Kadın Kurtuluş Mücadelesinde Yeni Bir Durak: Enternasyonal Kadın Grevleri-Meral Çınar-Gizem Türkarslan

El Yazmaları’nın notu: 8 Mart Dünya Kadınlar günü dolayısıyla çeşitli yazı, röportaj ve çevirilerden oluşan bir dosya hazırladık. Bu dosya kapsamında yazarımız Meral Çınar ve konuk yazarımız Gizem Türkarslan tarafından birlikte kaleme alınan “Kadın Kurtuluş Mücadelesinde Yeni Bir Durak: Enternasyonal Kadın Grevleri” başlıklı yazıyı okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz.

2016-2019  yılları, belirli bölgelerde öne çıkan fakat sonrasında bütün dünyayı saran kadın mücadelelerinin hızla yükseldiği yıllar oldu. Kadınlar kadın cinayetlerine, kürtaj yasaklarına, ucuz ve güvencesiz işçiliğe, kötü çalışma koşullarına, şiddete, ayrımcılığa karşı sürekli sokaklardaydı. Özellikle yirminci yüz yılın son çeyreğinde yükselen kadın direnişlerinin birçoğunda, yine özellikle sonraki kuşakların hayatında önemli etkileri olan kazanımlar elde edilmişti. 2016’nın başlarından beri süregiden direnişlerin de bu etkiyi yakalayacağını şimdiden hesap edebiliriz.

Elbette kadın direnişlerinin artıyor ve yayılıyor olması, bu direnişlerin illaki bir sonuca veya kazanıma ulaşacağı anlamını taşımıyor. Direnişler karşısında kendi engelleyici ve baskıcı politikalarını devreye sokacak olan (Ataerkil Kapitalizm)in ikili sistemi bir kenara; sadece Feminizmler arasındaki ayrışmalar ve sınıf mücadeleleri içerisindeki tartışmalar bile bu direnişlerin sürdürülmesini ve yayılmasını engelleyebiliyor. 2016 sonbaharında bir dalga halinde dünyanın dört bir yanına yayılarak yükselen kadın direnişlerinin bir haritasını çıkarmak, direnişlerde açığa çıkan talepleri incelemek ve bunu kronolojik olarak yapmak bu tartışmalarda bizi daha doğru çıkarımlara götürecektir.

2016 yılının kadın eylemlerinde fitili Polonyalı kadınların 3 Ekim günü kürtaj yasaklarına karşı bir günlük greve gitmeleri çaktı. Polonya’da kadınlar Kürtaj hakkı için “Kara Pazartesi” eylemlerini başlattı. Her Pazartesi siyah giyinen kadınlar daha sonra 60 şehirde 6 milyon kadının katıldığı, bir gün boyunca ev ve iş yerlerindeki bütün işlerini durdurdukları bir grev örgütlediler.

Aynı yıl, her 18 saatte bir kadının öldürüldüğü Arjantin’de kadınlar yaşam standartlarını ikincilleştiren her türlü ayrımcı politikaya dönük isyanlarını sokağa taşıdılar. Taleplerinden bazıları: Eşit işe eşit ücret, güvenceli çalışma, bakım emeğinin paylaşılması, kadın meclislerinin kurulması, ücretsiz kürtaj hakkının kazanılması, kadın cinayetlerinin ağır cezalar alması. “Ni Uno Menos” sloganı etrafında birleştikleri kadın platformuyla birlikte, liseli genç bir kadının tecavüze uğrayıp öldürülmesinin ardından, ülkede sürekli artan tecavüz ve cinayet eylemlerine karşı on binlerce kadınla günlerce süren eylemler örgütleyen Arjantinli kadınlar, Polonya’da örgütlenen “Kadın Grevi” fikrinden etkilenmişlerdi.

