Çocuklar, İktidar ve İdeoloji: Çocuk Politikası Üzerine Düşünceler-I

Merkeze çocuğu yerleştirdiğimizde, ondan öğrenmeye başlar, kendine ait bir bakış açısı ve yorumlama kabiliyeti olduğunu fark eder; onu “cahil” olarak değil, yaşamda bir yeri ve etkisi olan, yaratma ve öğrenme kapasitesi sınırsız bir özne olarak görmeye başlarız. O dönem, çocuğun kendini gerçekleştirmesi yönünde önemli bir zaman dilimi olarak ele alınırsa, onun sadece çocukluğu değil bütün yaşamı için olanaklar sağlayabiliriz.

Berkin Elvan’a…

İçinde yaşadığımız sistem, bütün bir hayatı, toplumu ve kurumları etkileyerek değiştirip dönüştürür, ama aynı zamanda sistem de olup bitenlerden etkilenir. Toplumun bütününü değiştirmek için, bütün alanlarda mücadele etmeye ihtiyaç vardır. Kapitalist sistemde verilecek mücadele onun tam içerisinden, bütün kurumlarına, işleyişine ve hatta yerleşik düşünme yapılarına karşı olmalıdır. Toplumu değiştirmek bir şalteri indirmeye benzemez, sistem karşıtı bir dizi karmaşık sürecin aynı anda hareket etmesi gerekir.

Yıkmak istediğimiz eski hatta giderek çürüyüp “değerlerini” yitiren toplumun bütün nüanslarına dek sızıp yayılarak tam da içinde, bütünlüklü bir alternatifi, toplumun her köşesinde harekete geçirebiliriz.

Bugün reddettiklerimizin yerine yarın ne koymak isteriz?

Cevaplar için yarını beklemeyip yanıtlar üreterek deneyeceksek adımlarımızı çok yönlü atmalıyız.

İşte, çocuklara, çocukluğa, çocuğun yaşamının her anına doğru da adım atmaya ihtiyacımız var.

Çocuk Kime Denir?

Dışarıdan baktığımız bir “kişi”nin çocuk olduğuna nasıl karar veririz? Neye göre ona çocuk deriz? Kimin çocuk olduğuna nasıl kanaat getiririz?

Çocuklar, toplumlara, ekonomik yapılara, coğrafyalara, kültür ve dinlere göre farklı kategorilere yerleşir. Çocukluk da bu koşullara göre değişiklik gösterir ve çağlar boyu çocuklara yönelik algı sürekli değişmiştir.

Ama temelde çocukluk sınıfsaldır. Çocuklar, daha en başından dünyaya eşit koşullarda gelmezler. Bir kişinin çocukluk deneyimleri, çocukluk anıları; içinde bulunduğu sınıfa göre farklılık gösterir. Bunun yanında çocuğun cinsiyeti, rengi, doğum yeri vb. de etkilidir elbette.
Çocukluk koşulları ve çocukluğun yaş sınırı, ailenin ait olduğu sınıfa göre belirlenir. Varlıklı ailelerin çocukları uzun süre çocuk kalabiliyorken; işçi sınıfı çocukları erken yaşlarda çocukluktan çıkarak çalışmaya başlar.

Çocuklar, sınıflı toplumun ürettiği eşitsizlikleri ve yaşam biçimini aileleriyle birlikte paylaşırlar. Diğer bütün toplumsal gruplar gibi çocuklar da sistemden etkilenir aynı zamanda onu etkilerler.

“Bütün çocuklar eşittirler, çünkü onlar henüz çocuk” söylemi, liberal bir kurmacadır. Bütün çocuklar aynı şartların içerisine doğup büyüyorlar mı?

Tüm insanların, yaşamın çocukluk evresinden geçmiş olması, çocukluğu, eşit bir kategori yapmaz.

Öyleyse, bugün çocukların yaşadığı sorunları, işçilik, cinsiyetçilik, istismar, eğitim, anadil, sağlık haklarında ihlal vb. gibi yaşama ait alanlarda toplumsal sistemden bağımsız olarak düşünemeyiz.

