Korona Günleri: Nerede Bu “Şanslı” Çocuklar?

20 yaş altının sokağa çıkma yasağından sonra iyice “görünmez” olan çocuklar nüfusun yüzde 27’sini oluşturuyorlar ve eğitimden ev içi sorunlara, beslenmeden işçiliğe kadar çocuklar hakkında üzerine düşünmemiz ve yararlarını gözeterek harekete geçmemiz gereken birçok konu var.

Korona salgını bütün dünyaya çarparak ilerlemeye devam ediyor. Bir yandan süreç içerisinde yaşananlar ve yapılabilecekler tartışılırken öbür yandan korona sonrasına dair teoriler üretiliyor.

Salgın başladığında, bütün dünyanın odaklandığı yer 65 yaş ve üzeri, risk grubu bireylerdi. Çocuklar ve genç yaştakilerin risk grubu olmadıkları ve bağışıklıkları görece daha kuvvetli oldukları düşünülerek bu virüs salgının “şanslıları” ilan edilmişlerdi. İşaret edilenlerin tamamı 65 yaş üstü olunca, haliyle geriye kalan kitle “ölüm riski çok daha az olduğu” için kendini rahatlatıyordu. Ancak bu gruplar aynı zamanda yayıcı da olabilecekleri için kendilerine dışarı çıkmamaları yönünde uyarılar yapılıyordu.

Ancak korona virüsü sadece belli bir yaş grubu üzerinden tartışmak konuyu oldukça daraltmak, sınıfsal boyutlarını perdelemek ve ölüm dışındaki etkileri ile süreç bitimindeki olası etkilerini gözden kaçırmamıza neden olabiliyor. Buna ek olarak virüs elbette olduğu yerde durmuyor, her gün bu virüse dair yeni bilgiler geliyor; bu da virüsle ilgili yaş, bulaşma biçimi gibi önemli bilgilere dair kesin yargılara varmamamız gerektiğini bize hatırlatıyor. Yani virüsün henüz net bir risk grubu yok ve şanslıları ilan etmek mümkün değil.

Virüsü tartışırken genellikle daha az gündeme gelebilen, ötelenen sorunların başında da virüsün çocuklar üzerindeki etkileri var. 20 yaş altının sokağa çıkma yasağından sonra iyice “görünmez” olan çocuklar nüfusun yüzde 27’sini oluşturuyorlar ve eğitimden ev içi sorunlara, beslenmeden işçiliğe kadar çocuklar hakkında üzerine düşünmemiz ve yararlarını gözeterek harekete geçmemiz gereken birçok konu var.

Evlere Kapanan Çocuklar Eşitlenmedi

Yetişkinler genellikle, olumsuz durumlarda çocukla konuşmaktan, yaşanan durumu onlara anlatmaktan çekinirler. Bunun genellikle iki sebebi var: Birincisi, bunu anlatmayarak korkmasını ve etkilenmesini engellemek. İkincisi ise anlatacak doğru ifadeleri bulamamak ve onlara zarar vermekten çekinmek; hiç bilgi vermemeyi yanlış bilgi vermeye tercih etmek. Bunlar elbette haklı kaygılar. Özellikle salgının yayıldığı ilk günler göz önünde bulundurulduğunda, henüz biz yetişkinlerin dahi algılamakta zorluk çektiği bir durumu çocuğa açıklamak oldukça güç bir işti. Ancak bu anlatmamanın/anlatamamanın da etkileri olacağını unutmamamız gerekir.

Evet, belki çocuklar virüsün yüksek ölüm oranı tehlikesiyle tehdit ettiği kesim değil; ama salgının tek etkisi de bu değil ki. Yaşamları bir anda değişen, okullarından, arkadaşları ve öğretmenlerinden, parklardan ve sokaklardan uzak kalan çocuklar çok farklı biçimlerde ve eşitsiz olarak bu süreçten etkileniyorlar.

Çocuklar da tıpkı yetişkinler gibi etraflarında gelişen olaylardan hem maddi hem manevi boyutlarda etkilenirler. Öğrenmek, anlamak, rahatlamak ve günlük hayatlarına, oyunlarına devam etmek isterler. Yetişkinler için ev ortamında uzun süre kalmak çok zor iken, çocuklar gibi oynamaya ve koşmaya ihtiyacı olan bireyler bu sürece ayak uydurmakta genellikle daha da zorlanırlar.

