Devrimin Rapsodisi: Lenin ve Bolşevikler-Ferit Burak Aydar ile Röportaj

El Yazmaları’nın Notu: 22 Nisan 1870’de dünyaya gelen 1917 Ekim Devrimi’nin lideri Lenin, 150. doğum gününde bütün dünyada anılıyor. Kapitalizmin ekolojik, ekonomik ve siyasal krizde olduğu, bütün bir canlı yaşamı yok etmeye doğru hızlı adımlarla ilerlediği günümüzde Lenin sadece anılmıyor; başka bir dünyanın mümkün olduğunu savunanlarca bir eylem kılavuzu olmaya devam ediyor. Lenin’in 150. doğum günü vesilesiyle bir dosya içeriği hazırladık. Bu dosya kapsamında, Lenin’nin yazılarını derleyen, kitaplarını çeviren, aynı zamanda “Devrimin Rapsodisi” kitabının yazarı olan Ferit Burak Aydar ile Lenin ve devrim üzerine gerçekleştirdiğimiz röportajı okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

Lenin’in 150. doğum yılı vesilesiyle, “Devrimin Rapsodisi” kitabınızdan hareketle, Lenin ve Devrimi konuşmak istiyoruz. Öncelikle Ekim Devrimi ve Lenin’in tarih yazımına nasıl yansıdığını, Lenin ve devrimin galat-ı meşhurlarını, ikilik yaratan tarih yazımının yarattığı tahribatları sorarak başlayalım?

Her tarihî hadise gibi Bolşevik Devrimi de çok farklı yönlerden çarpıtıldı. Öyle ki yirminci yüzyıl tarihini takip ederek, Devrim’in çarpıtılma çizgisini de takip etmek mümkün. İktidarın alınmasından sonraki kısa süreyi saymazsak, SSCB’nin yıkılışına kadar tarih yazımına damga vuran okul, daha doğrusu okullar tahrifat okulları oldu.

Soğuk Savaş’ın iki cephesi, Stalinist diktatörlük ve kapitalist demokrasiler bu devrimi kendi güncel ihtiyaçlarına uygun olarak çeşitli şekillerde tahrif ettiler. Hiç eğip bükmeye gerek yok, kitaptan bile sayılmaması gereken ama bugün hâlâ derslerde okutulan yığınla çerçöp üretildi. Bu nedenle bugün ortalama bir okurun devrim hakkında bildikleri genellikle bu tahrifat okullarının yalanlarıdır. Çok basit bir örnek: Lenin’le ilgili fikri olanların kaçı Lenin’in eserlerini okumuştur? “Ben pratiğine bakarım” diyenlerin o pratiğe ulaşabilmelerinin önü tıkalıyken, moloz yığınını birazcık aralayabilmek için bu eserlere inmek şartken, Leninist olanların bile Lenin’in eserlerine teveccüh göstermediği bir düşünce ikliminden bahsediyoruz. Hal böyle olunca, elbette galebe çalan en güçlü olan, yani burjuva tarih anlayışı oldu. Ben kitabımda tam da bu kara deryalarda bir fener olan az sayıdaki yazarın eserlerinden hareketle bu tahrifatı temizlemeye çalıştım.

Bir örnek vereyim: Bugün gerek sağdan gerek Bolşeviklere mesafeli soldan gelen yorumlarda Ekim Devrimi’nin hâlâ kitlelere dayatılmış, onların iradeleri dışında gerçekleşmiş bir olay olarak resmedilmesi yaygın bir alışkanlıktır. Buna göre Bolşevikler köyden kente yeni göç etmiş ve daha gözü açılmamış toy işçileri ve öfkeli askerleri kışkırtıp kendi diktatörlüklerini kurmuşlardır. Oysa veriler ve olgular tam tersini söylüyor. Bolşeviklerin esas kitlesinin manipülasyona açık cahil kitleler değil, işçi sınıfının en vasıflı, en okuryazar, en kentli, hattâ Viborg ilçesindeki metal işçilerinde olduğu gibi en yüksek ücret alan katmanları olduğunu gösteriyor. O cahil diye küçümsenen kitlelerse, bugün dünyanın her yerinde en sağcı, en ahmak siyasetçilere oy vererek kendilerini aptal yerine koyan milyonlardan çok daha bilinçliydi. Tam da bu nedenle sandık aldatmacasıyla ilgilenmeyip, kendi göbeklerini kendileri kesmeye karar vermiş ve birçok siyasi seçeneği denedikten sonra Bolşeviklerde karar kılmışlardı.