Burjuva ideolojisi, yasalar önünde bütün “yurttaşları eşit ilan ettiği gibi” çocukları da eşit ilan eder. Ana akım söylemde “narin, naif, melek” olarak çizilir çocuklar. Bu tamamen, egemen sınıfın çocuklarla ilgili çizdiği romantik tablodur. Çocuğu bu şekilde ele almak, onu sınıfsal bağlamından kopararak ele almak anlamına gelir.

Çocukluk Politik Bir Mesele Midir?

Belki öncelikle, politik kavramına dair birkaç şey söylemek gerekir.

İçerisinde yaşadığımız sistemde, neyin politik neyin apolitik olduğuna egemenler karar verir çoğunlukla. Her koldan söylenen “tarafsızlık, objektiflik” temelde eşitsiz olan ve ezilme üzerine kurulan sistem içerisinde ne kadar mümkün olabilir? Egemen olanın ideolojisi, siyaset üstü, tarafsız olarak lanse edilirken; onun dışındaki her şey politik oluverir.

Özellikle eğitim ve çocuklar gibi konularda “politik” kavramı hep kötü şeyleri çağrıştırır. Çocukluk öyle bir şeydir ki asla “siyasete alet edilemez.”

Burjuva ideolojisi, yasalar önünde bütün “yurttaşları eşit ilan ettiği gibi” çocukları da eşit ilan eder. Ana akım söylemde “narin, naif, melek” olarak çizilir çocuklar. Bu tamamen, egemen sınıfın çocuklarla ilgili çizdiği romantik tablodur. Çocuğu bu şekilde ele almak, onu sınıfsal bağlamından kopararak ele almak anlamına gelir.

Ana akımda çocukluk, sanki bütün toplumsal ilişkilerin üstünde ve onlardan bağımsız bir yerdeymiş gibi anlatılır. Bu söylem, her alanda eşitsizlikler üreten sınıflı toplumun üzerine örtülen sahte “eşitlik” örtüsünden başka bir şey değildir. Oysa çocuk da diğer bütün insanlarla aynı dünyayı paylaşıp deneyimler, anladıkları üzerinden öğrenir, öğretir.

Çocukların cinsiyetleri, ulusları ya da dinlerinin nasıl da çocukluklarının önüne geçtiğini hepimiz bilmez miyiz? Berkin’in çocuk bedenini çocukluktan çıkaran da bu değil miydi?

Sonuçta “çocukluk” politiktir. Dolayısıyla çocukların yaşadığı sorunlar da sınıfsal ve politiktir. Sorunların kaynağında sistemin eşitsizlikleri yer alır. Çocukların günlük yaşamı, kullandıkları dil, okudukları okul, giydikleri kıyafet ve hatta kurdukları hayaller… Hepsi politiktir. Hepsi egemenler tarafından belirlenip şekillendirilirler. En azından böyle olması için her şey yapılır. İçinden çıkılması zor bir ağ sistemin günlük işleyişi üzerinden her çocuğun üstüne doğduğu anda atılıverilir.

Okula gelen bir din görevlisi İslamiyet’i anlattığında onun adı ders olurken; Alevi çocukların da olduğunu söyleyen öğretmenin yaptığı politika, ayrımcılık, nefret vb. olur. Ya da eğer çocuklara “milli marşlar” okutursanız alkışlanır, yüceltilirsiniz. Ama çocuklar 1 Mayıs’ta aileleriyle meydana çıkarsa onları siyasete bulaştırmış olursunuz.

Çocuğu Politikaya Alet Etmek Ne Demek?

Koskoca eğitim düzeni, bütün çocukların, egemen sınıfların çıkarlarını garanti altına alma çerçevesinde biçimlenmelerini ve onların ideolojileriyle şekillenmelerini sağlamaya çabalar. Küçük yaşlardan itibaren çocuklar, birine olmasa diğerine meyil ederek düzen içi kamplar arasında kendilerine bir yer bulmaya zorlanır. Çocuklar çeşitli gerici ideolojilerin bombardımanına tutulup özgür gelişim haklarından feragat etmelerinin önü açılır. Ama evet, onlar yine de hiç utanmadan “çocuklar politikaya alet edilmemelidir” derler.

Çocuklarla ilgili konuşup, onların yaşamına dokunmaya ve değiştirmeye çalıştığınızda, eğer egemenlerin söylemlerini kullanmıyor ve sorunun köküne inmeye çalışıyorsanız, “çocukları politikaya alet etmek” ya da “onların masumiyetlerini kirletmek” suçlarıyla damgalanırsınız.

