İşçi Sınıfının Tarihcil Görevi – Hikmet Kıvılcımlı

El Yazmaları’nın Notu: Koronavirüs salgınıyla birlikte kapitalizmin sadece işçileri ve emekçileri değil bütün canlı yaşamı yok etmeye çalıştığı daha açık bir şekilde ortaya çıktı. Sosyalizm mücadelesi bütün canlı yaşamın kurtuluşu olarak bir adım daha öne çıkmakta. İçinde bulunduğumuz 1 Mayıs ise bu kurtuluş mücadelesinde tarihsel bir önem taşıyor. Bu bağlamda hazırladığımız 1 Mayıs dosyası kapsamında Türkiye devrimci hareketinin önderlerinden Hikmet Kıvılcımlı’nın “İşçi Sınıfının Tarihcil Görevleri” yazısını siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Sevgili İşçi Kardeşlerimiz[1];

Hângi Cehennemde nasıl yakıldığımızı, siz herkesten iyi biliyorsunuz: Ne zaman kanunca ve insanca hak aramaya kalksanız önünüze kimler çıkıyor? Besbelli. Önce Patronun her zamanki bekçi köpekleri sizi ürkütmeye çalışıyorlar.

O sökmedi mi, Patron, sizin, bizim içimizden yüzde bir iki zayıf ruhlu, zayıf yürekli, zayıf vicdanlı toy, câhil biçare işçi arkadaşı kandırıyor. O kandırılmış beş on satılık kul köleyi silâhlandırıyor: Paralı asker gibi üzerimize sürüyor.

Bu üç beş kuruş bahşiş almak, yahut işinde kayrılmak, işinden atılmamak için kendi öz kardeşinden yakın olan işçi kardeşleri üzerine tabancalarla, bıçaklarla saldırtılan zavallılar çoğu hâin oldukları için korkak çıkıyorlar. Sizin silâhsız, kendilerinin silâhlı olmaları bile yetmiyor. Elbirliği etmiş yüzlerce, binlerce işçi kardeşimiz önünde, o ciğerlerini beş paraya Patron alçağına satmışlar bozuluyorlar.

O zaman, İşverenin Karakolda, yahut Müdüriyette peylediği bir iki kanun çiğner, yahut rüşvetçi Devlet Silâhlı güç âmiri kışkırtılıyor. Gizli yollardan işçiler düşman gösterilerek çağırılıyor. Onlar, hakkını arayan çalışan işçi yurttaşa vurmanın suç olduğunu biliyorlar. Kendilerini cezadan kurtarmak için: O beş on işçi hâinini önlerinden iterek yedeklerine alıyorlar. Hep birden namuslu çalışkanlara can düşmanı gibi saldırıyorlar.

Nerede fabrika, İşyeri varsa, her gün, her saat işlenen bu cinayetler, büyük şehirlerin dışındaki ıssız işçi semtlerinde, Kanunun göremeyeceği umdukları sapa kırlarda, vahşi yerlerde geçiyor. Ama sizin gözleriniz önünde haksız saldırının bir noktası bile gizli kalmıyor. Her ân kurşunlanan, bıçaklanan biz işçileriz.

Ne işyerinde rahat bir soluk alabiliyoruz, ne evimizde çoluk çocuğumuzla emniyette yaşayabiliyoruz. Son zamanlar, artık işçi olmak, dağ başında eşkıya eline esir düşmekten bin kat beter oldu. Nedir bu başımıza gelenler? İşçi olduysak günaha mı girdik? Ne istiyorlar kan ter dökerek geceli gündüzlü çalışanlardan?

Sevgili işçi kardeşlerim. Bu başımıza gelenlere, dünyanın her yerinde “Sosyal Sınıflar Savaşı” denir. Biz işçiler her yerde, barışçıl yoldan en basit insanlık hakkımızı arıyoruz. İşverenler, hemen bekçi köpeklerini, külhanbeylerini, aylıklı askerlerini açıktan açığa silâhlandırıyorlar. Biz işçilere karşı tabancalı, tüfekli, hançerli Sınıflar Savaşını kışkırtıyorlar.

