Rosa Luxemburg’un Saklı Doğası-Benan Kapucu

El yazmaları’nın Notu: 15 Ocak 1919’da karşı devrimci güçler tarafından Karl Liebknecht ile birlikte katledilen Rosa Luxemburg’un 101. ölüm yıldönümü vesilesiyle mini bir dosya içeriği hazırladık. Bu dosya içeriğinde Rosa Luxemburg’un devrimci teoriye yaptığı katkının yanı sıra, onun devrimci yaşantısı ve az bilinen iç dünyası ile ilgili içerikler yer alıyor. Bu içeriklerden ikincisi olarak, konuk yazarımız Benan Kapucu’nun kaleme aldığı “Rosa Luxemburg’un Saklı Doğası” başlıklı makalesini siz değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.

İdeallerini ne pahasına olursa olsun savunan, “Özgürlük her zaman ve yalnızca farklı düşünenin özgürlüğüdür” dediğinde, yol arkadaşlarıyla bile ayrı düşen barış yanlısı bir devrimciydi Rosa Luxemburg.

Fikirleri tehlikeli bulunup kalın duvarlar arasına atıldığında, ancak doğayla kurduğu güçlü ve içten bağ sayesinde sevgisini, direncini ve cesaretini koruyabilecekti.

Ölümünden yüz yıl sonra, Rosa Luxemburg Vakfı New York Ofisi ve Goethe Enstitüsü iş birliğiyle düzenlenen Rosa Luxemburg: A Thousand More Things sergisi, botanik defterleri, mektupları ve arşiv görüntülerini buluşturuyor; tarihin güçlü bir siyasal figürünün karmaşık kişiliğini, doğayla kurduğu şiirsel ilişki üzerinden anlatıyordu.

Rosa Luxemburg Herbarium

Evelyn Wittich editörlüğünde üç yıl önce yayımlanan Rosa Luxemburg Herbarium kitabı da sergiye ışık tutuyordu. Rosa Luxemburg -vahşice öldürülmesinden yüz yıl sonra bile- güçlü retoriği, “içinde olan herkesin birbirini sevmesine izin verileceği bir toplum düzeni” idealiyle, büyük bir deha, sosyalist düşüncenin dünya çapında kuramcısı olarak bugün de ilham verici bir portre.

İnsan olmanın, sosyalist olmakla özdeşleştiği bir yüzyılda, Yahudi bir ailenin kızı olarak doğmuş. Daha 15 yaşındayken Polonya’da gizli örgütlerle ilişkiye giren, 18’inde bu yüzden yurt dışına kaçmak zorunda kalan, yeri geldiğinde sosyalist partilerin de sert tavrına “her şeyden önce insan olmaktır asıl sorun!” diyerek tepki gösteren ve bunu anlamlı bir mücadeleye dönüştüren bir isim.

19. ve 20. yüzyıl dönümünde müthiş altüst oluş süreci geçiren orta ve doğu Avrupa’da; en basit demokratik ve insani talepleri bile bastırılan sosyalistlerin, işçilerin, Yahudilerin, kadınların zor hayatlarına tanıklık eden; her iki tarafın da “yeni bir dünya kurma” idealiyle yola çıktığı, gizli yeraltı örgütleriyle ile kurumsallaşmış açık kitlesel sosyalist partiler arasında gerilim yaşanan bir dönemdir bu. Düşünce özgürlüğü konusunda farklı görüşler ileri sürmüştür çağdaşlarından. O yüzden hapse de atılır.

Birinci dünya savaşına karşı çıktığı konuşması nedeniyle, 1915-1918 yılları arasında hapis yatmış ve duvarlar arasındayken ilk göz ağrısı olan botanik tutkusunu yeniden hatırlamış Rosa. Berlin (1915-1916), Wronke (1916-1917) ve Breslau (1917-1918)’da üç ayrı yerde hapis yattığı dönemde, bitki toplama merakı, onu yaşama bağlamış ve hücresinde “nefes alabilmesini” sağlayan bir uğraş olmuş. New York’ta sunulan bu herbaryum sergisi, onun hapiste olduğu yıllara ve o döneme tanıklık ediyor; kurutulmuş ve preslenmiş bitkilerle dolu, her sayfasında el yazısıyla bitkilerin botanik özelliklerine, habitatlarına dair notların eklendiği, kendi elinden çıkan 17 adet botanik defteri gözler önüne seriliyordu.