Yetişkinler olarak bizler, devam eden süreci karşılamak ve baş etme becerilerini geliştirmek noktasında birçok zorluk yaşayabiliyoruz. Bu durum elbette çocuklar için de geçerli.

Evet, belki çocuklar virüsün yüksek ölüm oranı tehlikesiyle tehdit ettiği kesim değil-en azından bildiğimiz kadarıyla-; ama salgının tek etkisi de bu değil ki. Yaşamları bir anda değişen, okullarından, arkadaşları ve öğretmenlerinden, parklardan ve sokaklardan uzak kalan çocuklar çok farklı biçimlerde ve eşitsiz olarak bu süreçten etkileniyorlar.

Çocuklar da, salgının psikolojik etkilerini bizimle paylaşıyorlar; üzülüyor, kaygılanıyor, geriliyor, korkuyor, özlüyor ve sıkılıyorlar. Bizler, kaygımızı azaltmak için sürekli bilgi alıyor ve öngörülerde bulunup önlemler alarak kendimizi rahatlatıyorsak, onlar da kendi gelişimsel özelliklerine uygun bir şekilde verilecek bilgilere ihtiyaç duyuyorlar.

Çocuk oldukları için anlamıyor, etkilenmiyor ya da ertesi gün unutuyor değiller. Aksine, tüm bu kaygılı süreci zihinlerine yazıyor, zengin düşünme ve kavrama kapasiteleriyle süreci anlamlandırmaya çalışıyorlar.

Bu etkileri göz önünde bulundurduğumuzda görüyoruz ki, çocuklar da bu salgının doğrudan etkilenen kesimi. Yani evlere kapanmalarından, onların tamamen eşitlendikleri ya da virüsün bütün etkilerinden korundukları sonucunu çıkaramayız maalesef.

Bir konunun da altını özellikle çizmek gerekir ki virüsün etkileri sınıfsal farklılıklara göre değişiyor. Bir çocuğun da bu virüsten ne kadar etkilendiği, etkilenebileceği onun ailesinin ait olduğu sosyal sınıfa göre farklılık gösteriyor. Evet, bütün çocuklar, çocuk işçiler hariç, okuldan ve arkadaşlarından uzaklaşıp eve kapanmış olabilir ama evden eve de fark var. Orman içerisinde bahçeli bir villa ile emekçi mahallesindeki küçük dairede yaşayan bir çocuğun korona salgınından aynı oranda etkilendiğini söyleyemeyiz değil mi? Ya da lüks villasının bahçesinde oynayabilen çocuklarla Mardin’de, apartmanın önüne çıktı diye polis tarafından silahla kovalanan çocukların eşit şartlarda olduğunu? Bu olayda tek etken sınıf değildir evet, çünkü çocuklar da halklardan bağımsız değildirler; onların “kaderi”ni paylaşırlar.

Burada burjuva çocuklarının çok “şanslı” olduklarını, onların hiç etkilenmediklerini söylemenin tersine; bütün çocukların bu süreçten belli oranlarda etkilendiklerini ancak işçi sınıfı çocuklarının birçok yönden diğer çocuklara göre daha fazla etkilendiğini söylemek istiyorum. Amacım çocukları değil, sınıfsal farklılıkları işaret etmek.

Ev Gerçekten Güvenli mi?

Bu süreçte çocuklar için en güvenli yerin ailelerinin yanı olduğunu mu düşünüyoruz? Bir daha düşünsek iyi olabilir…

Ev gibi, duvarlarla çevrili ve içe kapanık ortamlar, genellikle sorunların en çok yaşandığı ama hem fiziki hem toplumsal kapalılıklarından ötürü bunların çok da görülüp tartışılmadığı yerler. Böyle dönemlerde de içine en az bakılabilen yerlerin başında geliyorlar.

Karantinada çocukların evlere kapatılması, aslında belki de dünyadaki milyonlarca çocuğu çok daha fazla zarar görebilecekleri bir ortama mahkûm ediyor. Çocuklar, salgın öncesi zamanda kendileri için verilen destek hizmetlerine ulaşamıyor ve yaşadıkları şiddet veya istismar durumlarında güvenli bir çıkışa ulaşamıyorlar.

