Salgın Günlükleri

Hong Kong’ta bir duvar yazısı: “Normale dönemeyiz çünkü eski normalimiz sorunun ta kendisiydi.”

Milattan sonra 1988’in bir gününde dış dünya ortamına çıkarıldım. Muhtemelen gözleri henüz açılmamış bir bebek olarak dünyaya geldim. Gözlerim görmeyi öğrendi. Aklım düşünmeyi.

99 kere düşündüm. 99 kere yıktım. Bir sonraki aşamaya geçmenin başka yolu yok. Vedalaşmayı öğrenmezsek, başlamayı hiç öğrenemeyiz.

Her şeyi en baştan düşünüyorum. 100. kez.

Kolektif bir düşünüşe belki bir katkı olur, belki kimisi için iyi bir karşılaşma, belki kimisi için daha derli toplu ve daha büyük düşüncelere doğru giderken küçük ilham noktalarından biri olur. Belki de birçoğumuzun bugün tuttuğu günlüklerin kapağını 30 yıl sonra açmasındansa, en azından kimi sayfalarını içinde bulunduğumuz günlerde paylaşmasının iyi bir fikir olabileceği gibi düşüncelerle kendi aklımdan geçenleri nacizane not düşmek istedim.

İnsanlık evlerine çekildiğinde ortaya çıkan ördeklerin, yunusların, çeşitli hayvanların görülmeye başlanması haberleri; Çin’de hava kirliliğinin azalması haberi [1] doğrudan salgın sebebiyle insanlığın eve kapanmasıyla ilgisi olmasa da, geçtiğimiz günlerde yayınlanan ve sürecin ‘Birleşmiş Milletler (BM) tarafından, 1987’de ozon deliğine neden olan kimyasalların kullanımını yasaklayan Montreal Protokolü’nün imzalanması’yla başladığı düşünülse de, salgın sürecinde nasıl olabileceğine dair bana hayal kurdurtan Antartika üzerindeki ozon tabakasının kalınlaşmasının haberleri…[2]

Aklımdan şu düşünceler geçiyor:

Ben de ölecek olsam, en çok bağ kurduğum kişiler de ölecek olsa maalesef olması gereken oluyor, hepsi bu. Doğa kendi varoluşunu sürdürüyor hepsi bu. Taşı ittik, o da yuvarlandı. Suya dokunduk ve parmağımız ıslandı, halkalar oluştu; hepsi bu. İçinde hava olan pet şişeyi sıktık ve içindeki hava çıkmak zorunda kalarak kapağı fırlattı, hepsi bu.

Pet şişe başından patlamasa, diğer ucundan patlayacaktı. Basitçe, en zayıf yeri neresi ise oradan patlayacaktı. Tabii doğada ise iki seçenekli değil, sonsuz varyasyon var. İnsanlığın uzun zamandır sistematik olarak doğaya olan etkilerinin hepsini toparlayıp insanlığın doğaya uzattığı dev bir komplike etki (doğayı dürten dev bir insan parmağı) olarak düşünürsek; çok doğal olarak zilyonlarca kulvardan, zilyonlarca dallara budaklara da bölünerek, zilyonlarca domino taşı ilerlemeye devam etti ve yolun bir noktasında da böyle bir doğa tepkisi ortaya çıktı. Bu olmazsa, bir başka ekolojik, biyolojik kriz olacaktı. Veya bu olmasına rağmen başka da olacak.

Bu, doğa dışından gerçekleşen bir “müdahale”, ya da doğanın “sinirlenip”, “intikam alması” falan değil. Taşı ittiğimizde, taşın ilerlemesi ne kadar doğalsa; bugün olanlar o kadar doğal.

Bizim sayemizde varoluşlarını sürdürmekte olan sermayedarlar ve iktidarların; salgın günleri öncesinde de en az bu kadar öldürücü, kısıtlayıcı, benliklerimizden uzaklaştırıcı hallerinin sürmesi için çabalayacaklarken, bizim ise bu tarihi gelişmeler içinde edilgen değil de etkin olmanın yollarını düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Bilmek

Benim buradan bakınca, aylar veya birkaç yıl süreceğini tahmin ettiğim salgın sürecinde ya kapitalizm kendini sürdürmenin yeni yöntemlerini icat edip, kendini insanlara dayatmayı sürdürmeyi başaracak (belki biraz da göz boyayıcı, sakinleştirici, uyuşturucu tavizler eşliğinde) ya da…

Ya da uzun sürecek salgın sürecinde şu iki büyük konu başı çekmek üzere çeşitli konularda insanlık hayatta kalma mecburiyetinden gelen özgürlükçü bir sıçrama yaşayacak belki de: Veganizm ve antikapitalizm. Bu büyük salgının çıkış noktası ve içinde olduğumuz süreçteki gelişmeler benim aklımı hep hayvan sömürüsü[3] ve kapitalizm[4] üzerinde düşünmeye itiyor.