Bu yıllar boyunca, arkadaşlarına, aşıklarına ve siyasi hareketteki arkadaşlarına çok ilginç, insani duygularını da içtenlikle ortaya koyan mektuplar göndermiş. Belgesel ve otobiyografik açıdan değerli oluşları bir yana, oldukça kişisel mektuplar bunlar.

“Bilir misiniz, zaman zaman gerçekten bir insan değilmişim, insan biçimine bürünmüş bir kuş ya da hayvanmışım gibi geliyor bana. Aslında, buradaki gibi küçük bir bahçedeyken, daha çok da kırlarda, arı sesleri arasında çimenlere uzandığımda, kendimi parti kongrelerimizin birinde olduğumdan çok daha rahat hissediyorum. Bunu size rahatça söyleyebilirim; hemencecik sosyalizme ihanet ettiğim kuşkusuna kapılmazsınız nasılsa! Gene de bütün bunlara karşın, grev başında, bir sokak çarpışmasında ya da cezaevinde ölmeyi gerçekten isterim” diye yazar bir mektubunda.”

Rosa, kadın hareketine dair; kapitalizme alternatif üretmeye dair fikir tartışmalarının yanı sıra politikanın ötesine de geçip, insan ilişkilerinin en mahrem yönlerine de değiniyor.

Dostlarına, sevgilisine ve dava arkadaşlarına yazdığı mektuplar, doğa sevgisini de koyar ortaya. Şöyle yazmış örneğin:

“Bilir misiniz, zaman zaman gerçekten bir insan değilmişim, insan biçimine bürünmüş bir kuş ya da hayvanmışım gibi geliyor bana. Aslında, buradaki gibi küçük bir bahçedeyken, daha çok da kırlarda, arı sesleri arasında çimenlere uzandığımda, kendimi parti kongrelerimizin birinde olduğumdan çok daha rahat hissediyorum. Bunu size rahatça söyleyebilirim; hemencecik sosyalizme ihanet ettiğim kuşkusuna kapılmazsınız nasılsa! Gene de bütün bunlara karşın, grev başında, bir sokak çarpışmasında ya da cezaevinde ölmeyi gerçekten isterim” diye yazar bir mektubunda.

“Dünyada nerede bulutlar, kuşlar ve insan gözyaşları varsa, ben oradayım…” diyecek kadar bitkilere, hayvanlara, insanlığa karşı dizginsiz sevgiyle yaklaştığını yazan, Uraz Aydın’ın e-Skop dergisindeki yazısından aktarıyorum:

“Rosa Luxemburg’un mektupları bitkilere, hayvanlara, insanlığa, kısacası her türden canlıya karşı duyduğu dizginsiz sevgi, sınırsız şefkat duyduğuna da tanıklık ediyor. Ve bunu hiç şüphesiz özel yaşamında aşka ayırdığı yerle birlikte düşünmek gerekir. Özellikle mektuplarında ama yer yer de siyasi yazılarında karşımıza apansız çıkan şiirselliğin ardında yatan da bu yoğun duygusallık, kendini doğayla bütün hissetme ve onun her türden coşkusunun da ıstırabının da bir parçası, bir yoldaşı olarak algılama hali…”

Önde gelen Rosa Luxemburg uzmanlarından, Polonya’daki Rosa Luxemburg Vakfı’nın yöneticisi Holger Politt ise “Luise Kautsky ve Mathilde Jacob gibi arkadaşları ziyarete gelip çiçek verdiklerinde ya da ona postayla çiçek yolladıklarında, botanik defterleri her defasında yanındaydı” diye anlatıyor.

