Anti-Siyaset ve İngiliz İşçiciliğinin Son Nefesi – Tad Tietze

Jeremy Corbyn önderliğindeki İşçi Partisi’nin seçimlerde uğradığı yenilginin nedenleri ve olası sonuçları üzerine bir dizi yazı çevirmeyi uygun bulduk. Bu yazılardan ilk üçünü yayımlamıştık. Yazı dizimizin dördüncüsünde Left Flank’tan Tad Tietze’nin yazısını Caner Malatya’nın çevirisiyle ilginize sunuyoruz.

1983’teki seçim felaketinden daha az sandalye kazanılması, İşçi Partisi’nin Birleşik Krallık seçimlerinde aldığı yenilgiyi, anlam açısından, seçim yenilgisinin derecesinin çok ötesine götürüyor. Uzun yıllardır işçi sınıfının kalbi olan Blyth Valley, Sedgefield, Bolsover ve çok daha fazla yerdeki İşçi Partisi’ne ait sandalyeler on yıllardan sonra ilk defa Torylere* geçti. Daha geniş bir tarihsel bağlamda bu seçim, Britanya İşçiciliğinin ölümcül durumuna ve son 10 yıldaki büyük seçim yenilgileri bağlamında işçi sınıflarını temsil ettiğini iddia eden güçlü partilerin (Yunanistan’ın PASOK’undan Fransa’nın Sosyalist Partisi’ne ve hatta bir zamanlar güçlü olan Almanya’nın SPD’sine) ölümlerine işaret ettiğini doğruladı. Bundan anlamlı bir şekilde geri dönüş de yoktur.

Sonuçlar 2016 Brexit referandumunda AB’den ayrılma kararının çıkmasıyla, Birleşik Krallık siyaseti içindeki siyasetlerin gruplaşmalarını nasıl ilerlettiklerini ortaya koydu. Ayrıca sonuçlar,  İşçi Partisi’nin Londra dışında, AB’den ayrılma oyunun güçlü olduğu geleneksel işçi sınıfı kalelerinde, muhafazakârlara karşı ağır bir şekilde kaybettiklerini de ortaya koydu. Bu sırada Brexit’e şiddetle karşı oy veren İskoçya’da ise İşçi Partisi, ki bir zamanlar kalesi olan bu bölgede, Tony Blair’in 1997’deki tarihi zaferinde aldığı 56 sandalyeden ve daha yakın geçmişte 2010’da aldığı 41 sandalyeden tek sandalyeye düştü.

Kendisini paldır küldür ve neredeyse oybirliği ile tartışmalı bir radikal sol Corbyn deneyimine atan (bazı radikal grupların yaptığı gibi resmen dışarıda dursalar bile) Birleşik Krallık solu için belki de en acı verici olan felaket, 2017’nin sahte şafağından sonra gelmektedir.

2017’deki seçimde İşçi Partisi, iki partili ve sınıf esasına dayanan İngiliz seçim düzeninin (iki partinin toplamda 1970’lerden beri aldıkları en yüksek oy) canlanmasına benzeyen süreçte, beklenenden çok daha iyi bir sonuç aldı. Theresa May liderliğindeki Muhafazakârlar çoğunluğu kaybettiler ve iktidar olabilmek için Kuzey İrlanda Birlikçileri ile ittifak yapmak zorunda kaldılar. Kamuoyu tarafından pek bilinmeyen Jeremy Corbyn ise yaptığı kampanyanın enerjisiyle kendisinin değişimin bir öznesi olarak görülmesine izin verdi. 2019’da neredeyse her seçmen Corbyn’in kim olduğunu biliyordu ve kamuoyu yoklamalarındaki memnuniyet oranlarının net şekilde olumsuz olmasının gösterdiği gibi ondan pek hoşlanmamaktaydılar.