Örnek vermek gerekirse: Okula gelen bir din görevlisi İslamiyet’i anlattığında onun adı ders olurken; Alevi çocukların da olduğunu söyleyen öğretmenin yaptığı politika, ayrımcılık, nefret vb. olur. Ya da eğer çocuklara “milli marşlar” okutursanız alkışlanır, yüceltilirsiniz. Ama çocuklar 1 Mayıs’ta aileleriyle meydana çıkarsa onları siyasete bulaştırmış olursunuz.

Oysa ezen-egemen sınıfın aksine, politika kavramı ezilenler açısından önemlidir. Neyin politik olduğunu belirlenmesinin de aslında sınıfsal olduğunu bilince çıkarmak, egemen ideolojinin zihinlerimize kurduğu hegemonyayı parçalamakta etkili olacak; sistemin politikacılarının tarafsızlık örtüsünü kaldırarak gerçekliğini görmemizi sağlayıp, toplumun gerçekte ne olduğunu gözümüzün önüne serecektir: “İşte toplum budur” diyebiliriz o zaman ve bu da politiktir.

Hâkim ideolojinin zihnimizde çizdiği çocukluk anlayışının dışına çıkarak, onun toplumsallaştığı yerlerin ve özellikle de eğitimin aslında iktidarı ayakta tutmaya yarayan önemli bir araç olduğunu kavrayabiliriz. Çocuğa bakarken mutlaka onun sınıfsal arka planını da görmeliyiz.

Hâkim olan çocuk algısı, onların “pasif, yönlendirilmesi gereken, cahil, masum” alıcılar olduğu yönündedir. Onlar kişi olarak kabul edilmez ve yetişkinlere yapışık canlılar olarak ele alınırlar; tıpkı burjuva hukukunda kadının erkeğe, hayvanın “sahibe” bağlı ele alındığı gibi.

Çarpık Çocuk Algısı

Çocukluğu tek boyutlu bir kategori ya da belli sayısal sınırlar içerisinde, genel geçer evrensel tanımlara sıkıştırmak mümkün değil. Çocuk deyip geçmek de…

Yine de çocukları diğer insanlardan ayıran belli özellikler olduğunu da görürüz.

Çocukluk algısı tarih boyu değişmiş. Günümüzde, uygarlığın geldiği aşama hep yüceltilse de çocuklar için durum pek de değişmemiştir. Çocukların çıkarları ve yaşamları açısından baktığımızda, bu çıkarların çoğunlukla belli kesimlerde sağlandığını görürüz. Ama yoksul ya da zengin, hangi sınıftan olursa olsun bütün çocuklar, onlara yönelik genel algıdan, ihlal ve istismardan, çeşitli boyutlarda etkilenirler.

Hâkim olan çocuk algısı, onların “pasif, yönlendirilmesi gereken, cahil, masum” alıcılar olduğu yönündedir. Onlar kişi olarak kabul edilmez ve yetişkinlere yapışık canlılar olarak ele alınırlar; tıpkı burjuva hukukunda kadının erkeğe, hayvanın “sahibe” bağlı ele alındığı gibi. Toplumsal yaşamın içinde sadece nüfus olarak bile oldukça büyük bir alanı kaplayan çocuklar birey olarak görülmezler.

Çocuklar, toplumda iktidara katılamayan, yönetimlerde söz sahibi olamayan, oy kullanamayan; kendi yaşam şartları ve geleceği ile ilgili söz hakkı taşımayan; kendi yaşam koşullarına müdahale edemeyen; ailenin ve devletin “malı” sayılan varlıklardır. Özne değil nesnedirler.

Ancak aynı çocuklar, öznesi olmadıkları toplumun bütün koşullarını paylaşırlar. Çocukların, yaşamdan ve haklardan aldıkları payı, ailelerinin aldıkları pay belirler.

Sözgelimi, onların bazı davranışlarını şımarıklık, vakit kaybı ya da zarar görebileceği tehlikeli işler olarak görmeyi bırakıp, aslında kendi gözleriyle dünyayı görme ve onu algılama biçimlerine dair pratik hareketleri olduğunu fark edebilirsek, zihnimizde onlar için kocaman bir yer açabiliriz. 