14 ay boyunca Berlin Kadınlar Hapishanesi’nde savaş karşıtı konuşması nedeniyle hapis yatarken, arkadaşı Mathilde’den onun için çiçek toplamasını da istemiş.

“Bir kez daha botaniği düşünebilirim, bu benim en sevdiğim meslek ve dinlenmenin en iyi yollardan biri. 1913 Mayıs’ından bu yana, hepsi güzelce kurutulmuş yaklaşık 250 bitki yapıştırdım” diye yazmış bir mektubunda.

Mart 1915 tarihli mektubunda ise şu ifadeler var:

“Bahçemdeki çiçekleri toplayabilirsiniz artık.  Şimdi ormanda, açık mavi narin anemonlar açmış olmalı; beyaz nergisler de…”

Siyasi mahkum olarak, yalnızca doktor ziyareti gibi belirli durumlarda hapishane dışına çıkmasına izin verilmiş. Her seferinde bu fırsatı değerlendirir; her çıktığında çiçek toplayıp hücresine taşırmış. Luxemburg’un herbaryumunda en son kaydedilen örnek 15 Ekim 1918 tarihli, Polonya’da Breslau’daki hapishane kompleksinin çiftlik avlusunda bulduğu sığırkuyruğu otu (verbascum lychnitis)’dur. Kasım başında hapishaneden çıktıktan üç ay sonra, Berlin’de karşı-devrimci askerler tarafından öldürülecektir.

Holger Politt, “Bitkileri toplamak ve tanımlamak, akıl sağlığını korumasına yardımcı oldu. Terapatik bir işti onun için; onsuz baş edemezdi” diye anlatıyor. Hapiste olduğu yıllara atfen bunu söylüyor ama Rosa’nın botanik tutkusu yalnızca bu dönemle sınırlı değildir; bitkileri toplama, kurutma ve presleme tutkusu 1913 Mayıs’ında Berlin’e, Steglitz ‘Südende’ye taşındığında başlamış. Bitki örtüsünü keşfetmek adına, komşusunun arazisinde haftalar geçirmiş.

Luxemburg’un herbaryumunda en son kaydedilen örnek 15 Ekim 1918 tarihli, Polonya’da Breslau’daki hapishane kompleksinin çiftlik avlusunda bulduğu sığırkuyruğu otu (verbascum lychnitis)’dur. Kasım başında hapishaneden çıktıktan üç ay sonra, Berlin’de karşı-devrimci askerler tarafından öldürülecektir.

1915 Eylül’ünde arkadaşı Luise Kautsky’ye şöyle yazmış bununla ilgili: “Südende’de bitkilere büyük tutkuyla bağlandım; toplamaya, preslemeye ve yanlarına notlar alarak botanik bilgilerini eklemeye başladım. Dört ay boyunca arazide dolaşmaktan başka bir şey yapmadım ve sonra bulup eve getirdiğim tüm bu ganimetleri düzenleyip tek tek tanımlamaya çalıştım” diye anlatmış bu keşif macerasını…

Luxemburg’un bitkilere olan sevgisi yeni değildir gerçekten.

Genç bir kızken ilk hedefi bir bilim insanı, botanikçi veya bir zoolog olmaktır. 19 yaşında okumak için Varşova’dan ayrılıp İsviçre’ye gittiğinde Zürih Üniversitesi’nde ilk olarak zooloji bölümünü seçmiş aslında.

Ama daha sonra siyaset alanında kariyer yapma hevesi ve “aklını çelen”  Leo Jogiches ile olan ilişkisi nedeniyle, botanikçi olma potansiyelini bir kenara itip ekonomik bilim ve aktivizm alanında karar kılmış. Zaman zaman bu kararı sorguladığı anlar da olmuş.

Politt kitabında, annesi 1897’de öldüğünde ve Polonya’ya gidemediğinde, aldığı yolu lanetlediğini ve Jogiches’e yapmak istediği tek şeyin “basit ve dürüst bir bilim insanı” olduğunu söylediğini de aktarıyor. Daha sonra, Kasım 1917’de Breslau’da zaman geçirirken, Wilhelm Liebknecht’e şöyle yazmış: “Ne yazık ki hayat çok kısa ve siyaset tüm diğer yapmak istediklerime fırsat vermiyor; aksi halde kendimi buna adamak isterdim.”