Brexit sorunu

İşçi Partisi’nin sorunları ise üç katmanlıdır. Birincisi Brexit konusundaki  konumuydu. Bunu anlamak için biraz arka plana bakmak gerekli. Muhafazakâr başbakan David Cameron,”parti yönetimi” sorunu olarak düşündüğü şeyi çözmek için 2016’da referandum çağrısında bulundu. Toryler, 1990’lardan bu yana AB üyeliğine yönelik iç tartışmalardan rahatsızlık duyuyordu. Bu sorun, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve sendikaların düşüşe geçmesiyle birlikte Torylerin kendilerini tanımladıkları tarihsel konumlarının çalındığı bir dönemde, partinin kimlik krizinin bir simgesi olarak ortaya çıkmıştır. 2010 yılının başlarında sağcı ve AB karşıtı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi’ne (UKIP) yönelik artan desteğe ve İşçi Partisi’nin seçimdeki yenilgisine rağmen Torylerin seçimlerdeki eski gücünü geri alamaması ve kemer sıkma önlemleri ile devam etmesi, Avrupa’ya karşı bir dizi parlamento üyesinin isyan etmesine cesaret verdi. Elit çevrelerin beklenmeyen bu çıkışı sonucunda, dörtte üçü AB’de kalmak isteyen Westminster siyasi sınıfının isyanı yaygınlaşarak yıkıcı oldu. Belki de daha önemlisi AB’den ayrılmayı oylama, seçmenlerin çoğu tarafından siyasetin “kontrolünü geri almak” olarak görülüyordu. Ve bu, Tony Blair yıllarında çekimserliğin arttığı işçi sınıfının kesimlerinin referanduma katılımlarını artmasını sağlayan, Ayrılma taraftarı bir stratejist olan (ve şimdi de Boris Johnson’ın danışmanı) Dominic Cummings’in formüle ettiği bir slogandı.

Siyasiler buna, gizli veya açık bir şekilde, otoriteyi yeniden kurma girişimleriyle tepki verdi. Bu tepkiler, ayrılma için oy verenlere karşı kötü niyetli küçümseyici kinayelerin mobilizasyonu, oylamayı uygulamaya çalışan herhangi bir hükümetin üzerinde parlamentonun yasal üstünlüğünü inşa eden davalar ve Theresa May’ın AB ile imzalandığı Brexit anlaşması görüşmeleri gibi; Birleşik Krallığı hiçbir gücün değiştiremeyeceği birçok AB kurallarının altında bırakacak sulandırmaları içermekteydi. Tüm bunlar, referandum sonucunu boğma ve hatta mümkünse bozma çabalarının planlanmış bir parçasıydı. İşçi Partisi de dâhil olmak üzere neredeyse bütün partiler, 2017 yılındaki anketlerde Brexit’i sağlamayı vaat etmişlerdi. Ancak ertesinde her partiden kimi milletvekillerinin bu konuda türlü şart koşmaları oluştu ve şüpheleri arttı. “Halkın Oyu” kampanyası ile 2016 sonucunu “teyit” etmek (gerçekte tersine döndürmek) için ikinci bir referandum için baskı yapmaya başladılar. Siyasetçilerin, parlamentonun herhangi bir anlaşmayı veto etme hakkı üzerindeki ısrarı, Avam Kamarası’nda May’in AB ile olan anlaşmasının bir dizi feci mağlubiyetine yol açtı. Bunun yanı sıra Milletvekillerinin çoğunluğunun herhangi bir sayıda oy değiştirmeye karşı çıktığını gösteren “açık oylar” ortaya koydu ki anlaşmayla sunulan hemen hemen hiçbir şeye çoğunluğun desteği yoktu.

Kamuoyu yoklamaları Brexit’in ülkedeki kilit kutuplaştırıcı siyasi mesele haline geldiğini, bu durumun 2017’de Torylerin İşçi Partisi’nin hakim olduğu geleneksel işçi sınıflarında bir gedik açtığını ve İşçi Partisi’nin de Brexit’in daha yumuşak bir versiyonunu teklif ettiği için kısmen AB’de kalma için oy kullanan daha varlıklı bölgeleri kazandığını, böylece büyük bir yeniden yapılanmanın olduğunu gösterdi.

Bu durumun 2017’de beklenmedik ve güçlü bir şekilde ortaya çıkmasının ardından Corbyn’in iç çemberi ile sendika bürokrasisindeki bir dizi kilit destekçi, tamamen mantıklı bir nedene dayanarak Brexit konusunda ezici bir şekilde kalma yanlısı parti üyelerinden ve aktivist katmanından ayrı düşünen partinin seçmenlerindeki gelgitlerde ısrar ettiler. Bu ısrara rağmen İşçi Partisi liderliği, Brexit’i engelleyebilecek bir güç olmaya daha da yakınlaşmaya başladı. Brexit’e ihanet etme duygusu, referandumda siyaset üzerindeki bazı kontrolleri yeniden ele alma şansı bulduğunu söyleyen birçok “paslanmış” işçi sınıfı seçmeni arasında özellikle belirleyici olmuştu. Çünkü tam da şimdi geleneksel partiler, halkın egemenliğini inkâr etmeyi iktidar olmanın bir parçası olarak görmekteydi. Yabancılaşma daha aşırı olamazdı.

