Market İşçileri Anlatıyor: Virüs de Karantina da Sınıfsal

El Yazmaları’nın notu: Covid-19 ile mücadele stratejisinde siyasi iktidar “Evde Kal/Hayat Eve Sığar” diyor, ancak milyonlarca işçi, emekçi her gün insanlık dışı koşullarda çalışmaya zorlanıyor. Salgın koşullarında işçilerin en yoğun çalıştığı kritik sektörlerden biri de perakende. Covid-19 günlerini İstanbul’un farklı semtlerindeki üç farklı markette çalışan market işçileri ile konuştuk. Yapmış olduğumuz röportajı siz sevgili okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

 

Merhabalar, kısaca sizi tanıyabilir miyiz?

– Merhaba, beş yıldır market sektöründe çalışıyorum. İş yerim sendikalı.

 

– Merhaba, büyük bir hipermarket de çalışıyorum ben.

 

– Merhaba, ben 3 yıldır İstanbul’da Şok Market’e ait bir depoda çalışıyorum.

 

“Ben her sabah 5:50 de uyanır, 7;30 da iş başı yaparım. İşe servisle gidiyoruz ve korona salgınına rağmen serviste yan yana yolculuk yapmaya devam ediyoruz. İş yerinde de yan yana, hatta dip dibe çalışıyoruz. Çay molamız 09:30’da. Mola yerimiz de aynı şekilde kalabalık oluyor ve yine yan yana durmak zorunda kalıyoruz. Mola yerimiz haftada bir temizleniyor. Çalışma alanımız ise çok tozlu ve hiç temizlenmiyor. Yemek saatinde tüm depo çalışanları aynı anda yemeğe çıkıyor. Bütün masalar doluyor. Ayrıca korona virüsü çıktığından beri bize zorunlu mesai yaptırılıyor. Aksam saat sekiz veya dokuzda evimize gidebiliyoruz. Yani toplam 15 saatimiz o kalabalığın içinde geçiyor. Fazla mesaiyi kabul etmek istemeyen arkadaşlarımız odaya çağırılıp işten çıkarılmakla tehdit ediliyor. “Bu dönemde herkes işsiz, sizi çıkarmak zorun kalırız” deniyor. Mesaiye kalmazsak işten atmakla tehdit ediliyoruz.”

 

Korona günlerinde, bir market işçisinin gündelik yaşamı nasıl geçiyor? Bir gününüzü anlatır mısınız?

-Bunu anlatmak, gerçekten zor. Her gün ölüm haberleriyle uyanıyoruz. Buna rağmen her sabah işe gitmek zorundayız.

Tedirginiz. Her gün işimiz ve sağlığımız arasında tercih yapmak zorunda bırakılıyoruz. Buna rağmen bize, “işiniz olduğu için şükretmelisiniz” deniliyor.

Geride ailemizi bırakıyoruz. Gün içinde o kadar çok insanla iç içeyiz ki, korona salgınından etkilenme ihtimalimiz çok yüksek. Bu virüs bana bulaşırsa yüksek ihtimalle benden aileme bulaşır. Salgın yüzünden onlara bir şey olursa diye korkuyorum. Her gün bu korkuyla işe gidip geliyorum. Benim gibi binlerce işçi aynı korkuyla yaşıyor.

 

-Günlerimiz çok stresli geçiyor. Müşterilerin stresi, paniği bize de geçiyor. Tabii ki yoğun risk altında olduğumuz için de stresliyiz. Marketteki diğer bölümlerde çalışan arkadaşlar eldiven kullanabiliyor ama kasa grubuna eldiven yasak. Bunun haricinde maske takıyoruz. Maske takma uygulaması yeni başlatıldı. Dezenfektanlarımız var. Ama hala salgından etkilenme riskimiz devam ediyor. Alınan önlemler yeterli değil. Bu sebeple bizde de bir panik hali oluyor.