Yapılan bütün araştırmalar, halk sağlığının riskli olduğu salgın dönemlerinde çocuklara yönelik ev içi şiddet ve istismarın arttığını gösteriyor. Örneğin; 2014-2016 yılları arasında Batı Afrika kıtasında yaşanan Ebola salgını sürecinde çocuklara yönelik cinsel ve fiziksel istismar vakaları, çocuk işçiliği ve erken yaşta zorla evlilikler, daha sonra Birleşmiş Milletler raporlarına geçmişti. Aynı şekilde Sierra Leone’de salgın döneminde çocuk yaşta hamilelik olaylarının salgın öncesinin iki katına çıktığı da raporlara girmişti. COVID-19 salgını sürecinde Çin’den gelen aile içi şiddet rakamları da buna benzer nitelikte.

Türkiye, çocuğun cinsel istismarında dünyada üçüncü sırada yer alıyor.[1] Açıklanan bütün rakamlar, çocuk istismarı olaylarının da bu suçtan hüküm giyenlerin de sayısının arttığını gösteriyor. Ve karantina günleri, bu rakamların “normal”den kat kat yukarıya çıkacağı bir ortamı hazırlıyor. Çocuk istismarının affının tartışmaya açıldığı bu günlerde, rakamların ve cezasızlıkların ne denli artacağını tahmin etmek çok zor değil. Ama bu korkunç ve kabul edilemez.

Çocukların cinsel olarak istismarı, ev içi ile de sınırlı değil üstelik. Okulların kapanması ve karantina sürecinin uzaması, çocukları internet ortamına günden güne daha çok bağladı. Bu durum, çocukların sanal ortamda istismara maruz kalma olasılığını da arttırıyor elbette. Gün boyunca internetteki oyun sitelerinde ya da çeşitli kanallarda gezinen çocuklar, bir yetişkinin rehberliği olmadığı takdirde istismara tamamen açık durumda olabiliyorlar.

Karantinada çocukların evlere kapatılması, aslında belki de dünyadaki milyonlarca çocuğu çok daha fazla zarar görebilecekleri bir ortama mahkûm ediyor olabilir. Çocuklar, salgın öncesi zamanda kendileri için verilen destek hizmetlerine ulaşamıyor ve yaşadıkları şiddet veya istismar durumlarında güvenli bir çıkışa ulaşamıyorlar. Dışarıda virüsün kol gezdiği ve insanlığı ölümle tehdit ettiği bu ortamda milyonlarca çocuk, kendileri için hiç de güvenli olmayan evlerde belki de istismarcılarla aynı ortamı paylaşmak zorunda kalıyorlar.

Kendilerini fiziksel olarak dışarıdan soyutlamak dışında neredeyse hiçbir destekleyici, önleyici ya da koruyucu adım atılmadığı için fiilen, ev içerisinde maruz bırakıldıkları kötü muamele sonucunda çocuklar, toplumsal cinsiyet odaklı ayrımcılık, istismar, şiddet ve yalnız bırakılma sorunlarıyla karşı karşıya kalıyorlar. Ebeveynleri çalışan çocuklar evde yalnız olmak zorunda kalabiliyorlar. Ayrıca salgından kaynaklı hastanelerin yükünü arttırmamak adına çocukların sağlık ihtiyaçları yeterince karşılanamıyor ya da ihmal edilebiliyor.

Bazı Çocuklar Eğitime Daha Uzak

Dünyanın neredeyse tamamında okullar tamamen kapalı.

Türkiye’de de okulların kapatılmasından kısa süre sonra devreye sokulan uzaktan eğitimler tartışma konusu oldu; gerek içerik gerek teknik konularda. Haklı da tartışmalar.

Korona salgını, eğitime erişimdeki eşitsizliğin daha da derinleşmesine neden oluyor. Burjuva sınıfının çocukları bu imkânlardan sınırsızca faydalanabilirken emekçi ailelerin çocukları eğitimden giderek uzaklaşıyor.