Corbyn’in İşçi Partisi’nin bir toplumsal harekete dönüşme sürecinde olduğu söylemine karşın, Birleşik Krallık’taki toplumsal mücadeleler herhangi bir şekilde yeniden canlanmadı. Gerçekten de sanayideki hareketlilik 19. yüzyılın sonlarından beri görülmeyen bir şekilde düşük seviyedeydi ve İşçi Partisi’nin resmi siyasetten ayrı olarak alanlardaki kampanyalarını artırmaya giriştiğine dair de hiçbir kanıt yoktu.

Corbyn’in Çelişkileri

İşçi Partisi’nin ikinci sorunu ise Corbyn projesinin çelişkileri idi. Corbyn 2015 yılında, üyelere ve ödeme yapan destekçilere seçim üzerinde münhasır kontrol verme yönünde değişen kurallar sayesinde partinin lideri oldu. Kampanyası ve zaferi parti için bir büyüme dalgası yarattı ve partiyi (yaklaşık yarım milyon üyeyle) Avrupa’nın en büyük siyasi partisine dönüştürdü. 2015’te Muhafazakâr Parti’nin kazandığı zaferin yarattığı umutsuzluk bağlamında, daha önceden (en radikal unsurlar da dahil olmak üzere) kendi prensiplerine sadık kaldığı için kötü bir şöhrete sahip olan marjinal radikal sol adayın zaferi, solun çoğu tarafından potansiyel olarak Britanya siyasetinde solun yeniden canlanmasının önemli bir göstergesi olarak görüldü. Kendini devrimci ve Marksist olarak tanımlayan çok sayıda kişi, Corbynizm’e olan desteğini önemli bir şekilde belirtti, ki birçoğu da geçmişte “parlamenter reformizme” karşı çok eleştirel oldukları halde İşçi Partisi’ne katıldı. Bununla birlikte radikal sol, eski benliğinin kovanı olan partide boyundan büyük etki kazanabilmiş olsa da, çürümüş bir İşçiciliğin kalbindeki bu sosyal vakumun üstesinden gelebilmesinin bir yolu yoktu.

Bu biçimleniş Corbyn’in, çoğu İşçi Partisi Milletvekili tarafından reddedilmesine karşın parti üyelerinin büyük çoğunluğunun, partinin adanmış aktivistlerinin çoğunun ve bazı kilit sendika liderlerinin desteğini aldığı bir dinamiği oluşturdu. 2015 ve 2017 seçimleri arasında Corbyn’e yönelik parti için darbe teşebbüslerinin olması gibi yıpratılma girişimleri oldu, ancak taraftarlarının çok sayıda olması nedeniyle Corbyn devam edebildi. 2017’den sonra Corbyn’in parlamentodaki düşmanları, seçim açısından güvenilir bir lider gibi gördükleri Corbyn ile çalışmak için onu büyük ölçüde kabullenmek zorunda kaldılar.

Corbynizm’e olan bütün coşkusuna rağmen sol, Birleşik Krallık siyasetini (toplumu kendi haline bırakarak) radikal bir doğrultuda dönüştürmenin hayallerini gerçekleştirme yeteneğine sahip değildi. Corbyn’in İşçi Partisi’nin bir toplumsal harekete dönüşme sürecinde olduğu söylemine karşın, Birleşik Krallık’taki toplumsal mücadeleler herhangi bir şekilde yeniden canlanmadı. Gerçekten de sanayideki hareketlilik 19. yüzyılın sonlarından beri görülmeyen bir şekilde düşük seviyedeydi ve İşçi Partisi’nin resmi siyasetten ayrı olarak alanlardaki kampanyalarını artırmaya giriştiğine dair de hiçbir kanıt yoktu. Partideki gerginlikler, yüksek düzeydeki aktivist enerjisinin iç çekişmeye ve sonrasında ise herhangi bir “hareketin inşası” yerine tamamen seçim çalışmalarına çekilmesine neden olmaktaydı.