Lenin’le ilgili fikri olanların kaçı Lenin’in eserlerini okumuştur? “Ben pratiğine bakarım” diyenlerin o pratiğe ulaşabilmelerinin önü tıkalıyken, moloz yığınını birazcık aralayabilmek için bu eserlere inmek şartken, Leninist olanların bile Lenin’in eserlerine teveccüh göstermediği bir düşünce ikliminden bahsediyoruz. Hal böyle olunca, elbette galebe çalan en güçlü olan, yani burjuva tarih anlayışı oldu.

1917 Şubat ve Ekim Devrimi’nin karakterini ve bu olağanüstü koşullarda Lenin’in tarihsel rolünü nasıl tariflersiniz?

Elbette bu devrimcilerin kendi iç meselesi. Ama bu da ne yazık ki Troçki düşmanlığından ötürü çarpıtılan, yanlış anlaşılan bir konudur. Ne yazık ki diyorum zira kaş yapayım derken göz çıkartılmış, yanlış bir anlayış savunularak karşıdevrimci burjuvazinin eline koz verilmiştir.

Ekim Devrimi’ni açıklamaya çalışırken kâh Lenin’in 1917’de eskimiş bir formül dediği “proletaryanın ve köylülüğün devrimci-demokratik diktatörlüğü”nden kâh Menşeviklerin baş tacı ettikleri “önce burjuva devrimi, sonra proleter devrimi” anlayışından medet umulmuş, böylece Ekim Devrimi’nin temel niteliği anlaşılamamıştır. Oysa tarihi bir anlığına tarihselliğinden ayırıp günümüze taşıyacak olsak, o günkü devrimin niteliğini en kolay anlayabilecek olan bugün baskıcı bir rejimde yaşayan bizleriz.

Şöyle ki, 1917’de devrimin, sosyalist devrimin önünde çözüm bekleyen bir sürü burjuva-demokratik görev vardı. Ne demek bu “burjuva demokratik görevler”? Yani tek başına alındığında burjuva düzenin kapsamını aşmayacak değişiklikler. Bugün bizde mesela ifade, örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller, kadın-erkek eşitliği gibi bu kapsamda sayısız başlıktan bahsedilebilir. O günse bir meclisin olmaması, köylülerin toprak sorunu, ulusal sorun(lar) şeklinde bir yığın burjuva-demokratik görev vardı.

Peki bu sorunları kim çözecekti? Menşevikler düz bir mantıkla, madem bunlar burjuva-demokratik görevler, o halde burjuvazi çözecek diyordu. Sosyalistlerin ezici çoğunluğu bu fikirdeydi ki, Lenin de uzunca bir süre bu çizgiden tamamen uzaklaşamamıştı. Ama Nisan 1917’de Rusya’ya dönüp devrimin seyrini değerlendirdikten sonra, Troçki’yle aynı görüşü savunmaya başladılar. Lenin “eski düşünme tarzına göre, burjuvazinin egemenliğinin ardından proletarya ve köylülüğün egemenliği, proletarya ve köylülüğün diktatörlüğü gelebilir ve gelmelidir” diyordu, oysa yeni düşünme tarzı bize başka bir şey anlatıyordu.