“Bu hastalık bize de geçecek mi?” diye her an düşünüyoruz. Bir yere dokunduğumuz zaman “acaba benden önce virüs taşıyan biri buraya dokunmuş muydu?” gibi sorular sürekli aklımızda. Psikolojik olarak da bir çöküş diyebiliriz aslında buna. Yani paniğin dışında bir çöküş durumu yaşıyoruz.

 

– Ben her sabah 5:50 de uyanır, 7;30 da iş başı yaparım. İşe servisle gidiyoruz ve korona salgınına rağmen serviste yan yana yolculuk yapmaya devam ediyoruz. İş yerinde de yan yana, hatta dip dibe çalışıyoruz. Çay molamız 09:30’da. Mola yerimiz de aynı şekilde kalabalık oluyor ve yine yan yana durmak zorunda kalıyoruz. Mola yerimiz haftada bir temizleniyor. Çalışma alanımız ise çok tozlu ve hiç temizlenmiyor. Yemek saatinde tüm depo çalışanları aynı anda yemeğe çıkıyor. Bütün masalar doluyor. Ayrıca korona virüsü çıktığından beri bize zorunlu mesai yaptırılıyor. Aksam saat sekiz veya dokuzda evimize gidebiliyoruz. Yani toplam 15 saatimiz o kalabalığın içinde geçiyor. Fazla mesaiyi kabul etmek istemeyen arkadaşlarımız odaya çağırılıp işten çıkarılmakla tehdit ediliyor. “Bu dönemde herkes işsiz, sizi çıkarmak zorun kalırız” deniyor. Mesaiye kalmazsak işten atmakla tehdit ediliyoruz.

Dünya çapında bir salgın halini alan koronavirüs salgınına karşı “önlem” olarak ülkeyi yönetenler halka, “Evde Kal” “Hayat Eve Sığar” diyor. Sizce evde kal demek yeterli mi? 

– Evde kal demek tabi ki yeterli değil ve hiçbir gerçekliği yok. Evde kalmayı bizde isteriz tabii. Ama elektrik, su, doğalgaz faturaları ne olacak? Kirayı kim ödeyecek? Aileyi kim geçindirecek? Keyfimizden dışarı çıkmıyoruz. Böyle bir algı var.

“Bir gün işe gitmezsem işten atılırım, işe gidersem de sağlığımdan olacağım”. Tüm işçiler şu an bu ikilemde. Sıkıyönetim talepleri de var gündemde. Ama biz sıkıyönetim istemiyoruz. Bunun yerine daha çok önlem alınması lazım. Sıkıyönetim getirdiklerinde izin kağıdımızla yine işe gideceğimizi biliyoruz. Sıkıyönetim işçilerin grev hakkını engellemek için gelir ancak.

Hepimiz öfkeliyiz, kar hırsı yüzünden canımız hiçe sayılıyor.

 

-Evde kal demek yetmez, çünkü evde kalmak için öncelikle ülkenin bizler için  bir bütçesinin olması gerekiyor. İnsanlar evden çıkmasın diye, zorunlu olarak dükkanların, kafelerin, restoranların ve daha birçok yerin kapatılması, bir çok işçiyi işsiz bıraktı. Küçük esnaf iflasın eşiğine geldi. Birçok insan ödemelerini yapamıyor. Bu yüzden evde kal demek burada yeterli değil. Evde kalabilmek için insanların parasının olması lazım. Ayrıca marketleri açık tutarak insanlara evde kal demek ne kadar mantıklı bilemiyorum

 

-“Evde kal” demek yeterli değil ki. Zaten keyfimizden dışarı çıkmıyoruz. Gerçekten evde kalmak istiyoruz. İşçilerin sağlığı için iş yerlerinde fazla mesai olmaması ve çalışma günlerinin azaltılması gerekiyor. İş yükümüz fazla, elaman sıkıntı var. Bir kere bunların tedbirinin alınması gerekiyor. Bu şekilde çalıştırılarak hayatımız riske atılıyor. İş yerlerimiz bizler için hiç bir önlem almıyor. Biz tüm bunları yaşarken “evde kal” çağrısı çok anlamsız geliyor.