Zira uzaktan yapılan online eğitimlere çocukların pek azı katılım sağlayabiliyor. Büyük çoğunluğu bu eğitimlerin gerektirdiği koşullardan oldukça uzakta hayatlar yaşıyor. Korona salgını, eğitime erişimdeki eşitsizliğin daha da derinleşmesine neden oluyor. Burjuva sınıfının çocukları bu imkânlardan sınırsızca faydalanabilirken emekçi ailelerin çocukları eğitimden giderek uzaklaşıyor.

Bu problemin çeşitli sebepleri var. En başta, ekonomik olarak internet ücretini karşılayamayan, yaşadıkları yerin teknik-ama yine de ekonomik- koşullarından kaynaklı bilgisayar, tablet ve internete erişemeyen ailelerin varlığı geliyor. Ekonomik krizin derinleştiği bugünlerde, internet her geçen gün daha da ağır bir ekonomik yük haline geliyor ve çocukların internete erişimleri giderek zorlaşıyor.

Bununla birlikte yoksulluk içerisinde büyüyen çocukların eğitimi genellikle arka planda kalıyor; değil bilgisayar ya da tabletle online derslere katılmak, evde kendine özel bir alan dahi bulmakta zorlanan sayısız çocuk var.

Diğer bir problem de çocuğu eğitime hazırlama, odaklanmasını ve verim almasını sağlama konusunda açığa çıkıyor. Özellikle de ebeveynlerin çalıştığı işçi sınıfı aileleri ve çok çocuklu ailelerde bunu sağlamak çok daha zor oluyor. Kadınların dışarıda, ücretli bir işte çalışmadığı ailelerde ise bütün bir yük annelerin üzerine kalıyor; çocuğun izlemesini, dikkat etmesini, öğrenmesini ve ödevlerini yapmasını sağlamak görevleri… Zira eğitimlerin büyük bir kısmı, online içeriğe uygun değil; çocukları motive edip odaklanmalarını ve aynı zamanda rahatlamalarını sağlamak yerine, ödeve boğan, en az sınıftaki kadar dikkat ve başarı bekleyen, sıkıcı ve kimi zaman da skandal niteliğinde içeriklerle dolu. Bu konuda tartışmalardan sonra çeşitli düzenlemeler yapılsa da hâlâ eşitsizlik sürüyor.

Ailelerin bir görevi daha var: Çocuklarını, online eğitime imkânı olan çocuklarını, ekranlarda maruz kalabilecekleri durumlara karşı korumak. Geçtiğimiz ay 10-14 yaş arasındaki çocuklarına izletilen, Adnan Menderes’in idam sahnesi, kafa kesme sahneleri ve buna benzer durumların tekrar yaşanmasını engellemeye çalışmak ve pedagojik açıdan çocuklara zarar verebilecek yayınlardan çocukları korumak!

Bu sorunların diğer bir ucunda da eğitimden tamamen kopma riski var. Özellikle salgın dönemlerinden sonra okuldan ayrılma oranları yükseliyor(çoğunlukla kız çocuklarında). Online eğitime de imkânı olmayan çocuklar okuldan uzaklaşma, çocuk yaşta zorla evlendirilme ya da çalıştırılma gibi sorunlarla karşı karşıya kalıyorlar. Bu eşitsiz şartların içinde bazı çocuklar daha “şanslı” olup imkânlara erişebilirken büyük birçoğu salgın günlerinin daha “önemli”, “yaşamsal” ve “acil” sorunlarının gölgesinde eriyip gidiyor.

Verilen eğitimin niteliği, bilimselliği ve pedagojik uygunluğu da bambaşka bir tartışma konusu. Bu eğitime ulaşamayan çocukları görürken aynı anda eğitimin içeriğine de bakmak gerekiyor ama bu başlı başına bir yazı anlamına geleceği için burada o konuya girmeyeceğiz.

Peki Ya Evde Olamayan Çocuklar?

Türkiye’de 18 yaş altında yaklaşık 2 milyon ve 20 yaşın altında 4 milyon çocuk işçi var; bunların da büyük bir kısmı kayıt dışı. 20 yaş altının sokağa çıkma yasağından sonra da üzerine pek konuşulmayan ve herhangi bir düzenlemeye gidilmeyen bir konu bu. “Çalışıyor olanlar izin kâğıtlarını gösterip çıkabilir” söyleminin açık ettiği, çocuk işçiliğin meşru bir dille ifade edildiği bu günlerde evde olamayan çocuklar gerçeğiyle de yüzleşmek gerekiyor.