Diğer taraftan çocuklar, “gelecek nesil” söylemi içerisine sıkıştırılır ve bütün bir toplumun sorumluluğunu yüklenmeye zorlanarak şekillendirilirler. Sınavları geleceği için geçmelidir, okula geleceği için gitmelidir, o oyunları geleceği için bırakmalı o kursa geleceği için gitmelidir…

Kimin geleceği, nasıl bir gelecek? Bunlar da ayrıca tartışılması gereken başlıklar.

Çocuk, kendi başına, çocuk olduğu için çocuk olmasıyla, bir özne olarak değil “gelecek” için şekillendirilen bir “nesne” olarak görülür genellikle. Şimdiki çocuk haliyle ne olduğu değil de ileride nasıl bir yetişkin olacağı üzerine hesaplar yapılır. Çocuk ne olduğunu bile anlamadan bir yatırım aracına dönüşmüş halde buluverir kendini.

Oysa çocuk doğumundan itibaren bir bireydir ve her gelişim döneminde olduğu gibi çocukluk zamanında da geleceğe itelenemeyecek o zamana özel ihtiyaçları vardır; koşulsuz, şimdi ve burada karşılanması gereken ihtiyaçlar.

Elbette çocuğun yatırımı aracına dönüştürülmesi, “çocuğun üstün yararı adına, onlar için yapılır”; sözüm ona korunmaktadır ya da geleceği garantiye alınmaktadır!

Bu çarpık çocuk algısı öylesine yerleşmiştir ki, bilinçli bir yönelimle dönüşmeye zorlanmadıkça bütün önyargılar gibi değiştirilmesi çok zordur. Sistemin rendesinden geçmiş güdük bilinçlerimiz her daim çocuğu kalıba sokma, ona müdahalede bulunma yönelimini taşır.

Sözgelimi, onların bazı davranışlarını şımarıklık, vakit kaybı ya da zarar görebileceği tehlikeli işler olarak görmeyi bırakıp, aslında kendi gözleriyle dünyayı görme ve onu algılama biçimlerine dair pratik hareketleri olduğunu fark edebilirsek, zihnimizde onlar için kocaman bir yer açabiliriz.

Çarpık çocuk algımız bize çocuğun yalnızca “bakılması” gereken bir varlık olduğunu söylüyor değil mi? Böyle olunca da çocuklara sadece “bakıyoruz”. Ama çocuğu “görmek”, ona bakmanın, ihtiyaçlarını ve güvenliğini sağlamanın ötesinde bir şeydir.

Çocuğa Doğru Bir Adım

Doğası gereği çocuk yetişkin ilişkisi asimetriktir. Dolayısıyla, çocuğun çocuk olma durumunu dengelemek ve onun bir birey olarak toplumda var olmasını sağlamak için bilinçli bir tutum takınmamız gerekir.

Çarpık çocuk algısı, yetişkin ve çocuk arasında bulunan mesafeyi giderek derinleştirir. Çocuk odaklı, çocuğu ve onun “şimdi”sini merkeze almayan hiçbir yaklaşım bu mesafeyi azaltmaz; çocuğa şekil vermekten öteye gidemez.

Elbette, çocuğa “öğretmek”, çocuğu korumak biz yetişkinlerin sorumluluğundadır. Ve elbette, bizim bilincimiz ve yöntemlerimiz de tarafsız değildir. Ancak çocuğu birey olarak görüp onun için sadece ön açıcı olmak başka; tam tersine onun adına ve onun için her şeyi yaparak onu kendimize bağlı “yetiştirmek” başkadır.

Merkeze çocuğu yerleştirdiğimizde, ondan öğrenmeye başlar, kendine ait bir bakış açısı ve yorumlama kabiliyeti olduğunu fark eder; onu “cahil” olarak değil, yaşamda bir yeri ve etkisi olan, yaratma ve öğrenme kapasitesi sınırsız bir özne olarak görmeye başlarız. Çocukluk dönemi, bireyin kendini gerçekleştirmesi yönünde önemli bir zaman dilimidir ve onun yararına olanaklar sağlamakla yetinmemiz gereken durumlarda asla sınırları aşmamalıyız.