Bugün ülkedeki demokratik sorunları köklü bir şekilde hiçbir burjuva partisinin çözmeyeceğini, çözemeyeceğini biliyoruz. Lenin ve Troçki de kendi yaşadıkları ülkede bunu görmüşlerdi. Buradan çıkardıkları sonuç şu oldu: Acil görevleri bakımından burjuva-demokratik aşamada başlayan devrim, burjuvazinin acizliği, küçük burjuvazinin iktidarsızlığından ötürü derhal sosyalist devrime ilerler ve burjuvaziyi önce siyasi, sonra ekonomik açıdan mülksüzleştiren, yani sosyalist devrimi gerçekleştiren proletarya devrimi süreklileştirmiş olur. Fakat hiçbir ülke sosyalist devrimin görevlerini tek başına çözemez, hele hele 1917 yılının geri Rusya’sı hiç çözemez. Bu yüzden ulusal arenada başlayan devrim, bir kez daha süreklileşir ve topu dünya devrimine, ileri ülkelerin proleterlerine atar.

Ekim Devrimi, deyim yerindeyse, bu mavi kopyaya göre gerçekleşmiştir. Bolşevikler iktidarı alıp demokratik sorunları sosyalist devrime geçerken çözmüşlerdir. Burjuva -demokratik devrimin sorunları Şubat’tan sonra değil, Bolşeviklerin Sovyetlere önderlik ederek iktidarı aldıkları Ekim’den sonra çözülmüştür. Burjuva devrimle sosyalist devrim iç içe geçmiş, burjuva devrimi sosyalist devrime süreklileşmiştir. Başka bir deyişle, devrim, iktidarın farklı iki sınıfın (burjuvazi ve sonra proletaryanın) elinde olduğu iki ayrı aşamada değil, iktidarın bir ve aynı sınıfın (proletaryanın) elinde olduğu bir süreklilik içinde tamamlanmıştır. O yüzden Ekim Devrimi hem burjuva-demokratik devrimdir hem sosyalist devrimdir.

Fakat ne yazık ki Troçki’ye ve onun Sürekli Devrim tezine saldırmak adına, bulduğu her görüşe, kime ve neye hizmet ettiğine bakmadan sarılan Stalinistler, Lenin’in Nisan ve Ekim ayları arasında, yani henüz Ekim’deki Bolşevik Devrimi burjuva-demokratik devrimin sorunlarına, demokratik dönüşüm sorununa el atıp bu sorunları eksiksizce çözmeden önce yazdıklarını alıp kullanmış ve Şubat Devrimi’ni burjuva devrimi olarak takdis etmişlerdir.

Buna göre, Şubat Devrimi burjuva devrimi, Ekim Devrimi de proleter devrimidir. Böylece önce birinci aşama, sonra ikinci aşama tamamlanmıştır.

Bir sosyalist açısından bu görüşün iler tutar yanı yoktur. Her şey bir tarafa, Rus burjuvazisine, aleni düşmana ve küçük burjuva devrimcileri olan Menşeviklere ve SR’lere olduğundan büyük bir anlam, aracılık ve tarihsel rol atfetmektedir. Bolşevizmin özü, gerek Nisan Tezleri’nden önce gerekse de sonra, burjuvazinin kendi devrimini bile yapamayacağı iddiasına, küçük burjuva demokrasinin (Menşevik ya da SR) ise demokratik sorunları çözme konusundaki acizliğine, ya da burjuva iktidara iltihak etmesinin kaçınılmazlığına dayalı olmasına karşın; Stalinizmin yaptığı gibi, Şubat’ı bir “burjuva devrimi” olarak nitelendirmekle tüm bu Bolşevik mevziler terk edilmektedir. Burjuva-demokratik devrimin temel görevlerinden hiçbirisi Şubat’la birlikte çözülmemiştir (Çarlık’ın yıkılması da Bolşevikler el atmasa birkaç aya tersine dönecekti). Tersinden bakıldığında, eğer çözülmüş olsaydı zaten Ekim olmazdı zira Bolşevikler demokratik iştiyakları karşılanmış köylüleri ve küçük burjuva kitleleri programlarına kazanamayacaklardı.