2019 yılına geldiğimizde Arjantin’de kadınların çubuğu ekonomik krize büktüğünü görüyoruz. Kamu borçları ve kemer sıkma politikaları hali hazırda kısıtlı olan sosyal hizmetlerin daralmasına sebep olurken yoksullukla boğuşan ve sosyal hizmetlerden faydalanmakta olan kesimlerin, yani özellikle kadınların borçlanmalarına ve şiddet gördükleri ilişkilerden kaçamamalarına ve güvencesiz şartlarda çalışmalarına sebep oluyor. Ni Una Menos hareketi böylelikle ekonomik kriz ile kadınların ezilmesi arasında bir bağ kurarak isyanı büyütüyor. Cinsel şiddetin ekonomik ve toplumsal eşitlik taleplerinden ayrı düşünülemeyeceğini söyleyen kadınlar tüm bu şiddet biçimleri ve eşitlik ve özgürlük talepleri arasında bir bağlantı kuruyor.

Latin Amerika’da bir dalga halinde yayılan bu direnişler; Meksika’da kadın cinayetlerine ve ucuz işçiliğe; Şili, Dominik Cumhuriyeti ve Honduras’ta kürtaj yasaklarına; yine Şili’de üniversiteli genç kadınları tacizlere karşı sokaklara çıkardı.  Latin Amerika’yı saran bu direnişlerin ortak özelliği, beden politikalarından başlayıp emek politikalarına doğru genişleyen taleplerle birlikte bir çığ gibi yayılması.

“Birbirimizden çok farklı olsak da ortak yanımız hepimizin ücretli veya ücretsiz çalışıyor olması. Çünkü elimizde ister kalem, tornavida, süpürge, toz bezi olsun, ister bilgisayar veya makine karşısında çalışalım, ister yaptığımız iş karşılığında ücret alalım ya da almayalım, hepimiz emekçiyiz. Bizden bu işleri şikayet etmeden, dikkat çekmeden, sanki doğal görevimizmiş gibi sessiz sedasız ve gülümseyerek yapmamız bekleniyor. Buna daha fazla boyun eğmeyeceğiz! Greve gidiyoruz!”

Kadın Grevleri

Peki tarihteki işçi kadınların grevlerinden farklı olarak; kadınları, ücretli işçilik dışında ücretsiz görünmeyen emek yeniden üretim süreçleri ve kadına yönelik her türlü ayrımcılık için sokağa çıkaran “Kadın Grevleri” fikri nasıl gündeme geldi?

Birçok kadının taleplerini ortaklaştırabilen, onları tek bir eylem biçimiyle yan yana getirebilen  “Kadın Grevleri” en görünür şekilde ilk defa İzlanda’da gerçekleştirilmiş.

Tarih 24 Ekim 1975; ülkede 25 bin kadın ev ve iş yerlerini terk ediyor. Kadınların ağırlıklı olarak istihdam edildiği sekreterlik, uçaklarda kabin memurluğu, gazetelerde dizgicilik gibi işler durma noktasına geliyor.

“Kadınların izin günü/boş günü” olarak adlandırılan grevde ev emekçisi kadınlar çocuklarını evde erkeklere bıraktıkları için erkekler çocuklarını iş yerlerine götürmek zorunda kalıyor ve bu aynı gün onlar için hem çocuk ve ev bakımı hem de iş yükü nedeniyle “Bitmeyen Cuma” olarak tarihe geçiyor.

Bir yıl sonra “İzlanda Cinsiyet Eşitliği Konseyi” kurulması ve iş yerlerinde, okullarda cinsiyet ayrımcılığının yasaklanması, cinsiyet eşitliği yasasının onaylanması ise kadınların büyük bir başarısı. İzlandalı kadınlar kendilerini bu tarz yasal kazanımlarla sınırlandırmayıp gerçek bir cinsiyet eşitliği ve özgür bir İzlanda için yıllarca mücadelelerine devam etmişler. 1975’ten sonra 1985, 2005 ve 2010’da da grev kararı alınmış.

24 Ekim 2016 gününe geldiklerinde ise bir önemli eylem daha gerçekleştirdiler. “Eşit işe eşit ücret” için binlerce kadın yeniden iş bıraktı. Ertesi yıl “Eşit işe eşit ücret” yasalaştı. İzlanda’da hem kamu hem de özel sektördeki işverenlerden, “cinsiyet, etnik köken, cinsel yönelim ya da milliyete” bakılmaksızın “eşit işe eşit ücret” ödemelerini bir sertifikayla kanıtlamalarını zorunlu kılan yasayı geçirdiler.