Bitkiler Dünyası ve Mektuplar

En sevdiği çiçek de kardelendir Rosa’nın. Arkadaşlarına yazdığı mektuplarda, baharın yaklaşmakta olduğunu, kardelenlerin büyümesini izleyemediği için duyduğu özlemi dile getirmiş.

Herbaryumunda; her bir bitkinin titizlikle açıklandığı botanik defterlerinde yüzlerce örneğin arasında kardelen de vardır. Defterlerine hem Almanca hem Latince adlarını atamakla kalmayıp nerede ve ne zaman toplandığını da kaydetmiş.

Botanik bilimciler, herbaryumun bilimsel açıdan değerlendirdiğinde çok fazla hata bulabilir ama kendi kendini yetiştirmiş biri için etkileyici sayılabilecek bir koleksiyon. Luxemburg’un ölümünden sonra herbaryumun, kimlerin elinde dolaştığını çok az kişi biliyor.

1930’larda ABD’ye göç eden sırdaşı Paul Levi’nin akrabaları tarafından alınmış; daha sonra 1970’lerin ortalarında Varşova’da yeniden keşfedilmiş. Defterler 2009’da Holger Politt yönetiminde, Rosa-Luxemburg vakfının Polonya şubesi tarafından derlenmiş. 2016 yılında da Berlin merkezli vakfın yayınevi Karl Dietz Verlag, Luxemburg’un bu herbaryumunu Politt’in seçtiği mektupları ve önsözünü içeren 400 sayfalık “Rosa Luxemburg: Herbarium” (2016) kitabında bir araya getirmiş.

Rosa’nın botanik alanına ilgisinin, ilk bakışta politik kimliğiyle bağlantısız olduğu düşünülebilir belki ama biraz daha derinden inceleyince, bitkilerle baş başa olduğu bu dünyanın, iç dünyasıyla ilgili de çokça fikir verdiğini söyleyebiliriz. Koleksiyonculuk genellikle dünyayı sınıflandırma ve sipariş etme pratiği olarak görülür ama bu, onun için küçük, görünüşte önemsiz olan detaylara özen gösteren bir tavırla, dünyayla ilişki kurmanın bir yoludur. Tekrarlanan hapis cezası sırasında, doğal dünya ile yakın ölçekte kurduğu bu ilişki, ruhen özgürleşmesini ve dışarıyla bağ kurmasını da sağlar.

Serginin kataloğunda şöyle yazıyordu:

“Rosa Luxemburg Herbaryumu, kurutulmuş, preslenmiş ve sayfalara yapıştırılmış bitkiler ve onlara iliştirilen notlarla birlikte, sömürüsüz bir dünyaya ve yeni duyarlılıkları olan yaşam tarzına duyulan özlemin de somutlaşmış halidir. Bu anlamda, onun ‘insani’ yönünden bahsederken, doğaya ile kurduğu güçlü bağı da göz ardı etmemek gerekir. Genellikle kadınlara özgü, dişil bir yaklaşım olarak bilinen detaycılığı, doğaya bakışına olduğu kadar siyasi analizlerine de yansıyor. O değişim için toplumun da en temel düzeyde dönüşmesi gerektiğini; bunun yalnızca kendimizle ve birbirimizle olan ilişkimizle değil, aynı zamanda gezegeni paylaştığımız diğer canlılarla olan ilişkimizi de belirlediğini söylüyordu.”

Tarihçiler ya da yazarlar Rosa Luxemburg gibi tarihsel kişiliklerin hayatını yazarken ele aldıkları o portrenin “özel” ve “siyasi” yaşamı arasında; şiirsel, kadınsı ve sanatsal tarafı ile devrimci ruhu ve politik hırsları arasında keskin ayrımlar yapma eğiliminde olabilir. Hem kitapta, hem de sergide, çok yönlü bir Rosa Luxemburg anlatılarak alternatif bir yaklaşım izlenmiş. Kişiliğinin bir parçası olan ama bugüne dek göz ardı edilen bir yönü serginin odak noktasına taşınarak diğer yönleriyle olan paralellikleri araştırılmış.