Bizim sayemizde varoluşlarını sürdürmekte olan sermayedarlar ve iktidarların; salgın günleri öncesinde de en az bu kadar öldürücü, kısıtlayıcı, benliklerimizden uzaklaştırıcı hallerinin sürmesi için çabalayacaklarken, bizim ise bu tarihi gelişmeler içinde edilgen değil de etkin olmanın yollarını düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum.

Etkin olmamızın en önemli anahtar kelimelerinden birinin “bilmek” olduğunu düşünüyorum. Bilgi yığının içinde sağlıksızca kaybolmak ve karantina günlerinin saatlerini çar çur ederek geçirerek akşamı etmek ise internete girer girmez istediğimiz-istemediğimiz bilgilerin üzerimize damperle yığıldığı günümüzde özellikle dikkat etmemiz gereken bir detay.

Sağlıklı bir zaman geçirmek için, sağlıklı bir bilme yöntemi için internet denilen bilgi kazanının içine yuvarlanmak gibi bir düz mantık kesinlikle sağlıklı ve iyi fikir değil. Önemli olan en nitelikli kaynaklara ulaşmayı öğrenmek, öz bilgi almak, sonra interneti kapatıp bambaşka işlerle uğraşırken edindiğimiz bilgiler üzerine düşünmek, bağlantılar kurmak. Daha doğrusu aldığımız ‘veri’leri işleyip ‘bilgi’lere dönüştürmek. “Sevinçli karşılaşmaları çoğaltmak” der, “bilmek” der Spinoza, bizi hayatta tutacak olan, etkinleştirecek olan, güçlendirecek olan.

Elbette kimsenin bilmediği, daha önce söylenmemiş, sihirli şeyler falan söyleyeceğimi sanmıyorum. Ben sadece, olağanüstü günleri yaşayanlardan biri olarak not tutuyorum. Fakat zaten var olan, aslında keşfedilmiş olan sihirli bir gücümüzü öyle bir veri/manipülasyon yağmuruna tutarak unutturuyorlar ki bize.

Bizi bilgi yağmuruna tutarak, bilgiye ulaşmak konusunda ne kadar özgür olduğumuzu aşırı dozda vurguluyorlar.  Düşünemeyecek hale getirinceye kadar, bu veriler arasında bağlantı kurmaya takat bırakmayacak kadar, “özgürce” bilgiye ulaşmamızı sağlıyorlar.

Dayanışmak

Daha ziyade maddelendirerek, şemalandırarak, basamaklandırarak, daha ziyade matematiksel yöntemlerle düşünmeye alışkın olduğunu düşündüğüm aklım, “bilmek”i bir madde olarak yazıp, altına ikinci madde olarak bahsedeceğim sihirli gücümüz “dayanışmak”ı yazıyor.

Dayanışma üretimi konusunda, doğanın varyasyonları kadar sonsuz olabileceğimizi unutmamalıyız. İşin kolayına kaçıp; içinde bulunduğumuz günleri, temas kurduğumuz insanların bildiği dilleri, koşulları görmezden gelerek benzer dünya görüşlerini paylaştığımız mikro çevremizin geçmişten beri alışkın olduğu yöntemlerle harekete geçip, onların onayını alacak türden, bildik, tanıdık, geleneksel yöntemleri uyarlamaya çalışırsak bence çalışmayacaktır.

İnatla önceki jenerasyonun veyahut kendisinin 1 sene önceki halinin onayladığı yöntemleri sürdürüvermekte ısrarcı olmak; sürekli onları güncellemekten bahsetmek ama var olan geleneksel politikanın gövdesinin biçimini sarsacak soruları kendi özgeçmişi karşısında veya yoldaşları karşısında sormaya hamle etmeyip, o gövdenin kenarlarına sadece günümüz jenerasyonun dilini, sakil bir şekilde kenar süsü eklemek ve buna “güncellenmek” demek çalışmaz bence. (Birey olarak veya bireylerin bir şey yapmak üzere geldiği küçük boyutta veya dev boyutta kolektifler olarak) kendimizle radikal biçimde hesaplaşarak yöntemlerimizi gerçekten güncelleyip, niteliklerini yıllardan yıllara yükselterek ilerletebiliriz, diye düşünüyorum. Evet, radikal.

