Herkes İçin Sağlık, Herkes İçin Barınma: Sovyetlerde Sağlık ve Barınma Politikaları

Kapitalizmin yaldızları dökülürken ütopya olarak uzak hayallere ötelenmiş ve örselenmiş “sosyalizm” yaşamak ve yaşatmak için tek gerçeklik olarak belirirken “işte kral çıplak” dedirtiyor. Sosyalizm hayal değil. Yaşamak için yalnızca bir ön koşul.

Küresel bir salgın ikliminin içerisinde nefes alıp verdiğimiz şu günlerde, kapitalizmin derinleşen krizlerinin geldiği aşamayı, gündelik yaşamlarımızda kolektif bir şekilde deneyimliyoruz. Kapitalizmin dayandığı sınırlara, emperyalizmin ve batının göz bebeği olan “sosyal devlet” politikalarının, sağlık sistemlerinin çöküşüne, evde kalamayanların geçim krizine, evsizlerin ve mültecilerin barınamayışı/barındırılamayışına, o parlak kapitalizm paradigmasının iflasına şahit oluyoruz.

***

Kapitalizmin krizden çıkış ve sürdürebilirliğinde yeni bir inşa sürecini başlatan 1980 momenti tarihi bir ibreyi imler. Zira 80’lerin başları itibariyle hız kazanan neoliberalizm çağının kapıları ardına değin açılmış, piyasa ve özelleştirme uygulamalarıyla kamusal alan ve istihdamda geleneksel yapı kökünden değişikliğe uğratılarak, sermayenin çıkarlarına göre yeniden tasarlanmıştır.

Bu politikaların bir parçası olarak hayata geçirilen özelleştirmelerden, konut ve sosyal güvenlikle birlikte en çok etkilenen alan sermaye açısından devasa bir kar kapısı olarak görülen sağlık hizmetleri olagelmiştir.

Tüm istihdam biçimlerinde olduğu gibi sağlıkta da “Sağlıkta Dönüşüm Programları ve Projeleri”yle birlikte kadrolu ve güvenli istihdam biçimi esnek istihdam biçimine dönüştürülmüş ve esnek, çok parçalı, yarı zamanlı, güvencesiz istihdam biçimleri, farklı iş mevzuatlarına tabi, farklı ücret ve özlük haklarına sahip çok boyutlu ve güvencesiz kadro tipolojilerini ortaya çıkarmıştır.

Verili kapitalizm koşullarında, zaten hiçbir zaman ücretsiz ve kaliteli verilmemiş olan sağlık hizmetlerinin, neoliberalizmin omurgasına oturtularak, tümüyle özel sektöre doğru açılmasıyla birlikte, hastane binasından, sağlık çalışanına, hastadan tedaviye her şey piyasa içindeki alınıp satılabilir bir metaya dönüştürülmüştür.

İşte bugün, bu metalaşmanın boyutlarını ve sermayenin geldiği aşamayı, karşı karşıya olduğumuz küresel salgın koşullarında bizzat yaşıyoruz. Salgın koşullarıyla birlikte kitlesel bir görünürlük kazanan sağlık, barınma, sosyal güvenlik, temiz ve erişilebilir su ve gıda sorunları yumağı kapitalizmin doğasını tüm çıplaklığıyla dışa vururken, bizzat sermaye tarafından çitlenen zihinlerimizde ise yeni bir ufuk ve tahayyül kapısı da aralanıyor.

Tahayyülün de kapitalizmin tahribatına uğrayarak krize tabi olduğunu gören bir yerden, post-corona tartışmalarına işçi sınıfının iktidarı ele geçirdiği 1917 Ekim Devrimi üzerinden bir katkı sağlamak niyetiyle, Sovyetler Birliği’nde yürütülen sağlık, barınma ve sosyal politikalara bugünün güncelliğinde yeniden bakmayı deneyeceğim.

Sovyetlerde Sağlık Sisteminin Yeniden İnşası

1917 Ekim Devrimi ile iktidarı alan Bolşevikler, sınıfsız ve sömürüsüz bir dünya yaratma hedefiyle kolları sıvayarak, sanayiden tarıma, eğitimden sağlığa, bilimden sanata değin hemen her alanda köklü değişiklikler yaptılar.