Boyuna emeğimizle Patrona 10 değer yaratıyoruz. Patron bize 3 değerlik bir gündelik vermiyor. Üstelik bin hakaret, baskı yetmiyor. Aylıklı askerlerle kurşun, dipçik yağdırılarak, hürriyetimize, hayatımıza kastediliyor. Neden işçiye dağdaki hayduttan daha kötü gözle bakılıyor?

Sevgili işçi kardeşlerim. Bu başımıza gelenlere, dünyanın her yerinde “Sosyal Sınıflar Savaşı” denir. Biz işçiler her yerde, barışçıl yoldan en basit insanlık hakkımızı arıyoruz. İşverenler, hemen bekçi köpeklerini, külhanbeylerini, aylıklı askerlerini açıktan açığa silâhlandırıyorlar. Biz işçilere karşı tabancalı, tüfekli, hançerli Sınıflar Savaşını kışkırtıyorlar.

Demek biz istesek de, istemesek de, İşveren sınıfı işçilere karşı sürekli Sınıflar Savaşını hiç utanmaksızın sürdürmektedir. Üst katlarını pençesinde tuttuğu Devletin silâhlı güçlerini de kendi özel köpekleri, aylıklı askerleri ile birleştirmenin hileli yollarını arıyor. Ve ne yazık ki, sık sık o fırsatı da buluyor.
Bir karısından dayak yemiş komiser, bir âferin budalası çavuş, açlıktan nefesi kokan bir rüşvet delisi temditli seçiyor. Bizim gibi köylü, şehirli işçi olan Mehmetçikler, işsizlikten kırılmış Polis memurcukları, kimsenin görmediği yerlerde üzerimize ateş etmeye zorlanıyorlar. Sonra, karşımıza geçen işveren sınıfı, biz işçileri hiç utanmadan Sınıf Savaşı yapmakla suçluyor. Yavuz hırsız işveren, Ev sahibi işçi sınıfını böyle şaşırtıyor.

Böyle oldu bittiler önünde İşçi Sınıfımız ne yapacaktır? Zorla içine itildiği Sınıflar Savaşını görmezlikten gelmek de, şaşırmak da haydut Parababalarının ekmeklerine yağ sürmek olur. Onlar yaptıkları soygunlarını, kanlı haydutluklarını hâince, alçakça maskelemek için, örtbas edip herkesi aldatmak için: “Sınıflar Savaşı istemiyoruz!” diye ikiyüzlülüğün en namussuzcasını işliyorlar. Ve ardından gizli açık silâhlı adamlarını İşçilerin üzerine saldırtıyorlar.

Karagöz’deki çıfıt gibi: Hem vuruyorlar, hem “Ne vuruyorsun be!” diyorlar.
Bu kahpece oyunda şaşırmamak için istemeyerek başımıza açılmış bulunan Sınıflar Savaşını: Büyük İşçi Sınıfımıza yaraşır bir uyanıklılıkla açıkça görelim, duruca bilelim, bilincimize çıkaralım. 35 milyon Türkiye halkı içinde sayıları bir kaç bin zibidiyi geçmeyen bir avuç satılık; vatansız, millet sömürgeni, işçi düşmanı Parababası‘nın niçin her dakika halkımızı Sınıflar Savaşına zorladığını iyice kavradık mıydı, ondan sonrası kolaydı… Bu, kulağımıza küpe olması gereken Birinci Derstir.

Bir kaç bin kurnaz yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmaz. O bir kaç bin kurnaz, niçin ve nasıl: Çalışanların her günkü bir lokma ekmeğini bile çok görüyor; İşçi ve Köylü fukaranın çoluğunu çocuğunu, evini barkını darmadağın sokağa atabiliyor; hakkını arayan emekle değer yaratıcı insanlarımızın üzerine ikide bir süngü ateş, kurşun, sıkışınca tank, uçak yağdırabiliyor? Niçin ve nasıl mı? Çok basitçe: Siyaset İktidarını TEKEL’inde tutarak ve tutabildiği için… Bu, kulağımıza küpe olması gereken İkinci Derstir.