İspanya’da ise 8 Mart örgütlenme biçimiyle de birlikte çok fazla deneyimi beraberinde getirdi. İspanya özellikle iş yerlerinde ve evin içerisinde kadın erkek eşitsizliğinin en çok öne çıktığı ülkelerden biri. Her ay en az dört kadın erkekler tarafından öldürülüyor. Kadınlar ev içerisinde ücretsiz, ev dışında düşük ücretli çalışmaya artık isyan ettiklerini söylüyorlar. Eğitimin içeriği de oldukça cinsiyetçi. Kadına ve erkeğe toplumun yüklediği belirli roller var. Bu roller eğitim sisteminde de devam ettiriliyor.

İspanya’da kadınlar 2014 yılından beri öne çıkan bir mücadelenin içerisindeler. 2014 yılında İspanya’da Kürtaj tamamen yasaklanmak istenmişti. Kadınlar ilk en güçlü toplu gösterilerini uzun yıllardan sonra bu yasaya karşı yaptı. Ve yasayı geri çektirdiler. 8 Mart 2018’de yapılan grev ise bugüne kadar yükselen kadın mücadelesinin zirvelerde gezindiği eylemlik oldu. 6-8 milyon arasında ev emekçisi, işçi, öğrenci, milyonlarca kadının ve erkeğin katıldığı bu grev feminist kadınların öncülüğünde gerçekleşti. Dünya Kadınlar Günü’nde gerçekleşen grev, çok sayıda sendika tarafından kadınların ısrarlı duruşu sayesinde desteklendi/desteklenmek zorunda kaldı, ülke sınırları içinde yaklaşık 120 farklı noktada eylem gerçekleştirildi.

Gerçekleşen eylemlerde “Biz durursak dünya durur, kadın olmadan devrim olmaz” sloganı öne çıktı.

Feminist grev, sadece kadına yönelik şiddet ve ücret uçurumları gibi en açık meselelerin değil, aynı zamanda kadınların işte, kamusal yaşamda, evde ve medyada her gün deneyimlediği ayrımcılık ve cinsiyetçiliğin kesin reddi için planlandı. Talepleri cinsiyet eşitsizliğinin giderilmesi, cinsel ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve eşit işe eşit ücret, kadına yönelik şiddete karşı önlemlerin arttırılması, ev içi görünmeyen emeğin kadın işi olmaktan çıkarılması. Grev için erkeklere doğrudan çağrı yapılmadı, ancak greve destek olmak isteyen erkeklere bakım emeğini üstlenmeleri için çağrı yapıldı. 2019’da ikinci kez gerçekleşen greve yaklaşık 5 milyon kadın katıldı. Sendikalar, feminist örgütler ve sol partiler iki saatlik iş bırakma çağrısı yaptılar. Yüzbinlerce kadın sokağa çıktı.

Haziran 2019’a geldiğimizde bu kez İsviçre’de kadınların grev amacıyla bir araya geldiklerini görüyoruz. İsviçreli kadınlar ilk grevi 1991 yılında yarım milyon kadının katılımıyla gerçekleştirmişlerdi.

İsviçre’yi her ne kadar gelişmiş bir ülke olarak görsek de kadınlarla erkek arasındaki gelir farkı %20 ile gelişmiş ülkeler arasında en kötüsü. İsviçre sendikal birliği kadın kongresi sırasında alınan feminist grev kararını, İsviçreli kadınlar şöyle açıklıyor: “Her işten, her maaştan veya işsiz, her kadın ve LGBTİQ ile aramızda kuracağımız ağ ile ortak hareket etmek ve iş yerinde, evde, okulda, her yerde maruz kaldığımız eril tahakküme karşı daha görünür olmak istiyoruz.”

