Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak

Ahmet Uluçay’ın sorunları aynı zamanda yaşadığımız çağın sorunlarıdır. Onun aradığı çıkış yolları ve bulduğu çözümler kendi yerelliğini aşan evrensel değerler de taşır. Sinemanın sorunları doğanın ve insan toplumunun en köklü sorunlarıyla bağlantılıdır.

Bütün canlı türleri gibi insan da, birkaç milyon yıllık serüveninde hayatta kalabilmek için doğal evrim kanunlarına uyum göstermek zorundaydı. Hızla değişen doğa ve iklim koşullarına karşı, yalnızca genom içindeki DNA ya da RNA diziliminde meydana gelen kalıcı değişimlerle, yani üreme hücresi mutasyonlarıyla hayatta kalınabilirdi.

İnsan varlığı en az 35 bin yıldır doğal evrimin yasalarından bağımsızlaşmıştı. İnsan, o güne kadar doğaya uyum sağlarken, artık doğayı kendisine uydurmaya başlayacak ve tür değişimi yerine toplum biçimlerini değiştirecekti.

Sürü yerine toplum haline geldiğimizde ilk “yapı taslağımız” komün oldu. Zamanla komün parçalandı ve sınıflı toplumlar çağları açıldı. Ama ilkel komün düzeni sınıflı toplumlarca yenilmiş olsa da yok edilemedi. Çünkü tarihin evrimi her kişinin içinde yaşamaya devam ediyordu.

Evrimin yeni ve yaratıcı elemanı olan çocuklar, işte böyle bir komün ruhunun günümüzdeki en sağlam temsilcileridirler.

Sinemada Bakış Açısının Önemi

“Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmi, her şeyden önce böylesi komün ruhuna sahip bir çocuğun hayal gücünün ürünüydü. Resimlere ilgi duyan bir çocuk, 1960’larda Anadolu’nun bir köyüne kurulan yazlık sinemanın ardından, gördüğü ve düşündüğü her şeyi hareket ettirmeye, kendi deyimiyle onları “gımıldatmaya” odaklanacaktı.

Ahmet Uluçay’ın sinema serüveni kaynağını hayal gücünden alarak sonunda gerçeğe dönüşecek, ama hayatının sonuna kadar onun yanında gölge gibi dolaşacaktı. O, bu yollardan geriye dönmeyi asla düşünmeyecek ve “içindeki çocuk” da onunla birlikte gelmekten vazgeçmeyecekti. Ender rastlanan, dokunaklı ve bitmeyen bir öyküdür.

Ahmet Uluçay, yoksulluğun en dip seviyelerinde, her türlü teknik ve eğitim imkanlarından yoksun olarak doğdu ama bütün dünyaya meydan okudu. Sinemayla yatıp kalkan bu çocuğun taleplerini ne ailesi, ne de çevresi karşılayacak durumda değildi. O, bütün bunlar bir yana, en kahredici aşağılanmalara ve dışlanmalara maruz kaldı. Öyle ya, “Köylüden sinemacı mı olurdu?”

O, sinema aşkı için yaşadığı toplumla kırk yıl boyunca savaşmak zorunda kaldı. Bu “savaş” sandığımızdan çok daha derin bir şeydir. Aklımız yaşadığımız toplum biçiminin kuşatması altında olduğu için, çoğu zaman bunun ne anlama geldiğini tam olarak hissedemeyiz. Bu, onun çocukluğunu çoktan aşan bir durumdur. Senaryonun önemi ve orijinalliği buradan gelir.

Amerikan ve Avrupa filmlerinde ilk bakışta konu yoksunluğu göze çarpar. Ama hayatın kendisi canlı bir organizma olduğundan sinema için bu tip mazeretler kabul edilemez. Batıda senaryo sorunu olarak görülen şey, aslında bilinçaltıyla ortaya atılan ters bir “bakış açısı”nın ürünüdür.

Batı toplumları, özellikle de ABD toplumu en az yüzyıldan beri para ve zamanı bulduğu ölçüde hazıra konma gibi ölümcül bir bataklığa saplanır. Teknik üretici gücünün esiri haline gelir. Bu durum Batı sinemasını içinden çıkılmaz bir kısır döngünün içine sokar. Oysa eksik olan senaryo değil bakış açısıdır ve Batı toplumları böyle bir bakış açısının çok uzağındadır.

Ahmet Uluçay sineması ise, bu yönelimin tersine senaryodan önce bir bakış açısının ürünüdür: Elde avuçta yalnızca köyün delisiyle dâhisi ve zincire vurulamayan hayaller vardır

Sinemada Sürekliliğin Temelleri

Sinema konusu, geçmişimizle ve günümüzle olduğu kadar geleceğimizle de ilgilidir. Bilimde ve siyasette olduğu kadar, sinemada da tarihsel bütünlüğü yakalamak önemli hatta zorunludur. Sanatın asıl konusu insan toplumunun nereden gelip nereye gittiği olmalıdır. Yurttaş Kane ve 400 Darbe gibi eskilerde kalan filmler bunun en akılda kalıcı ölümsüz örnekleridir.