Zira çocuklar, onlara müsaade ettiğimizde; aslında bizim zihinlerimizin onlar için düşünüp karar verdiği şeylerden fazlasını yapabilir-azını da yapabilir- ve zengin, çok boyutlu düşünme kapasiteleri, algılama ve yapma noktasındaki yaratıcılıklarıyla; tam da kendileri olarak yaşamaya, karar verip itiraz etmeye başlayabilirler.

Biz kaldırımda yürürken sadece iki mesafe arasını tamamlamaya çalışırız ama çocuklar varacakları nokta dışında, yolu da görürler. Orada bin bir çeşit oyun üretebilir, bizim çoktan tecrübe edip artık yapmayı bıraktığımız şeyleri tecrübe etmek, tekrar tekrar denemek için müthiş bir heyecan içerisinde ilerleyebilirler.

Neden Bir Çocuk Politikası

Kapitalizm, insanlığı kendi işleyişine uyumlu hale getirmek için, toplumun bütün damarlarına nüfuz edip yerleşir ve kendi varlığının devamı için ihtiyacı olan toplumu her an yeniden üretir. Bu döngüde çocuklara özel olarak yönelir. Çünkü onlar korunmasız ve etkilenmeye açıktırlar.

Elbette bunlar, egemen ideolojinin hedefledikleridir. Bu noktada, çocuk da sadece durup alarak devam eden bir nesne değildir. Öyle olsun istenir, ama çocuklar çoğunlukla buna direnirler. O kalıba ya da o sıraya girmemek, o parmağı kaldırmadan konuşmak, o çizgileri hep taşırmak…

Eğitim sistemi, egemenlerin elindeki en büyük ideolojik aygıtlardan biridir. Çocukları, on yıllarca kendi yaşam biçimi, gereksindiği yetenek ve niteliklere göre donatır. Fikirlerini şekle sokup yaratıcılıklarını kendi kanallarında eritir. Bir çocuğun hangi okulda kimlerle okuyacağından ne giyeceğine, ne yiyeceğinden hangi sosyal aktiviteleri yapabileceğine kadar her şeyi biçimlendirir. Sistem, çocuk üzerindeki politikalarının çok yönlülüğü ve derinliği ile istediği gelecek nesli yaratmaya çalışır. Kendi çıkarlarına uygun bir gelecek nesli toplumsal olarak inşa eder.

Elbette bunlar, egemen ideolojinin hedefledikleridir. Bu noktada, çocuk da sadece durup alarak devam eden bir nesne değildir. Öyle olsun istenir, ama çocuklar çoğunlukla buna direnirler. O kalıba ya da o sıraya girmemek, o parmağı kaldırmadan konuşmak, o çizgileri hep taşırmak…

Bu tutumları öyle bilinçli karşı çıkışlar olarak ele alamayız. Ancak, çocukların “düzen” karşısındaki tutumları tam da çocuk olmalarından gelen zengin algılama ve bağlantılar kurma yeteneği sayesinde her zaman bir direniş ögesini de taşır ve hiçbir zaman tam olarak egemenlerin istediği gibi olmaz.

İşte, bu noktada sistemi devam ettirmeye odaklı, eleştirel, yaratıcı ve özgürleştirici olmayan, yetişkin bakışına sahip, tek yönlü biçimlendirici çocuk politikasının karşısında duracak bir çocuk politikasına ihtiyacımız var. Sermaye mantığının dışında bir çocuk politikasına.

Egemen ideoloji karşısındaki mücadelemizin önemli bir boyutu da çocukluk-çocuklar olmalıdır.

Ülkemizde çocuklar, yalnızca istismarları ya da değişen eğitim sistemleri gündeme geldiğinde, o zaman da refleksif ve yüzeysel olarak konuşuluyor. Ve çocuklar aslında ülke nüfusunun yüzde yirmi sekizini oluşturuyor! Bu durum genellikle, çocuğu korumaya yönelik panik halinin etkilerini taşıyor ve kısa süre içerisinde yitip gidiyor.

Oysa bugün, “başka bir dünya mümkün” tahayyülünü zihinlerinde taşıyan ve bunun için mücadele eden tüm toplumsal yapıların çocukların yararına bütüncül bir dönüşümün peşine düşmesi gerekiyor.