‘Eşit işe eşit ücret için feminist genel greve’ çağrısını büyüten ana motivasyonlar ise güvencesiz ve esnek çalışma koşulları, ev içi cinsiyetçi iş bölümü ve cinsel şiddete karşı mücadele. Grevin hazırlıkları yaklaşık bir yıl sürüyor ve sendikalardan, üniversitelerdeki öğrencilerden ve çiftçilerden destek görüyor. Ancak İspanya’daki gibi sağ partiler kadınların taleplerine karşı çıkıyor, çocuk bakımı için verilen yardımların kaldırılmasını ve kadın sığınaklarının kapatılmasını istiyorlar. Geçtiğimiz yıl İsviçre meclisi eşit ücret konusunda ayrıntılı tetkik yapacağını belirtmişti ancak bu sadece 100 üstü çalışanı olan şirketler için geçerli olacaktı, bu da yasanın baştan etkisiz olacağının göstergesiydi.

Almanya da 8 Mart’ta grev ilan eden ülkeler arasında. Farklı şehirlerden bir araya gelen feministlerin grev çağrısı şöyleydi:

“Birbirimizden çok farklı olsak da ortak yanımız hepimizin ücretli veya ücretsiz çalışıyor olması. Çünkü elimizde ister kalem, tornavida, süpürge, toz bezi olsun, ister bilgisayar veya makine karşısında çalışalım, ister yaptığımız iş karşılığında ücret alalım ya da almayalım, hepimiz emekçiyiz. Bizden bu işleri şikayet etmeden, dikkat çekmeden, sanki doğal görevimizmiş gibi sessiz sedasız ve gülümseyerek yapmamız bekleniyor. Buna daha fazla boyun eğmeyeceğiz! Greve gidiyoruz!”

Kitlesellikte diğer ülkeleri yakalayamasa da on binlerce kadın 8 Mart’ta kürtaj kısıtlamalarına, eşit olmayan ücretlere ve cinsel şiddete karşı sokaklardaydı. Ayrıca Berlin eyaletinde 8 Mart tatil olarak ilan edildi.

Kadın grevi Latin Amerika’da da ses getirdi. Şili geçtiğimiz 8 Mart’ta greve giden ülkelerden biriydi. Ülkenin her yanına yayılan ve başkent Santiago’da 350.000 kişinin sokaklara döküldüğü gösterilerde kadına karşı şiddet, lezbiyen ve trans bireylere yönelik ayrımcılık, göçmen kadınların kötü şartları ve eşit ücret talepleri yer aldı. Grev sosyal, hukuki, ekonomik ve toprak haklarıyla ilgili talepleri de içeriyordu. Adaletsiz emeklilik sisteminin kaldırılması, yasal kürtaj hakkı ve cinsiyetçi olmayan eğitim ise diğer konular.

Kasım ayında ise Şilili kadınların Las Tesis performansı tüm dünyaya yayılarak kadına karşı şiddetin, tecavüz ve tacizin eril yüzünü ortaya çıkarmayı başardı. Şili’de tecavüz oranları çok yüksek ve bu vakaların çok az bir kısmı hukuken sonuçlanabilmekte.

Halkların Özgürlük Mücadelesi

2019 yılı dünyanın her yerinde halkların özgürlük mücadelesine güç verecek eylemlere de sahne oldu. Kadın Grevlerinin ve kadınların birçok başka eylem biçimiyle hareket halinde olmasının yarattığı hava bu eylemlerde kadınların en ön saflarda yer almasının önünü açtı.

Savaş, yoksulluk, baskı ve faşizmin kıskacına alınmaya çalışılan kadınlar, yıl boyunca İran’dan Afganistan’a, Mısır’dan Suudi Arabistan’a kadar erkek egemen yasa ve sistemlere karşı direnişteydi.

Sudan’da halk, diktatör El Beşir’i deviren protestolar gerçekleştirildi. El Beşir otuz yıldır Sudan’ı dikta ile yönetiyordu. 11 Nisan’da, dört ay süren protestolar sonunda El Beşir tutuklandı. Protestolarda yıllardır ayrımcılığa, tacize ve cinsel şiddete karşı ayakta kalan kadınlar çoğunluktaydı. Bazı kaynaklar protestocuların üçte ikisinin kadın olduğunu bildiriyorlar.