Çarlık Rusya rejiminde sağlık hizmetleri tümüyle kraliyet ailesinin tekelindeydi ve bu hizmetler saray, soylular ve sarayın ordusunun sahip olduğu bir ayrıcalık idi. Halkın sağlık ihtiyacı ise, temel insani bir hak olmaktan öte, kimi hayır kurumlarınca kısmi olarak karşılanan bir durumda idi.

Rusya gibi coğrafi olarak büyük ölçekte ve oldukça kalabalık nüfusa sahip bir ülkede, kamusal hastaneler yalnızca belli büyükşehirlerde mevcuttu ve bu şehirlerdeki hastane ve sanatoryumlar da, yine zenginlerin hizmetine açıktı.

Ekim Devrimi ile birlikte, Bolşevikler iktidarı aldığı andan itibaren, işçi sınıfının yaşam koşullarının siyasal ve toplumsal alanda örgütlenişi, sosyalist bir toplumun inşası çerçevesinde gerçekleştirildi. Bu doğrultuda emekçilerin çalışma koşullarından, işçi sağlığı ve güvenliğine, sosyal politikalardan, konut, temiz su, temiz gıda, sağlık, anne ve çocuk sağlığı, eğitim, kültür ve işlerin toplumsallaştırılmasına kadar hızlı adımlar atılarak, kısa zamanda önemli mesafeler kat edildi.

Devrimle birlikte örgütlenmeye başlanan sağlık sisteminin temeline “halk sağlığı” ve “sağlık hakkı” ilkeselliği yerleştirilerek hareket edildi. Ve yeni toplumun inşası, bilimsel ve toplumsal bir program çerçevesinde planlandı.

Ekim Devrimi’nin hemen üç dört gün ertesinde, Kasım 1917’de devrimin ilk sağlık kararnamesi yayımlanarak, sağlık hizmetlerine erişim temel bir hak olarak ücretsiz hale getirildi, tüm işçiler sosyal güvence altına alındı. Sağlık sistemi önleyici, koruyucu ve tedavi edici kamu politikaları üzerine kuruldu. Tıp ve bilim siyasallaştığı oranda toplumsallaştırıldı.

Aralık 1917’de ilk kez Anne-Çocuk Sağlığı Departmanı kurulmasına yönelik kararname yayımlandı.

18 Haziran 1918 tarihli kararname ile sağlık hizmetleri merkezileştirilerek, Dr. Nikolay Aleksandroviç Semaşko başkanlığında Sağlık Bakanlığı (Halk Sağlığı Komiserliği) kuruldu. Lenin döneminde, Lenin ve Dr. Semaşko ortak imzalı en az yüz kararname uygulaması ile sağlık hizmetlerinde kurucu adımlar atıldı.

Yine 1918’de ardı ardına çıkarılan kararnamelerle hijyen yönetimi merkezileştirildi ve özel hijyen müfettişliği kurularak, ülkenin dört bir yanında kamuya açık hijyen hamamları yaptırıldı. Sağlık Bakanı Dr. Semaşko, sosyalizmin hekimlik anlayışını “sosyal hijyen” kavramı ile tanımlamış, “özel hastaneler ve muayenehaneler gölgenin güneşte kaybolduğu gibi yok olacaklar” diyerek ücretsiz ve nitelikli sağlık hizmetleri kapsamında özel hastanelerin ortadan kalkacağını belirterek, Sovyetlerin sağlık sisteminin ana izleklerini bu sözlerle beyan etmişti.

Bulaşıcı ve salgın hastalıklara karşı kolektif mücadele temelinde işçi komiteleri kurularak, sağlık politikalarının karar ve denetim merkezine halkın katılımı sağlandı. Halka yönelik temizlik ve toplumsal dayanışma kampanyaları örgütlendi. Aşılama zorunlu bir hizmet haline getirildi. Ülkenin dört bir yanında “Sanepid İstasyonları” denilen halk sağlığı merkezleri kurularak (İlki Ekim 1922’de kuruldu) hastalığın tedavisinden ziyade önlenmesi ilkesi bu istasyonlar aracılığıyla temel düstur haline getirildi.

Sovyetler Birliği, bu ilkeler ve uygulamalarla sağlık sistemini inşa eden ilk ülke olarak tarihe geçti. Zira hem sağlık hizmetlerinin ücretsiz ve önleyici ilkelerle bir hak olarak ele alınması hem hizmetlerinin merkezileşmesi ve Sağlık Bakanlığı’nın kurulması hem de Anne-Çocuk Sağlığının kurumsallaşması dünya tarihinin ilklerindendi.