İç gerilimler belki de, partinin Yahudi karşıtlığı krizinde en net şekilde ifade edildi. İşçi Partisi’nin milletvekilleri, çalışanları ve üyeleri tarafından yapılan çok sayıdaki ciddi suçlamaya rağmen Corbyn, sorunu net olarak kabul etmedi (ya da bu sorunu inkâr etti) ve daha sonra bu sorunla başa çıkabilmek adına parti içi süreçlerde ciddi değişiklikler yapmamak için ayağını sürüdü. Kendisini, iç çemberini, Yahudi karşıtı ifadeler ve davranışlarla suçlanan parti içi müttefiklerini korumak için defalarca müdahale ettiğine dair kanıtlar bu konudaki savunmasına yardımcı olmadı ve İşçi Partisi’nin baş ağrısı oldu. Bu duruş, her suçlamada İşçi Partisi’nin liderini baltalamaya yönelik bir komploda başka bir “sağcı lekelemesi” gören aktivistler ve sosyal medya savaşçıları tarafından teşvik edildi. Corbyn’in ırkçılık karşıtı geçmişini belirtmek ya da Muhafazakâr Partinin İslamofobisini açığa vurmak; parti tarafından konunun değiştirmeye çalışıldığı şeklinde düşünülmesine neden oldu. Sorunla ilgili raporlarda kaydedilen dilin bir kısmına bakıldığında, politik olarak aynı fikirde olmayanlara karşı yöneltmek için makul bir hakaret olarak görülen “Siyonist” tabiri, İşçi Partisi’nin tuhaf iç dünyası hakkında çok şey söylüyor. Ateşli İşçi Partisi katarına dâhil olmayan seçmenler için bu Yahudi karşıtı önyargılarla damgalanma konusu, en kötümser görüşle ciddiyet eksikliği en iyimser görüşle tuhaf olarak görülmüş olmalıydı.

Soldaki birçok kişi İşçi Partisi’nin (Birleşik Krallık için) nispeten büyük harcama öngören radikal devletçi programında “neoliberalizm” ve “kemer sıkma” ile ciddi bir kopukluk görse de, halk arasında popüler olan politikalarla dolu bu program, aslında gerçekçi görünmüyordu. Çünkü pek çok seçmene göre devlet maliyesinin kısıtlı gerçeklikleri göz önüne alındığında bu programın İşçi Partisi tarafından gerçekleştirilebilmesinin mümkünatı şüpheliydi. Ayrıca bana göre, hem siyasi programın “parti merkezi tarafından oluşturulduğu” hissiyatı hem de İşçi Partisi’nin Brexit konusunda net olmaması,  kamuoyunun şüphelerini daha da şiddetlendirerek diğer vaatlerin de makul görünmemesine neden olmaktaydı. Son olarak İşçi Partisi’nin radikalleşmesinin halkın tutumlarındaki radikal bir değişimin yaşandığı bir zamanda gerçekleşmemiş olması, Corbynizm’in ideolojik olarak daha ılımlı görüşlere sahip olan geniş seçmen kitlesine çok uzak görünmesine neden olduğuna dair basit bir gerçek var. Bunlar son yıllarda diğer sol projelere zarar veren benzer çelişkilerdir. Bunun en feci örneği ise Yunanistan’da SYRIZA’nın, başka bir siyaset izlemek için halk tabanı bulunmadığında, sert bir kemer sıkma uygulama kararı almasıydı.