Tam 99 kere şaşırıp, aydınlanıp, bunun üzerine dev bir yöntem haritası, yeni bir dil, dev bir bina inşa edip; bunları da tam 99 kere yıkmaktan ve sonra yeniden bir karşılaşmayla şaşırıp, eski işe yarar kalıntıları da buna adapte ederek yüzüncü inşaya başlamak kadar radikal olmak. Geçen sene yazdığımız bir yazı ile çelişmeliyiz, şimdiye kadarki tüm üslubumuz alt üst olmalı gerekirse.

Dünya üzerindeki bu salgında, karantinaları, yaşamı (kapitalizmin mümkün gördüğü kadar) durdurmaları içeren sıkı tedbirlerin uzun aylar sürüp süremeyeceğini, 2021’e de sarkıp sarkmayacağı bilinmiyor. Uzun bir sürece yayılması durumunda tedbirlerin örneğin 1 veya 2 ay sıkı ve 1 veya 2 ay gevşek periyodlar halinde sürdürülmesi politikaları konuşuluyor.[5] Bir yandan da İsrail Başbakanı Netenyahu’nun, İsrail Güvenlik Ajansı’na “terörist” olarak nitelendirdiklerini takip etmek için geliştirdiği tüm teknolojiyi koronavirüs hastalarını izlemede kullanması için yetki vermesi, Çin’in akıllı telefonları izlemesi, yüz milyonlarca yüz tanıyan kamerayı kullanarak ve insanların vücut sıcaklıklarını ve tıbbi durumlarını kontrol etmeye ve onları raporlamaya zorlaması, insanların hareketlerini ve temas ettikleri kişileri de belirlemesi örneklerinde görüldüğü gibi olağanüstü bir hal vesile edilerek, bir üst seviyeye çıkarılan, sadece dolaştığımız mekanlar ve görüştüğümüz kişilerin değil, deri altımızdaki kan dolaşımımız ve kalp atışlarımızın bile kaydının tutulabileceği “güvenlik” politikalarının, salgın geçse bile bir sonraki olası salgın karşısında “güvenlik” gerekçesi ile kalıcı hale getirmeleri senaryosu[6], eğer egemenlerce ve sermayedarlarca kendi çıkarlarına uygun koşullar olduğu sürece neden gerçekleştirilmesin ki; özgürlüğümüz adına etkinleşemezsek gidişatın böyle olması gayet olası, diye düşündürüyor.

Kavramlar, olgular, olaylar arasında bağlantı kurabilmemizi sağlayabilecek iyi ve kolay bir arayüz, bizi kolektifçe belleklileştirebilir ve bunun önemi büyük olur. Toplumsal belleğin nüvelerinden biri olabilecek önemli ve basit bir eylem işte: Yazmak.

Yazmak

Madde madde, basamak basamak, şematik düşünmeye, sanki matematiksel yöntemlere daha alışkın gibi durduğunu düşündüğüm aklım, “bilmek”, “dayanışmak” maddelerinin altında üçüncü bir madde düşünüyor: “Yazmak”.

Artık bilgiye ulaşmaktan daha önemlisi; eldeki bilgi okyanusu içerisinden başlık için en kullanışlı bilgileri seçip, bunları da aralarındaki en iyi ve en doğru bağlantıları kurarak, en doğru sıralamayla, en iyi şekilde klasörlemek veya kompoze etmek oldu sanırım.

Hızlıca veri paylaşarak, paylaşılmış verilere ulaşarak dijital yollardan, fiziksel olarak uzak noktalardan, hızlıca, çokça, birbirimize ulaştığımız, karşılaştığımız günümüzde; nitelikli tutulmuş bir toplumsal belleğin bizi nitelikli kolektif birlikteliklere açacak en önemli kavramlardan biri olduğunu düşünüyorum. Kavramlar, olgular, olaylar arasında bağlantı kurabilmemizi sağlayabilecek iyi ve kolay bir arayüz, bizi kolektifçe belleklileştirebilir ve bunun önemi büyük olur. Toplumsal belleğin nüvelerinden biri olabilecek önemli ve basit bir eylem işte: Yazmak.

Arkadaşım Arınç’ın da, salgın günlerinin çok öncesinden beri muhabbetlerde dile getirdiğini duyduğum, aynı çevremden bir başka arkadaşım Selin’in de salgın günleri içinde bulunduğum ülkeye geldiği daha ilk günlerden de aynısı hatırlattığını gördüğüm bir yöntem belki size de ilham verir: Günlük tutmak.

Bir yandan özgürlük üzerine, ya da tersinden tahakkümler üzerine kafa yoranlar gündemimizdeki konunun en büyük tahakküm başlıklarından, 2-3 tanesini daha da açıkça vurgulamasından belki bir uyanış, belki bir sıçrama umuyoruz:

Antikapitalizm, veganizm, ekoloji.