Kolektif eğilimleri paramparça ederek bireysel zenginliği öne çıkaran ABD ve AB toplumları ise, şimdilerde sinemayı tarihsel bütünlük içinde yorumlama yeteneğinden çok uzaklaşmış durumdalar.

“Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filmi bu gerçeği en çarpıcı haliyle ele almayı başardığı için alkış toplayabilmiştir. Film, doğa, toplum, sosyal sınıflar ve kişi elemanlarının birbirleriyle olan etkileşimlerini en yalın haliyle gözler önüne serer. Yalnızca filmin konusu bile, çağımızda yaşanan olayların sosyal sınıflar mücadelesinin dışında olamayacağının ispatıdır.

Filmin asıl başarısı ise, bakış açısından gelir. Yeşilçam sineması, böyle bir bakış açısının çok uzağında kaldığı için çöker.

İnsan beyni, üzerinde yaşadığımız mekânı “zaman” ile birlikte kavramak ister. Dar çıkarlarının esiri olmuş metafizik burjuva tarihinin tersine, zamanı bütünsellik içinde kavrayan maddeci tarih biliminin cazibesi buradan gelir. İyi bir sinema, konularında bunu işleyebildikçe kalıcı hale gelir.

Ahmet Uluçay sineması, bu gerçeği atlamaz ve dramla, komediyle, korkuyla ya da heyecanla işler. Onun konularının içeriğinde, dönem insanının Demokratik Devrim talepleri de örtük olarak yer alır

Ahmet Uluçay’ın sorunları aynı zamanda yaşadığımız çağın sorunlarıdır. Onun aradığı çıkış yolları ve bulduğu çözümler kendi yerelliğini aşan evrensel değerler de taşır. Sinemanın sorunları doğanın ve insan toplumunun en köklü sorunlarıyla bağlantılıdır. “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” filminin tekrar tekrar izlenmesinin sırrı, biraz da böyle bir çağdaş soruna dokunabilmesinde saklıdır.

Kendi çağının sorunlarının uzağında kalan filmlerin etkileyici ve kalıcı olabilme şansı azalır. Kestirme yoldan ün ve para kazanma eğilimleri klasik sinemanın mezar kazıcısı olur. Ama Ahmet Uluçay sineması kuşaklar boyu kalıcı olmaya devam eder. Onun deyimiyle “Karpuz kabuğundan gemi değil, Titanik bile yapılır. Bu para değil yürek meselesi”dir.

Sinemanın Evrensel Değerleri

Bir filmin izlenebilir olabilmesi için yukarıda sıraladığımız: Sinemaya bakış açısı, hayal gücü, tarihsel bütünlük, çağdaşlık, konu seçiminde yaratıcılık gibi özellikler yeterli olabilir. Ama tekrar tekrar izlenebilmesi ve kalıcılaşabilmesi için bütün ayrıntıların dikkatlice ele alınması gerekir.

Oyuncu seçimi önemlidir. Samimiyetsiz diyaloglar en güzel filmleri berbat edebilir. Fazla karmaşık kurgular dikkatleri dağıtabilir. Mekan, ışık, müzik, ses, dekor gibi elemanların uyumlu olması ona bütünlük kazandırır. Filmin bölümlerini bir arada tutmak için ana temayı doğru seçmek ve iyice pişirmek gerekir. Ahmet Uluçay sineması, bütün bu ayrıntıları kırk yıllık emeklerin sonucunda kuyumcu işçiliği titizliğiyle işlemeyi başarabildiği için, sinemamızın –eğer en iyisi değilse- en iyilerindendir.

Ayrıntılar üzerinden de değerlendirmeler yapılabilir: Filmin son derece sade bir dille örülü olması önemlidir. “Ceviz sahnesi” muhteşemdir. Kütahya’nın toplumsal dokusuna uygun olan, dini ritüellerle bilimin sentezlendiği sahneler tamamen gerçeğe uygundur. Filmin en zayıf bölümü final sahneleridir. Doğa sahneleri konuyu çözümsüz bırakır. Ama bu da, neredeyse hayatında deniz görmemiş bir yönetmenin bilinçaltının gerçekliğidir. Zayıf olan diğer konu, filmin Ahmet Uluçay’ın trajik biyografisine kısmen dokunabilmiş olmasıdır. Ahmet Uluçay’ın kendisi, filmden çok daha büyük kalır.

Filmi dikkatlice izleyen herkes işlenen konuda kendi hayatından bir parça yer olduğunu görebilir. Tam da bu yüzden film, evrensel değer kazanır.

Ahmet Uluçay’ın bütün benliğini sinemayla kuşatan tutkular, bizim gibi yoksulları sosyalizm düşüncesiyle sarıp sarmalar. Ahmet ve bizim, toplumsal sorunlara çözüm üretmek için kullandığımız araçlar farklı olabilir, ama bu farklılık uğraştığımız sorunların aynı olmadığı anlamına gelmez. Farklı zamanlarda kimimiz sinema makinesiyle, kimimiz sosyalizm düşünceleriyle tanışıp proletaryan zaruretlerin içinden hayata bakabiliriz.