Sağlık sisteminin temel ilkeleri, halk sağlığından doğrudan devletin sorumlu olduğu, herkese eşit ve parasız, önleyici, koruyucu ve tedavi edici sağlık hizmetleri çerçevesinde, tıbbın ve hijyenin toplumsallaştırılması ve halkın sağlık sistemine bizzat katılımı üzerine inşa edildi.

Her fabrika ve iş yerinde sağlık büroları kurularak, işçi sağlığı doğrudan iş yerleri üzerinden kontrol ediliyor, ayakta tedaviler bu bürolar aracılığıyla yapılıyordu. Her işçinin sosyal güvencesi olması yanında, her işçi günlük olarak fabrika ve iş yerlerinde muayene ediliyor, kişiye özel iyileştirici ve direnç sağlayıcı reçeteler belirleniyor, fabrikalarda özel diyet tabldotları hazırlanıyor, işçiler özel olarak spor aktivitelerine yönlendiriliyordu. Bu doğrultuda devrimden sonra Sovyet Rusya’da herkesin erişimine açık yüzlerce kamusal spor sahaları ve salonları inşa edilmişti. (1918’de sadece Moskova’daki spor salonlarının sayısı 100 idi.)

Tüm işçi ve emekçileri kapsayan “İşçi Sağlığını Koruma Yasası” da yine 1918 yılında bir kararname ile çıkarılmıştı. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında 1930’ların henüz başlarında 40 bilimsel araştırma enstitüsü kurulmuştu.

Sovyetlerin ilk yıllarından itibaren özellikle salgın hastalıklarla mücadele amacıyla birtakım yöntem değişiklikleri başlatılır ve bu doğrultuda vaka odaklı çalışan pozitivist tıp anlayışı terk edilmeye, tek tek olgulara müdahale etmek yerine önleyici toplumsal müdahaleler tıbbın ana gündemi olmaya başlar. Hastalıkların kökenlerini araştırmak ve toplumsal ilişkileri bu yönlü yeniden düzenlemek amacıyla çeşitli birimler kurulur. İşte tam da buradan hareketle tıp perspektifi ve eğitimi değiştirilecektir.

Bolşevikler, yeni toplumun sağlık ve hekimlik anlayışına çok özel bir önem atfederek, 1924’te tıp eğitimi perspektifini yeniden tanımlamışlar, 1930’lu yılların başlarında 100 tıbbi araştırma kuruluşuna, 76 bin doktor sayısına ulaşmışlardı. Halk sağlığı bünyesinde, tüberküloz, frengi, sıtma gibi özel araştırma bölümleri kurulmuştu. Salgın ve bulaşıcı hastalıklarla mücadelede, özel sağlık birimleri ve bilim kurumları inşa edilmişti.

1928 yılı itibariyle beş yıllık merkezi sağlık planları yapılmaya başlandı. Sağlık hizmetlerinin kapsamı her Sovyet yurttaşının yaşamına doğrudan yansımış, bu durum devrim öncesinde ortalama 32 yaş olan ölüm oranlarını da doğrudan etkileyerek, yaşam süresi ve kalitesi 1930’larda yüzde 29 oranında yükselmişti.

Konut ve Barınma Hakkı

Kapitalist sistemde her şey sermayenin kar güdümlü mekanizmasına odaklı olduğundan, kent ve toprak rantı dolayısıyla da konut, kar elde etmenin ana araçlarındandır, sosyalizmde ise toprak ve mekan halk yararı için kullanıldığı için, kent ve mekan kar elde etme aracı olmaktan tümüyle çıkar.

Rusya’da Ekim Devrimi’nin hemen ardından, toprak ve konut üzerindeki özel mülkiyet ortadan kaldırıldığı için, toprak ve konut doğrudan halkın ortak mülkü haline getirilmiştir. Konutun satın alınacak bir meta olarak piyasaya sunulduğu kapitalist sistemin tersine, Sovyetler Birliği’nde konut, bir meta olarak değil halkın gelir durumuna bakılmaksızın tüm yurttaşların temel hakkı olarak nitelendirilir ve Sovyetler Birliği Anayasası ile konut ve barınma hakkı güvence altına alınır. Konut hakkını temel insani ihtiyaç kapsamında ele alıp anayasasına geçirmesi bakımdan da dünyadaki ilklerden birini gerçekleştirmiş olur Sovyetler.

