Diyanetin Açıklaması, Aleviler ve Korona

Bütün dünyayı kuşatan pandemi(salgın) yaşamın tüm öğelerini etkiliyor. Şimdi en öncelikli görevimiz bu “felaketi” dayanışmayla, özveriyle ve mücadeleyle aşmaktır. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın gerçeklerin üzerini örtüp, onu çarpıtan, saptıran bir anlayış ve inançla virüs salgınlarından kurtulamayacağımız ortadadır.

“Yeryüzü etim, tenim
Akarsulardır kanım
Tahkik burcundan doğar
Uyakmaz benim gönlüm”

(Said Emre)

Aleviler karşı karşıya olduğumuz küresel salgına nasıl bakarlar? Her şeyden önce Aleviler, olaya, 24 Nisan 2020’de Ramazan ayının ilk Cuma hutbesinde “kötülüklerin ve salgın hastalıkların kaynağı eşcinsellik ve nikâhsız yaşamdır” diyen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş gibi bakmazlar.

Karşı karşıya olduğumuz tüm kötücül mefhumları farklı cinsel kimliklere yükleyen bu konuşmayı, “Erdoğanist Diyanet’in İslam yorumundan bakış” şeklinde yorumlayarak genelleyebiliriz.

Ancak küresel salgın koşullarını yaşadığımız bu acı günlerde, söz konusu konuşmanın arka planına odaklanarak, çok boyutlu ve derinlikli çözümlemelere girişmeliyiz.

Zira Ali Erbaş’ın konuşması ve ardından iktidar sözcülerinden ardı ardına gelen açıklamalar, “rastgele” ve de “tesadüfî” bir konuşma içeriği barındırmıyor. Tersine, düşünülerek söylenmiş, hedef güden, saflaştırıcı, ötekileştirici, “yandaşlaştırıcı” bir o kadar da gerçekte olup bitenlerin üzerini örten bir konuşmadan söz ediyoruz.

Ankara Barosu, açıklamayı “yaşam hakkı ve hukuki boyutuyla” eleştiren bir pozisyon alarak, Ali Erbaş’ın sözlerinin, “toplumu kine, nefrete teşvik eden ötekileştiren” bir içerikte olduğunu çarpıcı bir şekilde vurguladı. Gerek laiklik ilkesine ters olması dolayısıyla, gerekse de AKP iktidarının “siyasal İslam’ının” özüne dikkat çeken önemli açıklamalar ve refleksler geliştirildi.

Ancak söz konusu olan açıklamayı bir de “inanç” yönünden ele alarak
değerlendirmek gerek. Bu bağlamda Alevilik inancının koronavirüs (Covid-19) salgınına bakışını, Alevi inanç felsefesini, “doğa- insan” anlayışını temellendirmeye çalışacağım.

Virüslerle Gelen Salgın Hastalıkların Nedeni Kapitalizmdir

Covid-19 salgını, kapitalist düzenin ürünüdür. Bilim insanları, ekolojistler, emekçiler, inanç temsilcileri kapitalizmin bencilce doğayı sömüren, talan eden, sermaye odaklı, yaşamı, doğayı rant amaçlı biçimlendiren politikalarının salgına sebep olduğunu söylemektedirler.

Dünyanın geldiği süreci Savunmasız Gezegen kitabında şöyle tarifler J.B.Foster:

“İnsanlık çevresiyle ilişkisinde kritik bir eşiğe ulaşmıştır. Gezegenin yıkımı, insani amaçlar için kullanılamaz hale getirme anlamında, öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, insan şimdi hem doğanın büyük çoğunluğunun devamını ve hem de toplumun bekasını ve gelişimini tehdit etmektedir.”

AKP iktidara geldiği ilk günden beri, neoliberalizmin Türkiye sözcülüğüne soyunarak, “ticarileşme-metalaşma-rant” üçgeni çerçevesinde talan düzenini yaşamın tüm alanlarında yeniden ve yeniden inşa etti. Sağlığı, eğitimi, kenti, doğayı metalaştırıp özelleştirme politikalarıyla piyasaya sundu. Doğayı ranta kesip ülkeyi adeta inşaat şantiyesine çevirerek, üretimde ve yönetimde neoliberalizmi amentüsü belledi. 18 yıllık iktidar takviminde, neoliberalizm politikalarının başat uygulayıcısı oldu. Kuzey Ormanları da Kanal İstanbul rantı da işte o uygulamaların ürünü olarak karşımızda duruyor.