Devrimler her zaman birden çok motorla hareket eder. Dolayısıyla her zaman çoklu belirlenimden bahsetmek gerekir. Bolşevikler her şeyden önce sıkı örgütçülerdi ve çalışkanlardı. Lenin’in “sabırla anlatın” uyarısına istinaden yılmadan, korkmadan yirmi küsur yıl boyunca faaliyet yürüttüler. Ama çalışkan olmak yetmez. Aynı zamanda doğru fikirlere sahip olmak gerekir. Bolşevikler Lenin’in siyaset teorisine en büyük katkısı olan örgütlenme teorisi sayesinde devrimin olağanüstü koşullarında diğer partiler gibi bölünmek bir tarafa, devrimin en iyi unsurlarını da kendilerine çekerek büyüdüler. Lenin’in dehasının ürünüdür bu.

1917 devrim günlerinde Sovyetlerde öncülüğün Bolşeviklere geçmesindeki nedenler sizce nelerdi? Ayrı ayrı Bolşeviklerin ve Sovyet’in alameti farikası nedir?

Devrimler her zaman birden çok motorla hareket eder. Dolayısıyla her zaman çoklu belirlenimden bahsetmek gerekir. Bolşevikler her şeyden önce sıkı örgütçülerdi ve çalışkanlardı. Lenin’in “sabırla anlatın” uyarısına istinaden yılmadan, korkmadan yirmi küsur yıl boyunca faaliyet yürüttüler. Ama çalışkan olmak yetmez. Aynı zamanda doğru fikirlere sahip olmak gerekir. Bolşevikler Lenin’in siyaset teorisine en büyük katkısı olan örgütlenme teorisi sayesinde devrimin olağanüstü koşullarında diğer partiler gibi bölünmek bir tarafa, devrimin en iyi unsurlarını da kendilerine çekerek büyüdüler. Lenin’in dehasının ürünüdür bu. (Tabii Lenin’in örgütlenme teorisi derken Ne Yapmalı?’da yazan görüşleri anlamamak gerekir, ama bu ayrı bir bahis.)

Bir diğer başlık, Bolşevikler demokratik görevlerin sosyalist görevlere bağlanmasının kaçınılmaz olduğunu anlamışlardı.  Bu sebeple kitlelerin en içgüdüsel-temel taleplerinden de en örgütlü hareketlerinden de kopmamışlardı.

En örgütlü hareketleri derken de Sovyet’ten bahsetmek gerekir.

Mücadelenin görece durgun olduğu ya da milyonlar halinde kitleselleşmediği koşullarda işçi sınıfı açısından en pratik örgütlenme türü, işyerindeki sorunlarını doğrudan ifade edebileceği sendikalardır. Olağan dönemlerde ülke genelindeki sorunlarını birlikte çözecek bir kitleyi bulamayan ya da bunun için gerekli “kondisyon”a sahip olmayan kitleler tam da sendikalar yoluyla işyerindeki somut sorunlar üzerinden örgütlenir ve belli kazanımlar elde ederler. Fakat sendikalar işçileri belli parçalar halinde (pratik şekilde) örgütlemesi bakımından olağan dönemlerde yararlıyken, mücadelenin yükselmesiyle birlikte bu kucaklayıcı rolü oynayamaz hale gelir.

Düne kadar mücadelenin uzağında durmalarına karşın bugün milyonlar halinde sökün eden kitleleri ne sendikalar ne partiler kucaklayabilir. O anki bilinçlerine de uygun olarak, mücadeleye atılan herkesi asgari müşterekte birleştirecek, milyonları kucaklayacak geniş tabanlı örgütler zaruri hale gelir (Gezi’deki Park Meclislerini hatırlayalım).

İşte Rusya’da Sovyet (yani işçi meclisleri ve sonrasında köylü meclisleri) bu bağlamda ortaya çıktı. Kapitalizmin olağan dönemlerinin aksine, devrimci dönemlerde milyonlar siyasetle aktif bir şekilde ilgilenmeye başlarlar ve bu ani ilgi, kitlelerin o anki bilincine uygun çok geniş tabanlı bir örgütlenmeyi gerekli kılar. Tam da bu nedenle hemen her devrimde milyonları kucaklayan öz-örgütler ortaya çıkar. Onların siyasi tercihlerini doğrudan, hemen yansıtabilecek bir organ olarak Sovyetler, kapitalist toplumun siyasal yapısındaki bu değişikliğin (kitlelerin ataletinden siyasete aktif katılıma geçişin) en somut ifadesi olur. Bu öz-örgütlerden bazıları önüne kısmi görevler koyarken, kimileri de genel niteliğe sahiptir; kimi yerde halk meclisi kimi yerde komite adını alsa da, her zaman hareketin çekim merkezi haline gelir.