Sovyetler Birliği Anayasası 6. Maddesi şöyle der: “Toprak, doğal kaynaklar, sular, ormanlar, değirmenler, fabrikalar, madenler, demir yolları, su ve hava taşımacılığı, bankalar, posta, telgraf ve telefon, devletin büyük tarım işletmeleri ile belediye işletmeleri ve kentlerdeki konut işletmeleri ve sınai bölgeler, devlet mülkiyetidir ve bundan dolayı tüm halka aittir.”

Sosyalizmin inşasında, hak ve eşitlik temelinden yola çıkılarak, sosyalist bir kent ve yaşam planlamasına girişilmiştir.

Bu doğrultuda, barınma temel bir hak olarak ele alınarak, her Sovyet ülkesinde kullanım hakkı ve kira bedelinde kimi standartlara gidilmiştir. Toprak ve konut üzerindeki özel mülkiyet kaldırıldığı için hiç kimseye konutların mülkiyet hakkı verilmez, bunun yerine herkese eşit oranda kullanım hakkı verilir. Bu doğrultuda konut ve gaz, elektrik, ısınma, su ve çöp toplama bedeli aylık gelirin yüzde ikisini geçmeyecek şekilde kira ve ihtiyaç beledi alınır, bu bedel tüm Sovyet ülkelerinde eşit ve aynıdır.

Sovyetler Birliği’nin çöküşü ardına, barınma ve sağlık politikalarındaki eşit parasız ve hak temelli yaşamın üzeri, kapitalist sistemin yarattığı “tek tipleşme” miti ile örtülmeye çalışılmıştır. Kapitalizm, Sovyetlerin çöküşünün yarattığı sarsıntıdaki çatlaklar arasından sızarak, “komünist grisi” kentler karşısında, parlak yaldızlı kentlerini pazarlamaya girişmiştir.

İçerisinde konumlandığımız küresel kapitalist sistemin mekan politikaları, mekanı, yaşamı ve bireyi sistemin isteklerine göre sürekli yeniden güncelleyen mekan üretimlerini içerir. Sermaye, doğanın ve kentin talanıyla birlikte yükselen inşaat sektörünü başat çarklarından biri haline getirmiş, özellikle neoliberal rejimle birlikte, 80’ler, 90’lar ve ülkemizde de kitlesel olarak 2000’li yılların başından itibaren, inşaat sektörüyle eşgüdümlü ilerleyen bankaların “düşük faizli konut kredisi” politikaları ile borçlandırma sistemine dayalı konut alımını teşvik edegelmiştir. Dolayısıyla talep patlamaları yaşanırken, bankalardan çekilen konut kredilerinde muazzam zirveler ve borç krizi de oluşmuştur. Bugün bir kriz zirvesine yerleşen konut fiyatları hem satışta hem kira bedellerinde fahiş rakamlara ulaşmıştır.

Öyle ki küresel salgın günlerinde, dünya genelinde egemen ülkelerin kriz yönetimlerinde genel söylem olarak “evde kal” söylemi tercih ediliyor, amma ve lakin söylemin çürüklüğü, bugün devasa bir barınma sorunu olarak, sokaklarda yaşayan ve ölen evsizler ordusu gerçekliği olarak dışa vuruyor. Sağlık hizmetlerine eşit ve aynı nitelikte erişimin mümkün olmadığı derinleşen sınıfsal uçurumlar gerçekliği olarak, bilimden ve toplumsallıktan uzak politik yaptırımlar olarak dışa vuruyor.

Peki ya kapitalizme mahkum muyuz, ötesi bir hülyalı hayalden mi ibaret? Ekim Devrimi, tozlu raflara kaldırılmış kitabi güzel kelimelerden mi ibaret?

Kapitalizmin yaldızları dökülürken ütopya olarak uzak hayallere ötelenmiş ve örselenmiş “sosyalizm” yaşamak ve yaşatmak için tek gerçeklik olarak belirirken “işte kral çıplak” dedirtiyor.

Sosyalizm hayal değil. Yaşamak için yalnızca bir ön koşul.

 

Referanslar:

-Makaledeki yıllara göre rakamsal veriler John Adams Kingsbury ve Sir Arthur Newsholme’ün 1933 yılında yazılan “Kızıl Tıp” kitabından alınmıştır.

-Sovyetler Birliği Anayasası’ndan yararlanılmıştır.