Kapitalizmin krizleri bir ekosistem krizi olarak açığa çıkmış, ekolojik krizin bir sonucu olarak üremiştir salgın hastalıklar. Kapitalist zulüm, “toplumculuğa” karşı   “bencilliği” yücelterek insan merkezli bakış açısını yaşam döngüsünün hakikati haline getirerek, insanlığı, “hak hakikat” yolundan uzaklaştırmıştır.

Alevi İnanç Felsefesi

Peki, Aleviler, virüs salgınına nasıl bakıyor? Alevi inancının “yolu erkânı”, dünyaya, insanlığa nasıl bir bakış açısı oluşturmaktadır? 

Aleviler, inançları gereği meseleye “insanın doğadan kopuşu” olarak bakmaktadırlar. Doğanın ranta dayalı, sermayeye ayarlı talanı “ekolojik yaşam” zincirini kırmıştır. Kapitalizmin krizleri bir ekosistem krizi olarak açığa çıkmış, ekolojik krizin bir sonucu olarak üremiştir salgın hastalıklar. Kapitalist zulüm, “toplumculuğa” karşı   “bencilliği” yücelterek insan merkezli bakış açısını yaşam döngüsünün hakikati haline getirerek, insanlığı, “hak hakikat” yolundan uzaklaştırmıştır.

Hacı Bektaş Veli’ye kulak verelim:

“Dostumuzla beraber yaralanır kanarız

Her nefeste aşk ile Yaradan’ı anarız

Erenler meydanına vahdet ile gir de gör

Kırk budaklı şamdanda, kırkımız bir yanarız.”

Aleviliğin inanç felsefesinde Tanrı-Doğa –İnsan bütünleşmesi(tevhit) vardır. Tanrı-doğa-insan bütünleşmesi, Alevilerin inanç ve ibadetinin temelidir. Bu yolda “kâmil insan” olmak, “doğa ana” üretkenliğini, insanın üretkenliğiyle bütünleştirmek, Aleviliğin özüdür. Bugün karşı karşıya olduğumuz koronavirüs salgınının nedeni tam da bu halkanın kopuşudur.

Kapitalist zulüm, doğa sömürüsüyle bu bütünlüğü (tevhit) parçalamıştır. Covid-19 virüsü salgını gücünü, insanın doğayla ve Tanrı’yla vahdet(birlik) olmasının parçalanmasında almaktadır. Türkiye kapitalizmi koşullarında AKP, neoliberal politikaları en iyi savunan ve uygulayan parti iktidarıdır. Patronlar ve rantçılara bunun sözünü vererek iktidara gelmişlerdir.

İşte bunun içindir ki “koronavirüs” salgınında insanın doğayla kurduğu rızalık ilişkisinin bozulduğuna inanırlar. Çünkü bilirler ki kapitalist neoliberal ekonomide,  insan-doğa rızalığı ortadan kaldırılmıştır. Yerine sermayenin, rantın hükmü geçirilmiştir.

Alevilikte Varlıklar Arasında Bir Hiyerarşi Yoktur

Aleviler yaşam içinde insan varlık ilişkisinde insanı “eşref-i mahlûkat” görmez.

Dünyadaki birçok dinin aksine Alevilik inancında, varlıklar hiyerarşik değildir; insan canlılardan bir canlı, varlıklardan bir varlıktır. Eşit bir ahlaki yaklaşım zemininde varlıklarla birleşir insan. İnsan insanla “rızalık ilişkisi” kurar. Aynı şekilde bütün canlı cansız varlıklarla “rızalık” ilişkisi kurar. Sabahları aydınlanan güne merhaba der. Esen yele, uçan kuşlara teşekkür eder.

“Öküzün damını alçacık yapın

Yaş koman altını kuruluk serpin

Koşumdan koşuma gözlerin öpün

Rençberler hoşça tutun öküzü”

Pir Sultan Abdal’ın sözlerinde de öne çıkardığı gibi, doğadaki varlıklarla ilişkisini hoş tutar Aleviler.

İşte bunun içindir ki “koronavirüs” salgınında insanın doğayla kurduğu rızalık ilişkisinin bozulduğuna inanırlar. Çünkü bilirler ki kapitalist neoliberal ekonomide,  insan-doğa rızalığı ortadan kaldırılmıştır. Yerine sermayenin, rantın hükmü geçirilmiştir.

Devriye İnancı

Doğaya karşı tutumun “ölüm” meselesiyle doğrudan bağlantısı vardır. Alevilikte ölüm yoktur. Hakka yürümek, devr-i daim vardır. Haktan gelinir hakka gidilir. Ruh göçü (tenasüh) anlayışı devri daim olmaktır. İnsan bu dünyadan göçer, başka bir varlık (bitki, hayvan)olarak tekrar yaşamını sürdürür. Yani insan yaşamını devrederek başka bir canlıya, varlığa dönüşür.