İşçi Partisi Tabanını Kaybetti

Ancak sonuçta Corbynizm’in kalbindeki çelişki, İşçi Partisi’nin üçüncü sorununu ele alamamasıydı. Bu sorun partinin eski sosyal tabanının uzun vadede kaybetmesiydi. Söz konusu kayıp, ironik bir biçimde, radikal sol kanattan olan birini İşçi Partisi lideri olarak seçilme olasılığını yaratmıştı. İşçiciliğin tabanı, II. Dünya Savaşı sırasında Britanya kapitalizminin siyasal yapılarıyla derinlemesine bütünleşmiş olan, kitlesel, güçlü ama nispeten muhafazakâr bir sendikal hareketin bürokrasisine dayanmaktaydı. Sendika liderleri ve İşçi Partisi milletvekilleri partiye egemen oldular, sıradan parti üyeleri ise yakın zamana kadar nispeten zayıf bir bileşendiler. Bu dengedeki en son değişiklik, 1974-1979 arasındaki İşçi Partisi Hükümeti zamanında yapılan ve işçilerin ücretinde kesintiye neden olan toplu sözleşmeyle, sendikaların sosyal bir güç olarak gerilemesinin hızlanmasından kaynaklandı. Thatcher da aslında, “hegemonik neoliberalizmi” başarıyla uyguladığına dair mitolojiye rağmen, 1980’lerde gücünü korumak için İşçi Partisi’nin çektiği sancılara dayanmaktaydı.

Toryler bir gündemden yoksun kalarak 1992’deki kur krizinden sonra ekonomiyi iyi yönettiklerine dair itibarlarını kaybettiklerinde, artık geçmişte bırakılan sol-sağ politikalarına yönelik toplumun hoşnutsuzluğunu giderecek bir proje ortaya koyan Tony Blair’in Yeni İşçi Partisi’ne yenildiler. Bu İşçiciliğin temel yönlerini ortadan kaldıran İşçi Partisi idi. Torylerin kimlik krizi ve iç tartışmalarının yardımı ile rahatça üç seçim kazanılmasına rağmen Blair’in modernizasyon projesi, İşçi Partisi’nin eski tabanının azalmasını tersine döndürmek için hiçbir şey yapmadı. Blair, halkın beğenilmeyen bir siyasi sistemle ilişkilenmesinden çekilmesini önlemek için seçim reformları, yetki devri, teknokratik karar vermeye daha fazla dayanma ve AB’ye daha fazla entegrasyon gibi birçok reform yaptı. Bu önlemlerin hepsi halkın siyaset karşıtı hislerini daha da arttırdı. Birleşik Krallık Demokratik Denetimi’nin 2012’de sertçe belirttiği üzere:

“Neredeyse tüm mevcut göstergeler, temsili demokrasinin uzun vadeli ölümcül düşüşte olduğunu, ancak şu anda uygun bir alternatif demokrasi modelinin olmadığını göstermektedir. Temsili demokrasiye yönelik halkın bağlılığına ve tutumlarına dair tüm ölçütler, 1970’lerden bu yana belirgin bir düşüşü göstermektedir. Seçimlere katılım, siyasi partilere üyelik, seçmenlerin kimliğini siyasi partilerle tanımlaması veya hükümet sistemine toplumun güveni ise bu ölçütlerin sonuçlarıyla aynıdır.”

Bu süreçler yerleşik siyasi düzenlemelerin parçalanması ve yeniden düzenlenmesi olasılığını tetikliyordu. Bu durum İşçi Partisi’nin, Westminster kurumundan yana olarak 2014 referandumunda İskoçya’nın bağımsızlığına karşı çıkma kararını alevlendirmesi sonucunda, 2015’te İskoçya’daki çöküşünde ortaya çıkmıştı. Dahası sosyal sınıfların eski kimlikleri oy kullanma biçimlerinde daha az öneme sahip olmaya başladı. İşçi Partisi 2015 ve 2017’de işçi sınıfı seçmenini kaybediyor ve Muhafazakârlar, özellikle de 2017’de, onlardan kayda değer sayılarda oy alıyordu.

Büyük ironi ise İşçi Partisi’nin işçi sınıfının, yoksulların ve ezilen azınlıkların partisi olduğuna dair tarihsel imajı üzerinden kendisini biçimlendiren solcu bir proje olan Corbynizm’in, tarihsel desteğine sahip olduğu seçmen tabanından hiç olmadığı kadar kopuk olan bir partiyi kontrol etmesiydi. Corbyn’in İşçi Partisi “sınıf dayanışmasını yeniden inşa etmek” üzerine olan bütün sol söylemlerine karşın; Britanya toplumundaki örgütlü sınıf dayanışması, sendikaların ve diğer sivil toplum kuruluşlarının gerilemesiyle birlikte tarihinin en düşük seviyelerindeydi. İşçi Partisi’nin seçim kampanyası dayanışmaya dair hiç olmadı, atomize olmuş seçmenlerinden siyasal projesini destek almakla ilgilendi. İşçi Partisi’nin üye sayısındaki artış parti aktivistlerinin gözlerini kör etti ve bu artış onların partinin toplumsal ağırlığını ve ilgi düzeyini yükseltmek için bir zamanların güçlü olan kitlesel sendika hareketindeki taban kaybını telafi etmeye nasıl başlayabileceklerini düşünmelerinin üzerini kapattı. Herhangi bir “radikal manifesto” da uzun zaman önce kaybolmuş toplumsal kurumların yerini alamazdı.