En ucuz iş gücünün başında gelen bu çocuklar, bir yandan mülteciliğin getirdiği siyasal ve toplumsal sorunlarla baş etmek zorunda kalırken öbür yandan ekonomik olarak sömürülmek pahasına çalışmak mecburiyetindeler. Hatta bazen canları pahasına!

Çalışmak zorunda olan çocukların olması, 4 milyon civarındaki bu çocukların kayıt dışı ve kötü koşullarda, sigortasız çalıştırılıyor olmaları başlı başına bir sorunken şimdi korona zamanlarında bu sorunlar daha da derinleşmiş durumda. Özellikle tarım işçisi çocuklar ve organize sanayi bölgelerinde çalışan çocuklar başta olmak üzere milyonlarca çocuk güvensiz koşullarda, eğitimden kopuk, sağlık ve gıdaya uzak, düşük ücretlerde çalışmak zorunda. Kapitalizmin krizinin derinleştiği korona günlerinde, sermayenin çocukların emeğini sömürüsü de had safhaya çıkmış oluyor.

Elbette çocuk işçiliğin yasaklanması ana talep olmalı. Ancak bu ekonomik koşullarda, yasal olarak hiçbir düzenleme yapılmayıp, destek programları hazırlanmadan, eve ekmek götürmek zorunda olan çocukların bir anda işlerinden edilip evlere kapatılmaları onların açlıkla sınanması anlamına gelir.

Dışarıda olmak, çalışmak zorunda olan başka çocuklar da var: Mülteci çocuklar. En ucuz iş gücünün başında gelen bu çocuklar, bir yandan mülteciliğin getirdiği siyasal ve toplumsal sorunlarla baş etmek zorunda kalırken öbür yandan ekonomik olarak sömürülmek pahasına çalışmak mecburiyetindeler. Hatta bazen canları pahasına!

Sokağa çıkma yasağına uymadığı gerekçesiyle polis tarafından kalbinden vurularak öldürülen Ali El Hemdan’ı hatırlıyoruz değil mi? 20 yaşın altındaki o Suriyeli işçiyi. 12 yaşından beri tekstil işçiliği yapan; açlıktan ölmektense dışarıda virüse yakalanmayı göze alan/almak zorunda bırakılan; evde olamayan, evinden çok uzakta emeğiyle hayatta kalmaya çalışırken polis kurşunuyla can veren Ali’yi. Kim Ali’nin diğer çocuklarla eşit koşulları paylaştığını iddia edebilir ki?

Evde kalamayan çocuklardan bazıları da mülteci kamplarında kalanlar. Çadırlarda, sınırlardaki toplama kamplarında, geri gönderme merkezlerinde, daracık alanlarda kalmak zorunda olan çocuklar. Salgının tüm dünyaya yayılmasından sonra sayısız insan hakları ihlalinin yaşandığı göçlerde, en çok zararı yine çocuklar ve kadınların gördüğünü söyleyebiliriz herhalde. Savaştan kaçan çocuklar, dünyanın geri kalanından izole, salgınla burun buruna bırakılıyor; yeterli hijyenin sağlanmadığı ortamlarda, gıda ve eğitim desteği olmadan hayata tutunmaya çalışıyorlar.

Bir de çocuk cezaevleri var elbette! Binlerce suçlu sokağa salınmışken hala birçok çocuk cezaevlerinde tutuluyor. Ayrım gözetmeksizin bütün çocukların gelişimlerinin ve özgürlüklerinin korunması ve desteklenmesi gerekirken cezaevlerinin gün geçtikçe artması başlı başına ciddi bir çocuk hakları ihlaliyken; korona günlerinde çocukların hâlâ buralarda tutulması kabul edilebilir değil.

En Yüksek Sesle Çocuk Haklarını Haykırma Zamanı

Korona günleri devam ediyor. Daha uzunca bir süre de hayatımızı etkileyecek gibi görünüyor. Hem şimdi hem de devamındaki süreçte açığa çıkacak olumsuz etkilerini görmek daha bugünden mümkün.Çocuklara olan güncel ve olası etkileri açıkça ortadayken; adımlar atmak, talepleri yüksek sesle dillendirmek için fazla vakit yok.