Salgın günlerinden önce türcü bir yaşam biçiminin ürünü olarak hayvanların sistematik olarak öldürdüğünü, kapitalizmin her gün ve her gün milyonlarca insanı zaten öldürdüğünü bilmenin duygusuyla ve bilinciyle yaşamını sürdürmekte olan insanların günümüzdeki salgında gerçekleşen felaket ve ölümler karşısında şoke olacağını mı düşünüyoruz?

Hong Kong’ta bir duvar yazısı olarak yazdığı iddia edilen cümledeki gibi, benim aklım sakince nasıl en sağlıklı şekilde normale geri dönmememiz gerektiğini düşünüyor: “Normale dönemeyiz çünkü eski normalimiz sorunun ta kendisiydi.”[7]

Hah, öyle sıradışı durumlarda, sıradışı olumlu gelişmeler de olur diye tahmin ediyorum. “Güvenlik gerekliliği” aldatmacası, sosyal baskı, şu, bu ile onca borçlanmaya girip bin bir tedirginlikle sabit bir maaş karşılığında yaşamını, benliğini teslim etmeye ikna edilmiş, bunun ‘normal’ diye kanıksatıldığı kimseler, artık sevdiklerinin ölümleri söz konusu olduğunda ‘ne olursa olsun’ çıkışı yapabilir. Nihayetinde olağanüstü küresel bir kriz çıktı ve dünyanın zaman ilerleyişi hızlanıverdi. 100 yıl sonrasının distopik hamleleri bu gece veya yarın sabah kapımızı çalabilecek olmasına karşın “100 yıl içinde anca olur” diyeceğimiz ütopik hamlelerimizi de düşlemeye, hazırlanmaya başlasak iyi olur diye düşünüyorum.

[1] https://www.medimagazin.com.tr/guncel/genel/tr-nasa-koronavirus-atmosferi-temizledi-11-681-86672.html – “NASA: Koronavirüs atmosferi temizledi”

[2] https://gazetekarinca.com/2020/03/antarktika-uzerindeki-ozon-tabakasi-kalinlasiyor/

[3] https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/zulal-kalkandelen/insanliga-korona-tokadi-1727342
https://twitter.com/veganzulal/status/1244263684463046656 – “Uzmanlar, vahşi yaşama insan müdahalesi ve hayvanlara uygulanan esaretin #Covid_19’dan daha kötü salgınlara yol açacağı konusunda uyarıyor.”

[4] https://www.evrensel.net/haber/400422/kordsada-calisan-isciler-sokaga-cikma-yasagi-ilan-edilse-bile-bizi-calistiracaklar?a=afa17 – “Koronavirüse karşı evde kalma çağrıları yapılırken, Hacı Ömer Sabancı Holding’in ortağı olduğu Kordsa’da üretim devam ediyor.”
https://twitter.com/kuliskusu/status/1243190797060788225 – “Hükümetin sadece 2020 için Kanal İstanbul’a ayırdığı 8 milyar lira bütçeyle 100 milyon adet koronavirüs test kiti alınabilir.”
https://twitter.com/dokuz8haber/status/1244168666092048386 – “Özel hastaneden 4 bin liralık koronavirüs faturası”
https://twitter.com/kaansezyum/status/1243778520024788993 – “Parasını verdik, testi evde denedik” diyen Murat Sancak’ın ilk skandalı değil”
https://twitter.com/merkurunkedisi/status/1243243231430803465 – “Evliyim,ne işsizlik maaşı alabiliyoruz ne sosyal yardım günlerdir Makarna yiyip ayakta kalmaya çalışıyoruz, tüp bitti onu degistircek paramiz kalmadi.Karantinada açlıktan ölmek tense sokağa çıkıp virüsten ölmek daha mantıklı gelmeye başladı YETER ARTIK YETER!! #HalkYardımBekliyor”
https://twitter.com/melisalphan/status/1243153224338681857 – “Hastane kapılarında günlerce test bekleyen insanlar varken, 200-250 euro karşılığında isteyenin evine gidip Covid-19 testi yapan özel laboratuvarları Sağlık Bakanlığı’na ihbar ediyorum. Yaşadığımız şu felaketi bile fırsata çevirenleri kınıyorum.”

[5] https://twitter.com/hdurkal1/status/1242782281300938755

[6] https://ahvalnews-com.cdn.ampproject.org/c/s/ahvalnews.com/tr/koronavirus/harari-korona-dinecek-ama-simdiki-secimlerimiz-gelecekteki-hayatimizi-degistirebilir?amp

[7] https://twitter.com/nazimdikbas/status/1243892501393661952