 

“Yemek yediğimiz yemekhane 2 metre ve biz dokuz kişi çalışıyoruz. Bahsedilen önlemler işletilemiyor. Yemekler ise zaten kötü. Bağışıklık sistemimizi güçlendirecek şekilde beslenemiyoruz. Bu süreçte hiçbir şekilde kaliteli yemek verilmiyor. Vücut direncimizin yüksek olması için vitamin almamız ve dengeli beslenmemiz gerekiyor. Ama bize ekstra besin olarak günde 1 portakal veriliyor. Ailem sağlığım konusunda çok tedirgin. “Gitme, sağlığından önemli mi” diyorlar.”

 

Çalışmak zorunda bırakılan milyonlarca işçi gibi, siz market işçileri de her gün işe gidiyorsunuz?  Çalışma koşullarınızdan bahseder misin? Salgından sonra çalışma koşullarınızda ne gibi değişiklikler oldu/ya da oldu mu? Bu koşullarda çalışmak sizi nasıl etkiliyor? Çalışıyor olmanız evinize nasıl yansıyor?

– Başta çok yoğun çalışmak zorunda kaldık. Şu an yoğunluk biraz azaldı ama yine çalışıyoruz. Önlem alındı, marketlerde insanlar arasında bir buçuk metre mesafe olacak deniliyor. Ama yemek yediğimiz yemekhane 2 metre ve biz dokuz kişi çalışıyoruz. Bahsedilen önlemler işletilemiyor. Yemekler ise zaten kötü. Bağışıklık sistemimizi güçlendirecek şekilde beslenemiyoruz. Bu süreçte hiçbir şekilde kaliteli yemek verilmiyor. Vücut direncimizin yüksek olması için vitamin almamız ve dengeli beslenmemiz gerekiyor. Ama bize ekstra besin olarak günde 1 portakal veriliyor. Ailem sağlığım konusunda çok tedirgin. “Gitme, sağlığından önemli mi” diyorlar.

 

– Salgından etkilenme riskimiz çok yüksek olduğu için psikolojim bozuldu. İşe gidip gelirken insanlar hala yoğun bir şekilde toplu taşıma araçlarını kullanmak zorundalar. Bu durum da psikolojimi olumsuz etkiliyor. Salgının günlerinde bazı marketler eskisinden daha yoğun çalışmaya başladı. İnsanlar her an sokağa çıkma yasağı yayınlanabilecekmiş gibi ya da yiyecek bir şey bulamayacaklarmış gibi bir hırsla alışveriş yapıyorlar. Birçok markette bu yoğunluk devam ediyor. AVM içinde olan marketlerde ise AVM’lerin kapatılması ile birlikte yoğunlukta bir azalma olsa da, çalışma devam ediliyor.

 

– Salgından önce 6 -7 saat çalışırdık, şimdi ise 15 saat çalışmak zorunda bırakılıyoruz. Maske, eldiven, dezenfektan gibi en asgari önlemler bile alınmıyor. Çalıştığımız iş yerinde korona teşhisi konan arkadaşlar oldu buna rağmen çalışmaya devam etmek zorunda bırakıldık. Bu koşularda çalışmak bizi çok kötü etkiledi. Psikolojik olarak sürekli kendimizi hasta hissediyoruz. Eve girmek istemiyoruz çünkü iş yerinde salgından etkilenme ihtimalimiz çok yüksek ve evdekilere de bulaştırma ihtimalinden korkuyoruz.

Salgından korunmak adına, iş yerlerinizde önlemler alındı mı? İşyerinde risk grubunda olan çalışanlar için nasıl önlemler alındı? İş yerlerinizde herhangi bir talepte bulundunuz mu? Alınan önlemleri yeterli buluyor musunuz? Neler yapılmalı sizce?

-Alınan önlemler yeterli değil. İş yerinde uzun süre kalmamamız gerekiyor. Salgın koşullarında çalışma saatlerimiz azaltılmalı ve haftada en fazla üç gün işe gidilmeli. Dezenfektan, maske ve eldivenle ne kadar korunabiliriz ki. Her işyerinde yaygın test yapılmalı, ateş ölçer olmalı.