Hak Aşığı Gufranı bu durumu şöyle açıklar:

“Katre idim ummanlara karıştım

Kaç bulandım, kaç duruldum kim bilir?

Devre edip âlemleri dolaştım

Bir sanata kaç sarıldım kim bilir?”

İşte böylesi bir “ölüm” anlayışı, böylesi bir devriye inancı, Alevileri doğaya bağlar, onunla hak-hakikat yolunda bütünleştirir.

Tekçi Din Anlayışı

Diyanetin bakışı egemenlerin iktidarının dini inancını yansıtır. Geçmişte bu, “Kemalist İslam” idi, bugün için ise bunun anlamı “Erdoğanist İslam”dır. Ali Erbaş da onun açıklamasını yapmıştır.

Diyanet, toplumu ayrıştırıcı siyasi dile başvururken gerçeklerin üzerini örtmekte ve gerçeği çarpıtmaktan da kaçınmamaktadır.

Ali Erbaş’ın söylediklerini Tayyip Erdoğan kendi sözleriyle tamamlayarak meşrulaştırmaya çalışmıştır. Erdoğan 27 Nisan 2020 Pazartesi günü yaptığı konuşmada Diyanet İşleri Başkanı’nı savunarak Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın açıklamasında sadece “inancının, ilminin ve yürüttüğü görevinin” gereğini yerine getirdiğini, söylediklerinin de sonuna kadar doğru olduğunu” belirtti. Eleştirenleri de “İslam’a saldırı, devlete saldırı” diyerek, tehdit etmekten de kaçınmadı.

Bu destek konuşması, egemenlerin dini kendi çıkarları için eğip büktükleri tekçi din anlayışının dile gelişidir. Türkçe meali de şudur ki “Diyanetin savunduğu inançtan başkasına inanmayacak, “Erdoğanist İslam”ı benimseyeceksin.”

Cumhurbaşkanı’nın dediği gibi Diyanet İşleri Başkanı acaba “inancının ve irfanının” görevini mi yürütmüştür?

Her şeyden önce Diyanet İşleri Başkanı’nın konuşması İslam inancına mensup bütün bireyleri kapsamaz. Bu gerçeklik bir yana farklı inanca sahip olanlar (mesela Aleviler) ya da inancı olmayanlar bu “görevi” bu açıklamayı kabul ederler mi?

Halkçı ve özgürlükçü laiklik ilkesine dayanan demokratik bir anayasa çerçevesinde yönetilen bir ülkede, devletin dini olmaz, tersine devlet inanç körüdür. İnsanların dini olur. Din ya da inanç, tanrı ile insan arasındadır. Devletin görevi “özgürlükçü laik” anlayışla eşit hakka sahip inançlar, eşit yurttaşlık hukuku oluşturmaktır. Aksi olduğu sürece bugün yaşandığı üzere, herkes “Erdoğanist İslam’ı, “devletin diyanet dini” etrafında saflaşmaya itilmektedir. Buna karşı en ufak eleştiri ve görüş bildirmek de tıpkı iktidar sözcülerinin yaptığı gibi her karşı söz ve eleştiri “İslam’a saldırı, devlete saldırı” olarak nitelenecektir.

Aleviler, egemenlerin dini tekeline alarak kendi çıkarları doğrultusunda yapılandırdıkları egemen güçlerin İslam’ın anlayışında “Üvey evlat” bile değildirler. Ya inkâr edilmişlerdir ya da asimilasyonla Erdoğanist İslam’a eklenmeye çalışılmışlardır.

Aleviler yine AKP Politikası Menzilinde

Cumhurbaşkanı, Diyanet İşleri Başkanı’na destek konuşmasında “sözü ne zaman Alevilere getirecek?” diye beklerken çok geçmeden “konuya” girdi. CHP’li belediyelerin dağıttığı kitapçıklardaki Alevi dedesinin, Müslüman, Hristiyan, Yahudi din görevlileriyle yan yana gösteren resmine “hasetli” görüşünü dile getirdi. Alevi’yi andıran görüntüye bile tahammül edemeyen bir zihniyeti (TRT’de Pepe çizgi filmindeki dede-nine figürüne itirazda görmüştük) burada da kendini gösterdi. Erdoğan’a göre; Alevi dedesinin “büyük” dinlerle bir arada görülmesine nasıl izin verilebilir?

Öyle ki Erdoğan düşüncelerini şöyle sıralıyor: “Dağıttıkları kitapçıklarla Aleviliği din olarak takdim eden bu anlayışı özellikle milletimin huzurunda telin ediyorum, kınıyorum. Alevi, Bektaşi kardeşlerimizi İslam dışı gösteren, kanun dışı eylemleri öven, Aleviliği din olarak takdim eden bu anlayışı milletimin huzurunda kınıyorum” diyor.