Kadınlar, sadece Sudan’daki askeri rejime karşı değil, devletin muhafazakar söylemleri ve pratiklerine karşı da sokağa döküldüler. Tutuklanmayı, işkenceyi, baskıyı ve hatta ölmeyi göze alarak, protestolarla baskıcı hükümeti devirmede önemli bir rol oynadılar. Devrim sonrası da hayatın her yerinde yer almak için seslerini yükselttiler.

Ekim ayında ise Lübnan’da ek vergilere karşı sokağa dökülen halk arasında en önde kadınlar göze çarpmaktaydı. Yürüyüşlerin ve tartışma gruplarının, oturma eylemlerinin ve yol kapamaların ön safında bulunan kadınlar, hareketin ardındaki kilit itici gücü oluşturuyordu. Kadınlar uzun zamandan beri yeterince temsil edilmedikleri siyasi bir sistemde sokaklarda seslerini duyurdu. Kadınların protestolar üzerindeki en büyük etkisiyse, gösterileri daha barışçıl hale getirmeleri oldu. Ağır ekonomik krizlerin ve onlarca yılın ürünü olan yolsuzluğa ve yozlaşmaya meydan okuyan kadınlar direnişin sembolü oldular.

Eylemlerde Açığa Çıkan Ortak Talepler

“Kadın Grevleri” eylem birlikteliğinin birçok açıdan tartışılacak ve birçok kurum tarafından kolayca manipüle edilecek içeriği olabilir ama en önemlisi de kadınların böylesi bir bir araya gelişinden duyulan korkudur.

Kim duyar bu korkuyu?

Tek tek erkekler, ataerkil ve kapitalist ilişkilerle şekillenmiş bütün mekanizmalar (devlet, medya, hukuk, din…) Bunun nedeni sınıfsal açıdan çok farklı zümreleri “kadın/ikinci cins olma durumu” üzerinden bir araya getirebilmesi, işçi sınıfının önünü açabilecek etkileri olması, anti-kapitalist içeriğinin olmak zorunda olması (talepler düşünüldüğünde)…

Örneğin, ev içi görünmeyen emeğin toplumsallaşmasını veya ücretlendirilmesini istemek erkeğin kadın ve çocuk üzerinde kurduğu hegemonyayı sarsıcı bir değişimdir.

Bu talep birbiriyle ilişki halindeki toplumsal yapının diğer parçalarını ve hatta bu ikili sistemin bütününü doğrudan etkileyecek bir değişimi beraberinde getirir. Bu yüzden kadınların bir araya gelmesinden, deneyimlerini paylaşmasından, birbiri ile dayanışmasından, birlikte böyle taleplerle greve gitmesinden korkarlar, bunu bölmeye, manipüle etmeye ve yok etmeye çalışırlar.

Bu grevlerin en önemli sonuçlarından biri, kadın özgürlük mücadelesinin ve onun ideolojisi Feminizmin sınıfsal ve anti-kapitalist içeriğini daha görünür kılmasıdır. Eşit işe, eşit ücret talebi; “kadın” iş gücünün, asıl iş gücü “erkeğin” yedeği olarak temellendiği Ataerkil Kapitalizmde, kadınların ucuz işçilik koşullarına zorunlu kılınmasının karşısında bütün dünya kadınlarını ortaklaştırabilecek en önemli taleplerdendir.

Ücret eşitsizliği uygulamalarının hala, kadın hakları konusunda Doğuya göre “oldukça ileride” olan Batıda varlığını sürdürmesinin bir nedeni var elbette: En ileri kapitalistleşen ülkelerde bile ataerkinin ve de elbette sermayenin çıkarları. Eşitlik burada burjuva devrimlerinden sonra erkekler arasına sıkışmış bir soyut kavram olarak kalıyor. Güvencesizlik, ucuz işçilik, esneklik, taşeronlaşma gibi kavramlar ise daha geç kapitalistleşmiş ülkelerde kadınların iş pazarında karşılaştığı ağır çalışma koşullarını anlatıyor.