Bunu yaparken ama çocuğu “gelecek günlerin” kalıplarına hapsederek değil; şimdinin öznesi olarak görmeliyiz. Çünkü çocuk, salt gelecekle ilgili değildir. Biz onun için sadece geleceği görürüz, ama yaşayan çocuk şimdidedir. Onlar şimdinin bireyleri olmalı ve sadece yarın değil bugün de haklarına erişebilmelidirler.

Çocuk politikasına dair düşünmeye, adımlar atmaya ihtiyacımız var. Çocuklara, zamanımızı nasıl anlatacağız? İçerisinden geçtiğimiz bu zor zamanları? Hiç yaşanmıyormuş gibi yapmayacağız öyle değil mi? Onları, burjuva çocuk edebiyatının dünyalarına terk etmeyeceğiz. Hangi konularla, hangi dil ve yöntemle; nasıl bir edebiyat, sanat ve felsefeyle yaklaşacağız onlara? Savaşı ve işsizliği nasıl açıklayacağız mesela? Dayanışmayı ve güvenmeyi, sevgiyi ve adaleti hangi yollarla anlatacağız?

Çocuk politikası (eğitim, sağlık, sanat, dil, edebiyat, spor, beden…) ihtiyacı, bugünün toplumsal mücadelesinde önemli bir açıktır. Ve, inşasına şimdiden giriştiğimiz zaman, var olanı eleştirmekle kalmayıp yeniyi denediğimiz, şimdinin içinde nüvelerini yeşerttiğimiz ölçüde kendini var edecektir.

Bu politika, “daha acil sorunlar” nedeniyle geriye itilemez ya da “olsa güzel olur ama bu toplumda zor” yaklaşımının hâkimiyetine bırakılamaz. Zira çocuklar da bizimle birlikte eziliyor, yoksullaşıyor, ihmal ve istismara maruz bırakılıyor; savaşta ölüyor, yaralanıyor, mülteci olarak yollara düşüyor; işçileşiyorlar.

“Çocuktur, büyüyünce unutur” söyleminin ardına boşuna sığınıyoruz. Kendinizden yola çıkın; unuttunuz mu çocukluğunuzu? Çocuklar da unutmaz. Bizimle aynı dünyayı aynı gerçekliği yaşarlar. Sadece onlar bunu kendine özgü zihinsel haritalarıyla görür ve öyle yorumlarlar.

Çocuk politikasına dair düşünmeye, adımlar atmaya ihtiyacımız var.

Çocuklara, zamanımızı nasıl anlatacağız? İçerisinden geçtiğimiz bu zor zamanları? Hiç yaşanmıyormuş gibi yapmayacağız öyle değil mi? Onları, burjuva çocuk edebiyatının dünyalarına terk etmeyeceğiz. Hangi konularla, hangi dil ve yöntemle; nasıl bir edebiyat, sanat ve felsefeyle yaklaşacağız onlara? Savaşı ve işsizliği nasıl açıklayacağız mesela? Dayanışmayı ve güvenmeyi, sevgiyi ve adaleti hangi yollarla anlatacağız? Bunları yaparken karşılıklı bir ilişki kurmayı başarabilecek miyiz? Herkesin söz sahibi olmasını istediğimiz meclislere çocuk katılımını nasıl sağlayacağız? Onların da söz sahibi olduğu kentleri nasıl var edeceğiz?

Bu sorular böyle uzayıp gidebilir…

Emin olalım, anlatmayı bildiğimizde, çocuk, savaşı, istismarı, cinsiyet ayrımcılığını, doğanın yıkımını ve sömürüyü anlayabilir. Yeter ki yetişkinler olarak, çocuğun anlama kapasitesine güvenelim. Ve bugün verdiğimiz yeni bir dünya mücadelesinin içerisine yerleşecek bütünlüklü bir çocuk politikasına girişelim.

Yararlanılan kaynaklar:
Richter, D. (1978), Politik Çocuk Kitabı, İstanbul, Gözlem Yayınları.
Lodi, M. (1975), Aydınlığa Doğru, İstanbul, Gözlem Yayınları.
“Türkiye’de Çocuklara İlişkin Sorunlar ve Alternatif Politika Arayışı Uluslararası Sempozyumu” raporu: http://egitimsen.org.tr/wp-content/uploads/2016/04/Kapitalizm-ve-Paternalizm-K%C4%B1skac%C4%B1nda-%C3%87ocuk.pdf