Doğrusu, Aleviler, ne Diyanetten ne de Tayyip Erdoğan’dan bir “kardeşlik” görmüş değildir. Aleviler, egemenlerin dini tekeline alarak kendi çıkarları doğrultusunda yapılandırdıkları egemen güçlerin İslam’ın anlayışında “Üvey evlat” bile değildirler. Ya inkâr edilmişlerdir ya da asimilasyonla Erdoğanist İslam’a eklenmeye çalışılmışlardır. Zaten Selçuklular’dan, Osmanlı’ya oralardan günümüze tarih hep böyle seyretmiştir.

Aleviler, Tanrı-Doğa-İnsan ya da Hak-Muhammet-Ali teslisi(üçlemesi)ne inanıyor. Özgürlük, eşit yurttaşlık ve demokrasi mücadelesi veriyor. Eşitlikçi komünal Rıza şehrini savunuyor. Pirleri, dedeleri, pir-analarını “inanç önderleri” olarak görüyorlar. Bu gerçekleri ne yapacağız?

Öyleyse Alevilik Nedir?

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Aleviliği din olarak” görmediğini söylüyor. “Eğer Alevilik Ali’yi sevmekse ben dört dörtlük Aleviyim” demişti 2013’te. 2015’te bu sözü daha da ileriye götürerek: “Benden daha Alevi’si yok” dedi. Aleviliğin sadece Ali’yi sevmek olmadığını, kendisinin “cümbüş evi” dediği cemevlerini Alevilerin ibadet yeri olduğunu öğrenmiş olmalı ki bu sefer başka yerden “öğreten adam” buyurganlığına bürünüyor Cumhurbaşkanı.

Şimdi de “Alevilik bir din değil” diyerek Alevilik inancını tartışmaya açarak, Aleviler içinde yeni bir ikilik yaratmaya çalışıyor.

Aleviler, Tanrı-Doğa-İnsan ya da Hak-Muhammet-Ali teslisi(üçlemesi)ne inanıyor. Özgürlük, eşit yurttaşlık ve demokrasi mücadelesi veriyor. Eşitlikçi komünal Rıza şehrini savunuyor. Pirleri, dedeleri, pir-analarını “inanç önderleri” olarak görüyorlar. Bu gerçekleri ne yapacağız?

Aleviler, salgının sorumlusu olarak eşcinselleri görmüyorlar. Esas sorumluların, AKP iktidarının en acımasız şekilde yürüttüğü doğa talancısı, insanlık ve yaşam düşmanı, sermaye dostu “neoliberal politikalar” olduğunu savunuyorlar. İnancını doğa sevgisiyle bütünleştirmiş olan Aleviler, “ekolojik yıkıma” karşı “üç beş ağaç” diye küçümsenen Gezi isyanının en önlerinde saf tutuyorlar.

İnanç katliamlarına ve asimilasyona karşı demokratik bir cumhuriyet perspektifinin temeline eşit yurttaşlık ilkesini koyarak mücadele ediyorlar.

“Benim Alevim” ikiliği yaratarak, sözde açılım hareketleriyle, “Aleviler güzel saz çalarlar, üstelik Türklüğün de özüdürler” yüzeyselliğinde, vitrinlik, müzelik, folklorik değerler temelinde bir Alevilik inancını salık veren iktidar cenahının aksine, Aleviler kendi tarihselliğinde ve güncelliğinde kendi inanç değerleriyle özgürce, eşitçe yaşamak istiyorlar.

Sonuç

Bugün yaşanılan acıları Karl Marx, 19. yüzyılda öngörebilmiştir.

“Kapitalizm, kendi büyüsüyle çağırdığı karanlık güçleri artık kontrol altında tutamaz hale gelen bir büyücüye benziyor”(Komünist Manifesto)

İnsanlık koronavirüs salgınını yaşamak zorunda değildi. Kapitalizmin krizlerinin bedelini ödüyoruz. Bütün dünyayı kuşatan pandemi(salgın) yaşamın tüm öğelerini etkiliyor. Şimdi en öncelikli görevimiz bu “felaketi” dayanışmayla, özveriyle ve mücadeleyle aşmaktır. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın gerçeklerin üzerini örtüp, onu çarpıtan, saptıran bir anlayış ve inançla virüs salgınlarından kurtulamayacağımız ortadadır.

Sözü Dertli Divani’nin “nefesi” ile bitirelim:

“Kolay mı Divani gerçeğe ermek

Hasbahçe bağının gülünü dermek

Nene lazım elin kusurun görmek

Sen kendi aynana bak da öyle gel”