Tüm bu neo-liberal politikalar bütün işçi sınıfı üzerinde uygulansa da; kadın işçiler için “doğal” çalışma koşullarıymış gibi dayatılıyor. Bu da neo-liberalizmin ataerkil ilişkileri nasıl kullandığı ve kışkırttığının bir göstergesi. Bu “doğal” çalışma koşulları Avrupa ülkelerinde özellikle göçmen kadınları, fakat Türkiye gibi ülkelerde iş hayatındaki bütün kadınları kademeli bir şekilde içerisine hapsediyor.

Kadınlar için yaşamsal olarak acil olan neyse ona göre farklılaşan ve ortaklaşan talepler, dünyanın iki ayrı ucunda yaşayan kadınları bile birbirine yaklaştırabiliyor. Üstelik bu talepleri açığa çıkaran baskıların kaynağı bir oldu mu mücadele yöntemlerinde de oldukça ortak yönler açığa çıkabiliyor.

Grev eyleminin sürekliliği içerisinde yarattığı-yaratmaya devam ettiği etkinin karşıt iktidar alanı olarak patriyarkal kapitalizmi işaret etmiş olması gibi; egemenlik biçiminin patriyarkadan, onunla ilişkilenen kapitalizmle birlikte ortak bir iktidar alanı olarak tarifleyebileceğimiz Patriyarkal Kapitalizme doğru genişlemiş olması gerçeği de eylem biçiminde grev tercihini öne çıkarmış oluyor.

Neden Bir Eylem Biçimi Olarak Grev?

Bunca yıldan sonra, bütün dünyada hemen hemen aynı zamanlara denk düşen kadın isyanlarını birleştiren eylem biçimi “grev” olarak öne çıktı.

Adına neden grev dendi de başka bir şey denmedi? Öylesine bir adlandırma sorunu mu yoksa daha derinlikli bir tercih mi? İşçi sınıfının tarihsel ve hala güncel eylem biçimi olan grev, nasıl oldu da bir anda kadınların en etkili ve kapsayıcı başkaldırısının eylem biçimi halini aldı?

Bu soruların cevabını toplumsal yapıyı (üretim-yeniden üretim düzlemi, devlet, aile, hukuk, eğitim gibi alanlar, din kurumları) ve toplumsal ilişkileri şekillendiren ataerkiyle birlikte başka bir egemenlik biçimi olan kapitalizmin kadın üzerindeki tahakküm ve sömürü biçimlerinde aramak gerekiyor. Ataerkil sistemin ikili toplumsal cinsiyet hiyerarşisi, kapitalist sosyo-ekonomik ilişkilerle birlikte derinleştirilmiştir. Bunun en belirgin biçimini üretim alanlarında ve yeniden üretim alanı olarak ev içinde kadın emeğine biçilen/biçilmeyen değer de gözlemleyebiliriz.

Üretimin devamlılığının en önemli unsuru emeğin yeniden üretimi sürecidir. Bu süreç ataerkil ilişkilerin sonucunda ücretsiz olarak kadın tarafından gerçekleştirilir. Dolayısıyla da kadın emeği dolaylı yoldan kapitalizmin artı-değer üretiminin içerisine dahil olur.  Kadının değersiz ve görünmeyen emek aşamasının asıl konumunu ataerkinin sağlamış olması bunun kapitalizmin çıkarları tarafından beslendiği ve korunduğu gerçeğinin çoğunlukla üstünü örter.

Bunun yanı sıra dışarıda üretim süreçlerine dahil olan kadınların çalışma koşullarının, kadın olmalarından kaynaklı iş piyasasında “yedek işçi” pozisyonuyla belirlenmesi… Esnek, güvencesiz, ucuz ve toplumsal cinsiyetin devamı işlerin kadınlara dayatılması. Kadın bedenine yönelik kapitalist politikalar da, yine verili-nesnel kadınlık konumundan çok bağımsız değil.

Bu saydıklarımız yabancı olduğumuz tahakküm ve sömürü biçimleri değil. Ama kapitalizmin uzun yıllardır derinleşerek devam eden kriz dinamiklerinin kadınlar üzerinde yarattığı tahribat her geçen gün yenileniyor, artıyor, dönüşüyor.