Toplama pratiğini, koleksiyonculuğunu ön plana çıkararak, politik yönünü de dışlamadan; birçok yönünün bir arada olmasına izin vererek Rosa Luxemburg’u -ya kahraman ya da kibar bir ruh; ya “Kanlı Rosa” ya da “lirik bir hayalperest” gibi- iki ayrı uca giden dar kalıplara hapsetmeden; bazen birbirine hizalanan bazen birbirini kesen bütün hikayeleriyle birlikte anlatmış.

Botanik defterlerinden seçilerek sergi alanında yan yana sergilenen sayfalar, -mektuplarında kişisel yazışmalarındaki ifadelerinin de desteklediği gibi- Rosa’nın botanik ve doğal dünyaya duyduğu ilginin siyasal pratiğiyle iç içe örülü olduğunu gösteriyor. Sergilenen mektuplardan seçilen alıntılar, bitkilere ve hayvanlara olan sevgisini, arkadaşlıklarını, iç çatışmalarını ve politik inançlarını; kısacası hem siyasi hem kişisel yönünü şiirsel bir dille anlatıyor.

Rosa Luxemburg için cezaevi elbette “acı verici” bir mekandır; hapis cezaları, “içsel dinginliğini” kaybetmesine ve mektuplarında güçlü bir şekilde ifade ettiği gibi, dış dünya için derin bir özlem duymasına neden olur. Hapishanedeki hücresinin dışında, duvarların gerisinde kalan doğanın seslerini, rüzgarla hışırdayan ağaçları ve türlü türlü seslerde şarkı söyleyen kuşları özlediğini anlıyoruz mektuplarından. Sergideki, özel ses sistemi ziyaretçilerin kendilerini Rosa Luxemburg’un yerine koyup, -sesten ve insan temasından yoksun bırakma cezalarının dışında- hücresinden duymuş olması muhtemel, kuş seslerini de deneyimleyebilmelerini sağlamış.

Berlin ve Wronke cezaevlerindeki arşiv görüntüleri, 15 Ocak 1919’da ölümünden sonra yarım kalan botanik defterlerinin tarihsel bir bağlam içinde izlenmesini kolaylaştırmış.

Rosa’nın Wronke’den arkadaşı Hans Diefenbach’a yazdığı bir mektup şöyle bitiyor:

“Benim sana söylemek istediğim binlerce şey daha var”.

Serginin başlığı “A Thousand More Things” bu sözden alıntılanmış. Erken ölümüyle yarım kalan, politik vizyonunu gerçekleştirme hayallerine de bir gönderme bu. Brecht’in yalın anlatımıyla, Rosa Luxemburg’un ölümü, işçi sınıfının bütünleşmesi hayalinin de ölümüdür:

“Burada Rosa Luxemburg gömülü

Polonyalı bir Yahudi kadın

Alman işçilerinin öncü savaşçısı

Alman sömürücülerinin emriyle öldürüldü

Ezilenler, gömün ayrılıklarınızı!”

Rosa Luxemburg, politika ve devrime ne kadar tutkuyla yaklaştıysa doğal dünyaya da o tutkuyla yaklaşmış. Doğayı, günlük mücadelelerden kopuk ve uzak sadece yaşanan bir ortam olarak değil, siyasi kimliğini biçimlendiren bir olgu olarak deneyimleyerek…

 

Not: Bitkiler âleminin tuhaf ve muhteşem dünyasını belgeleyen botanik sanatına dair Açık Radyo’da her Pazar 10:30 – 11:00 saatleri arasında yayınlanan Botanitopya‘yı hazırlayıp sunan yazarın, konu ile ilgili 31 Mart 2019 tarihinde yayınlanan  program kaydına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

http://acikradyo.com.tr/botanitopya/rosa-luxemburgun-herbaryumu