Çivi çiviyle sökülür. O, ciğeri beş para etmez, memleketin gümrüklerini “Batılı” dedikleri Parababalarına“Ortak Pazar” dalaveresine kurban ederek milleti resmen satan birkaç bin soyguncu ortada. Bu güruh madem ki, Politikanın su başlarını keserek, İktidarı tekelinde tutarak türlü canavarlıklarını yapabiliyor. Sonra, Meclise soktuğu Adamlarıyla kayıkçı dövüşleri çıkararak dikkati o hokkabazlıklara çekebiliyor. Sonra, ezik, bitik, aç, işsiz yığınlarımıza koleralı zemzem satarak, her çapulun ve haydutluğun “Din İman, Bin Mintan” adına yapıldığını da rahatça yutturmanın yollarını parayla, zorla, sürü sürü sözüm yabana “gizli” tarikatlarla arayıp bulabiliyor. Bunun önüne Siyasi İktidarı ele alma savaşından başka hiçbir şey geçemez. Bu, kulağımıza küpe olması gereken Üçüncü Derstir.

Bugün İktidarda tutunmanın tek şartı: Modern bir Sosyal Sınıfa gerçekten dayanmış, yedek sosyal güçleri akıllıca kullanabilen bir Öncü Örgüt (Siyasî Parti) ile olur. Çalışan yığınlarımızın Siyasî İktidarda tutunacak Örgütü, ancak İşçi Sınıfı Partisi olabilir.

İktidar lâfla alınmaz. Normal olarak Siyasî İktidar Savaşı yapacak bir Sınıf Partisi ile alınır. Bir askercil vuruş, bir çete baskını: Herhangi şartlı momentten, veya sürprizden yararlanarak İktidara çıkamaz mı? Belki çıkar. Ama İktidara çıkmak değil, çıkılan yerde tutunmak iştir. Bugün İktidarda tutunmanın tek şartı: Modern bir Sosyal Sınıfa gerçekten dayanmış, yedek sosyal güçleri akıllıca kullanabilen bir Öncü Örgüt (Siyasî Parti) ile olur. Çalışan yığınlarımızın Siyasî İktidarda tutunacak Örgütü, ancak İşçi Sınıfı Partisi olabilir. Bu, kulağımıza küpe olacak Dördüncü Derstir.

Fabrikaları, Yolları, Çiftlikleri, Sarayları; Şehirleri, Gecekonduları yapan ve işleten İşçi Sınıfımız, Devrimci Gençlikle el ele: İşçi Sınıfı Partisini de yapacaktır. Çünkü İşçi Sınıfı Partisini yapıp yürütmeyi beceremedikçe, başka her şeyi yapmanın, Dünyaları yeniden kurmanın, insanca yaşamak için yetmediğini, her günkü gözyaşlı ve kanlı denemeleriyle sınamıştır. Daha da çok sınayacaktır. Yaşamanın ve bin bir günlük dövüşün verdiği bu en büyük denemeli Ders, öteki aşırıca açık 4 Düşünce ve Davranış dersi ile çelikleşecek, mızraklaşacak, bir avuç asalak gerici geriletici Vatan hâini Parababasının İktidar Tekelini ve Sınıf Tahakkümünü yenecektir.
Tarihin yörüngesi, en ufak ikirciliğe yer bırakmayacak ölçüde, İşçi Sınıfının yörüngesine girmiştir. Ne denli parlak göktaşı görünmek tutkunluğu içinde bulunurlarsa bulunsunlar, eğer uzayın sağır boşluklarında yitmek istemiyorlarsa, bütün Devrimci yıldızlar, Tarihin ve İşçi Sınıfının yörüngesi içine akmalıdırlar. Bu yörünge Proletarya Partisidir.

[1] Bu yazı Sosyalist Gazetesi’nin 2.3.1971 tarihli nüshasında yayınlanmıştır.