Bütün bu sorunlar göz önünde bulundurulduğunda, çocukların üstün yararını sağlamak ve bu süreci en az zararla atmalarına ortam hazırlamak, salgın sonrasında açığa çıkması muhtemel problemleri şimdiden görüp önleyici adımlar atmak için acilen talep etmemiz gerekenler var:

– Bütün çocuklar güvenli ve sağlıklı ortamlara kavuşturulmalı. Çocuk cezaevleri kapatılmalı. Sınırlarda kamplarda bulunan çocuklar aileleriyle birlikte güvenli yerlere ulaştırılmalı.

– Nitelikli eğitim hakkının sağlanması adına, uzaktan eğitimler bütün çocukların eşit oranda faydalanabileceği bir altyapıyla desteklenmeli: Bütün çocuklar için tablet ve bilgisayar sağlanmalı, internet çocukların kullanımı için ücretsiz ve sınırsız hale getirilmeli.

– Engelli ve özel eğitim ihtiyacı olan çocuklar için ek eğitim planlamaları yapılmalı, bu çocukların ailelerine ayrıca destek sağlanmalı.

– Bu süreçte eğitimden uzaklaşabilecek çocukların olmaması adına veri tabanı oluşturulmalı ve bu noktada bir düşüş olmaması için çocukların eğitime katılma oranları düzenli takip edilmeli. Gerekirse yasal düzenlemeler getirilmeli.

– Çocuk işçilerin, kendileri için gereken ekonomik ihtiyaçların karşılanması, ailelerine gereken sosyal-ekonomik desteğin sağlanması koşuluyla çalışmaları durdurulmalı.

– Bu süreçte gıdaya erişimleri kısıtlanan çocuklar için ailelere düzenli gıda desteği ücretsiz olarak sağlanmalı.

– Sağlık hizmetlerinden yararlanamayan çocukların takibi yapılıp, gerektiği takdirde evden hizmet almaları sağlanmalı; aşıları tamamlanamayan çocukların aşıları zaman kaybetmeden tamamlanmalı.

– Ev içi istismarı önleyici ve istismar sonrasında koruyucu hizmetler geliştirilmeli; bununla ilgili bir acil destek hattı kurularak, ailelerin dışarı çıkmadan da çocukları için ulaşabilecekleri güvenilir birimler oluşturulmalı.

– İnternet ortamında oluşabilecek istismarlara karşı, güvenli internet sağlanmalı. Bu konuda ailelere ve çocuklara online eğitimler verilmeli.

– Uzaktan eğitimlerde verilen dersler psikologların onayından geçmeli; içeriği ve yöntemi uygun görülmeyen dersler yayınlanmamalı. Bu dersler dışında, çocukların gelişimlerine katkıda bulunacak ve eğlenmelerini sağlayacak aktiviteler de yayımlanmalı: Online resim ya da müzik atölyeleri, üretim dersleri, yaratıcı drama ve spor gibi aktivite videoları hazırlanmalı.

– Ailelerin, ulaşıp çocukları ile ilgili danışabilecekleri ve psikolojik destek alabilecekleri ücretsiz psikolojik destek hatları kurulmalı.

– Çocukların sokağa çıktığı günlerde oynayabilecekleri; temiz, yeterince geniş ve yeşil, güvenli ve rahat parklar inşa edilmeli.

Bütün bu talepler, çocukların tüm hakları göz önünde bulundurularak, onların üstün yararı adına karşılanıp takip edilmeli. Şansları değil hakları tartışılıp hayata geçirilmeli.

Böylece, çocuklar bu sürecin en çok zarar görenleri değil; sürecin sağlıklı bir şekilde atlatılmasında rol oynayan aktif katılımcıları olabilirler.

Şimdi, daha yüksek bir sesle çocuk haklarını haykırmanın ve onların önceliğini perdeleyen bütün gündemlere inat, yüzümüzü çocuklara dönmenin zamanı.

 

[1]https://tr.sputniknews.com/turkiye/201806101033803155-ihd-turkiye-cinsel-istismar-cocuk-dogum/