Kriz koşullarında tetiklenen neo-liberal-muhafazakar politikalar, bu politikaların “dönüştürülen patriyarkal ilişkilerin, kazanılan kadın haklarının” gerilemesinde oynadığı roller…

Tarihte çokça benzerlerine rastlıyor olsak da yenilenen olgular daha çok bunlar. Yeni yargı reformu paketleri ile nafaka, boşanma, cinsel istismar, kadın cinayetleri üzerinden kazanılmış haklara dönük saldırılar. Kürtaj hakkının özellikle bu dönemde hemen hemen birçok ülkede konu edilmesi, ona her türlü bahane, dini baskı, nüfus planlaması gibi nedenlerle el konulması. Aynı işe ücret dağılımındaki kadın erkek eşitsizliğinin, “en gelişmiş demokrasilerde” (bu iğnelemenin sebebi, ücret eşitsizliğinin ve haliyle “eşit işe eşit ücret” talebinin demokrasi mücadelesiyle ilişkili ve kesişimsel olmadığını anlatmak) bile vazgeçilmez bir unsur olarak varlığını devam ettirmesi…

Neo-liberal politikaların saldırganlaşmasıyla birlikte artan güvencesiz ve esnek çalışma koşullarının ekseriyetle kadın işçiliğinde yaygınlaşması. Ekonomik krizin kadının ev içi emek sürecini uzatması ve aynı zamanda ev içi üretimi arttırması. Sosyal hakların törpülenmesi…

Tüm bu saydıklarımız ve daha nicesi her nerede gerçekleşmiş olursa olsun grevlerin ana talepleri olarak kendini gösterdi. Aslında bütün bu sorunlar bir biçimde birbirine bağlanıp ilişkilendiği ve ortaklaştığı gibi, aynı zamanda da benzer bir kaynaktan çıkıyor.

O haliyle grevler ve ona öncülük eden feminist politika; kadınların ikinci cins konumunun mimarı patriyarkayı, onunla iş birliği halinde olan, kadınların bu konumunu temel alıp onu başka ve aynı biçimlerde sürdüren kapitalizmle ilişkilendiriyor ve antikapitalist bir içerik kazanıyor. Talepleri onu da hedef alarak şekilleniyor. Dolayısıyla eylem biçimi olarak grev de “hayatı durdurmak” anlamıyla vücut buluyor. Zaten öne çıkan slogan “Kadınlar durursa hayat durur” değil miydi?

Kadınlar durduğunda üretim ve yeniden üretim de durduğu, toplumsal ilişkilerin ve yapıların erkek egemenliği kadınların bilincinde teşhir olmaya başladığı için bunun bir ifadesi olarak grev tercih ediliyor. Grev tanımı, işçi sınıfının üretimdeki rolü itibariyle üretimi durdurması anlamıyla içeriliyor, fakat aynı zamanda kadın özgürlük mücadelesinin kendine özgü duruşunu, metotlarını, araçlarını içererek genişletiliyor.

İşte grev eyleminin tercih edilmesinin bilinçli bir politik yönelim olması, bu politik yönelimin kendiliğinden değil tanımlanan ve hedef alınan egemenlik biçimine göre oluşması bizi, karşısındaki iktidar alanının tariflenmesi olgusuna götürüyor. Bu yüzden grev eyleminin tercih edilmesini bir neden ve aynı zamanda sonuç diyalektik ilişkisi içerisinde değerlendirmeliyiz.

Grev eyleminin sürekliliği içerisinde yarattığı-yaratmaya devam ettiği etkinin karşıt iktidar alanı olarak patriyarkal kapitalizmi işaret etmiş olması gibi; egemenlik biçiminin patriyarkadan, onunla ilişkilenen kapitalizmle birlikte ortak bir iktidar alanı olarak tarifleyebileceğimiz Patriyarkal Kapitalizme doğru genişlemiş olması gerçeği de eylem biçiminde grev tercihini öne çıkarmış oluyor.