaldı ki çoğu ülkede borçlar ortadan kaldırılmamakta, sadece ertelenmektedir. Türkiye’de bu kadarlık bir sosyal destek dahi söz konusu değildir. AKP iktidarının verdiği destek en iyi ihtimalle yine faizli banka kredisi olmaktadır. Dünya ekonomisinin büyük bir hızla daraldığı bir dönemden sınıf işbirliği çıkmaz, tersine sınıf çelişkileri son 30 yıldır görülmedik ölçüde şiddetlenecektir.

Salgınla birlikte kapitalizmin yol açtığı ekolojik krizin boyutu bütün dünyada bilinçlere yazıldı. Bununla birlikte bazı kapitalizm karşıtı hareketlerin ekolojik krize karşı küçük ölçekli üretimi ve kooperatifleri ön plana çıkartmaya çalıştıklarını görmekteyiz. Küçük ölçekli üretim ve kooperatiflerin halk güçleri açısından faydaları neler olabilir? Bu türden faaliyetlerin sınırları nereye kadar uzanabilir, sözgelimi kapitalizme karşı alternatif olabilirler mi?

Komünal üretim yöntemleri, kooperatifçilik, işçilerin yönettiği patronsuz fabrikalar, sınıf mücadelesinin bir biçimini oluştururlar. Buralarda yaratılacak örnekler, kitleler bakımından burjuvazinin, müdürlerin vb. gereksizliğini somut olarak ispatlarlar. Ücretlerin ödenmediği, fabrikanın iflas ettiği vb. durumlarda fabrikaya el koyup üretimi sürdürmek işçiler için bir ekonomik mücadele yöntemidir de. O anlamda bütün bu biçimlerin ilerici bir rol oynadığı açıktır.

Sosyalist sol, çatlaklara kaçarak, salt dar alanlarda örnekler yaratarak milyonların yaşadığı açlık, yoksulluk ve işsizliğe çözüm olamaz. Sosyalist sol, bugünkü modern üretici güçlere talip olmalıdır – kuşkusuz onları dönüştürmek için.

Ancak bu komünal biçimler, yine de piyasaların orta yerinde birer adacık gibidir. Girdi, tedarik ve satış bakımından piyasalara bağımlıdırlar. Tekellerle rekabet etmek durumundadırlar. Eğer tüketici kooperatifleriyle veya belediyelerin toplu alımlarıyla desteklenirlerse daha uzun süre yaşayabilirler. Birbirleriyle en sıkı bağları kurmaları ömürlerini uzatır.

Yeni bir üretim tarzının filizlerini oluşturan bu biçimler, asla sermaye egemenliği altında kendiliğinden çoğalarak yeni bir ekonomiyi oluşturamazlar. Sermaye bütün diğer üretim biçimlerini kendisine tabi kılar, bağımsız varlıklarına izin vermez. Bir süre sonra, bu kooperatifler, tekellerle ucuz ürün rekabetine girmeye doğru zorlanırlar. Böylece, ya alternatif üretim iddialarını bir kenara koymak veya kendi kendilerinin kapitalisti olmak durumunda kalırlar. Belki büyük emeklerle ve kolektif iradeyle yine de ayakta kalabilirler, ama çoğalıp ekonomiye hâkim hale geleceklerini beklemek büyük bir hata olur.

Sosyalist sol, çatlaklara kaçarak, salt dar alanlarda örnekler yaratarak milyonların yaşadığı açlık, yoksulluk ve işsizliğe çözüm olamaz. Sosyalist sol, bugünkü modern üretici güçlere talip olmalıdır – kuşkusuz onları dönüştürmek için.

Kitabınızda teknolojik gelişimin günümüzde ulaştığı kapasitenin insanlığın sosyalizm aşamasına daha kolay geçişini sağlayabilecek olanaklar barındırdığını söylüyorsunuz. Teknolojik gelişimin emekçilere sağlayacağı yararlar neler olabilir? Teknolojik gelişimle birlikte salgını ve kapitalizmin krizini ele alırsak, sosyalizme ulaşmak ütopya mı yoksa gerçekçi bir olasılık mı?

Modern üretici güçler, öyle bir düzeye ulaşmıştır ki, bunlar artık kapitalist üretim tarzıyla bağdaşmamaktadır. Otomasyona doğru yaklaşan üretim sürecinde canlı emek üretimden dışlandığı oranda, kâr oranları da düşmektedir – çünkü kârın yegâne kaynağı canlı insan emeğidir. Robotlar ürün üretirler, ama artı değer üretmezler. Toplumsal mülkiyet altındaki robotlar, insan doğa uyumu temelinde bir bolluk toplumu yaratma ve toplumun sürekli genişleyen ihtiyaçlarını karşılamada olağanüstü elverişli bir araç oluşturacakken, kapitalist mülkiyet altındaki robot işsizliğe, üretim düzeninin dağılmasına, sermayenin asalak alanlara yığılmasına, toplumsal çürümeye, geniş insan kütlelerinin kalıcı biçimde işsiz bırakılarak çürütülmesine yol açar. Bugünkü teknoloji, robotlar, yapay zekâ, internet, sosyal medya, mobil telefonlar, aplikasyonlar, süper bilgisayarlar, modern bir planlı ekonominin bütün şartlarını bize sunarlar. Artık kitlelerin ihtiyaçlarını gerçek zamanlı olarak bilmek mümkündür, herkes internetten bir tuşa tıklayarak neye ihtiyaç olduğunu toplumsal planlama merkezine gönderebilir. Böylece demokratik kitlesel planlama artık mümkün hale gelmiştir. Bunlardan dolayıdır ki, sosyalist sol, kapitalist üretim tarzının giderek artan dağılmasını, parçalanmasını analiz ederek, sosyalizm alternatifini en gelişkin üretim tekniği üzerinden güncellemelidir. Kapitalizm varoluşsal bir bunalım içerisindedir ve üretici güçleri tahrip etmektedir – en başta da en büyük üretici güç olan doğayı. Kâr için üretim iflas etmiştir. İnsanlığın ufku, toplumsal mülkiyet ve demokratik planlama temelinde sosyalizmdir. Yoksa kapitalizm bitmek bilmez krizler, savaşlar, salgın hastalıklar, nükleer felaketler, doğa kıyımları üzerinden insanlığı barbarlığa götürecektir.