Bolşevikler bu örgütün devrimin devindirici gücü olacağını anlamışlardı ve yılmadan, usanmadan Sovyetleri iktidar organı olarak işaret ettiler. Ve bu sayede kendi öznel güçlerinin çok ötesinde bir kitleye ulaşıp onlara önderlik edebildiler ama tabii bunun nedenlerini ve gelişimini anlatmak başlı başına bir kitabı gerektirir.

Sovyetler Birliği’nde barınma, sağlık, sosyal güvenlik politikaları nasıldı? Sovyet politikalarının günümüz uygulamalarına işaret ettikleri neler olabilir?

Bolşevik Devrimi’nin en büyük kazanımı kapitalist anarşiye muhtaç olmadığımızı göstermesi olmuştur. Marksizmin kurucularının da Lenin ve Troçki’nin de sosyalist toplumun nasıl bir sistem olacağına dair kafalarında dört başı mamur bir plan yoktu. Marx zaten bu nedenle mevcut durumu ortadan kaldıran harekete komünizm diyoruz demiş; Gotha ve Erfurt programlarının eleştirisini ve birkaç eseri daha saymazsak, devrim sonrasına dair net bir program ortaya koymamışlardı. Fakat bazı temeller yok değildi elbette.

Bunların başında üretim araçlarının devletleştirilmesi (ya da belli yerlerde kooperatifleştirilmesi) ve planlı-merkezî ve ihtiyaca dönük üretime geçilmesi geliyor. Bu ekonomik tedbir dış ticaret tekeli ve kalkınma planları gibi belli sacayakları üzerinde yükselse de en önemli unsur ihtiyaca dönük merkeziyetçi-demokratik planlı ekonomi vurgusudur. Rusya’daki Stalinist karşıdevrim Sovyet iktidarının olmazsa olmazı olan demokratik planlamayı (ve aslında dolayısıyla Sovyetleri) ortadan kaldırmış olsa da, devletleştirilmiş merkezî ekonomiye tutunmuştu ve bu sayede SSCB sağlık, eğitim gibi alanlarda muazzam bir ilerleme kaydedebilmişti.

Parasız eğitim, parasız sağlık, yer yer parasız ulaşım ve konut, bunlar müthiş kazanımlardır. Bugün de insanlığın sorunlarını çözecek olan yegâne üretim tarzı budur, ama bir şartla! Üretim, kitlelerin başındaki küçük bir azınlığın eline terk edilmeden, bütün çalışanların planlama sürecine anbean dâhil oldukları bir tarzda örgütlenmelidir. Yani ihtiyaca dönük demokratik, planlı, merkeziyetçi devletleştirilmiş ekonomi.  Kapitalist mezalimden başka bir çıkış yolu yok!

Dünya çapında Marx’a ve Lenin’e, dolayısıyla sosyalizme ilginin arttığı bir dönemi yaşıyoruz, bu yazın ve yayıncılık alanına da farklı biçimleriyle yansıyor, bugünün koşullarında Lenin’e odaklanmak ve devrimi kavramının manasını nasıl, nerede görüyorsunuz?

Lenin olmalı! Hiç eğip bükmeye gerek yok. Yirminci yüzyılın en önemli siyasetçisidir, gerek teorisi gerek pratiğiyle. Tam da bu nedenle bu kadar iblisleştirilmektedir.

21. yüzyıl koşullarında Leninist parti olanaklı mı? Günümüzün devrimci komünist öznesi nasıl Leninist olabilir?

Elbette mümkün ama Lenin’in ta 1920’lerin başında katıldığı son Komintern koşullarında söylediklerini hatırlayarak. 1917 öncesindeki Bolşevik partiyi birebir kurmak mümkün değil. Ama onun temel ilkeleri hâlâ aslidir.