 

– İş yerinde maske, dezenfektan gibi önlemler alındı. Ama dezenfektanlar bizi virüslerden korurken, ellerimizde çatlama kuruma gibi başka rahatsızlıklara yol açabiliyor. Astım hastası arkadaşlar da kolonya ve dezenfektan kokusundan olumsuz etkilenebiliyorlar. Ayrıca bu önlemler daha çok, müşterinin bulunduğu alanlarda alınıyor. Müşterilerin girmediği, personelin özel kullanım alanları olan soyunma odaları, tuvaletler, mola alanları gibi yerlerde yoğun bir hijyen önlemi söz konusu değil.

 

– İşe her gelişimizde ateşimiz ölçülüyor, bunun dışında hiçbir önlem alınmadı. Maske, eldiven, dezenfektan gibi materyaller bizlere verilmedi. Bizlere test yapılmasını,  dezenfektan, maske ve eldiven verilmesini talep ediyoruz. Ayrıca çalışma alanları, yemekhaneler ve servislerde sosyal mesafemizi koruyabileceğimiz imkanlar yaratılmalı. Çalıştığımız, yemek yediğimiz, molaya çıktığımız yerlerin düzenli olarak dezenfekte edilmesi ve verilen yemeklerin, bağışıklık sistemimizi güçlendirecek nitelikte olması gerekiyor. Çalışma saatlerimiz de azaltılmalı tabii. İş yerimizde risk grubunda olanlar için hiçbir önlem alınmadı onlarda bu koşullarda çalışmaya devam ediyorlar. Aramızda grip olmayan, öksürmeyen yok.

 

“Ana talebimiz ücretli izin. Ayrıca özellikle kronik hastalara ücretli izin verilmesi, her gün değil en fazla haftanın üç günü mağazaların açık olması,  AVM’lerin kapanması ve AVM işçilerinin ücretli izne çıkartılması gibi taleplerimiz var. Sendikalarda maalesef bu dönemde çok pasif davranıyor, işçiye dönük hiçbir çözümleri yok.”

 

Ücretli izin bugün çalışmak zorunda bırakılan milyonlarca işçinin ana talebi. Sizin talepleriniz neler? İşçiler ne istiyor, ne talep ediyor?

-Evet, bizim de ana talebimiz ücretli izin. Ayrıca özellikle kronik hastalara ücretli izin verilmesi, her gün değil en fazla haftanın üç günü mağazaların açık olması,  AVM’lerin kapanması ve AVM işçilerinin ücretli izne çıkartılması gibi taleplerimiz var. Sendikalarda maalesef bu dönemde çok pasif davranıyor, işçiye dönük hiçbir çözümleri yok.

 

-Tabii ki ücretli izin ana talebimiz. Ama maalesef olmuyor. Onun haricinde kronik rahatsızlığı olan işçiler için idari izin hakkı verildi. Ancak benim gibi alerjik astımı olan işçilere, hastalık kronikleşmediği için bu izin verilmiyor. İdari izin hakkının genel olarak devlet memurları için geçerli bir hak olduğu düşünülüyor. Bu yüzden çok sınırlı tutuluyor. Zaten sadece kronik hastalığı olanlara idari izin vermek de yeterli değil. Kronik hastalığı olmayan işçiler kendilerini daha değersiz hissediyorlar. Tüm işçiler risk altında. Kimsenin risk altında bırakılmaması için bir an önce herkese ücretli izin verilmesi gerekiyor.

 

-Ücretli izin talebimiz var. Özel sektörde kronik hastalar çalışmaya devam ediyor. Kronik hastalığı olanların ve yaş itibariyle risk grubunda olanların ücretli izne çıkarılmasını talep ediyoruz. Ayrıca, çalışma günlerimizin azaltılmasını, çalışma saatlerimizin kısaltılmasını talep ediyoruz. Vardiya usulü ve kısa saatler ile dönüşümlü olarak çalışılabilir. Her iş yerinde test yapılmalı, korona salgınından etkilenen iş yerlerinde işin durdurularak 14 günlük karantinanın uygulanmasını talep ediyoruz .