Boris Johnson’ın Başarısı

Son olarak, Boris Johnson’ın buradaki başarısı dikkate almaya değer. İki partili sistem 2019’da uçurumdan düştükten kısa bir süre sonra seçmenlerin Brexit sürecinin yürütülme tarzıyla ilgili hoşnutsuzlukları nedeniyle dört partili bir sistem oldu. Bunlar Toryler, İşçi Partisi, Liberal Demokratlar ve Nigel Farage’nin yeni kurulan Brexit Partisiydi. Bu partilerin hepsi anketlerde yaklaşık yüzde 20 oranında oya sahipti ve Toryler Mayıs ayının sonlarındaki AB Parlamentosu seçimlerinde beşinci sırayı aldı. Johnson, Brexit’i sağlayarak partinin, Brexit Partisi’nin ortaya koyduğu “varoluşsal” bir tehdidi yenebileceğini açıkça belirtti ve Torylerin liderliği için yarıştı. Ne yazık ki çok sayıda Tory üyesinin, Farage’nin partiyi yönetmesini veya Birleşik Krallık için Brexit’i gerçekleştirmesini istemesi krize yol açtı.

İdeolojik olarak biçimsiz, sosyal- liberal “Tek Milletçi” bir Tory ve açıklamalarından dolayı ırkçı ya da homofobik olarak görülen bir provokatör olan Johnson, sağ popülist (ya da anti siyasetçi) değil. Fakat muhalifler ve yorumcular onu (ve Ayrılmaya dair oylamayı) çaresizce tercih ettikleri çağın anlatısına sıkıştırmaya çalıştılar. Johnson siyaset sınıfını halkın iradesine göre yıkmaya çalışan bir kundakçı değildi. Demokratik bir görevi acımasızca yerine getirerek, siyasetin otoritesini geri kazanmaya çalışan bir siyasi içeriğe sahipti. Onun tarzı, kesinlikle karmakarışık olmasına rağmen, aslında toplumdan kopmuş olması nedeniyle çökmüş siyasi düzenini onarmaya çalışıyordu.

Büyük ironi ise İşçi Partisi’nin işçi sınıfının, yoksulların ve ezilen azınlıkların partisi olduğuna dair tarihsel imajı üzerinden kendisini biçimlendiren solcu bir proje olan Corbynizm’in, tarihsel desteğine sahip olduğu seçmen tabanından hiç olmadığı kadar kopuk olan bir partiyi kontrol etmesiydi.

Johnson, sadece halk o yönde oy kullandığı için yapmak zorunda olduğu bir şey olarak değil, aynı zamanda hem Westminster’i etkileyen felç durumunu sona erdirmek hem de siyasetin topluma daha genel olarak götürülmesi potansiyelini açığa çıkarmak için Brexit’te konumlanmıştı. Bu arada çoğunluğu AB’de kalma yanlısı olan siyasi sınıfın Brexit’i geciktirme, geri tutma, daha yumuşatma ve hatta devirmeye çalışma gibi olumsuz bir gündemi vardı. Siyasi sınıflar bunları Johnson hükümetini tuzağa düşürerek, bir dizi ortodoks parlamenter manevra kullanarak yaptılar. Ancak bunu çoğunluğa sahip olmadan “anlaşma olmadan” yapılacak bir Brexit’i önleme adına ve seçim çağrısı yapamadan Johson’ın gündemini takip ederek yaptılar. Bu sayede siyasi sınıflar solun ezici kitlesinin desteğini aldılar. Birçok radikal, AB üyeliğini övmek için kendilerini şaşkına çevirdiler ve bazıları da Brexit’e oy veren ve İşçi Partisi’ni terk eden seçmenleri “ırkçı”, “geri kalmış solcu” diyerek hakaret edenlere katıldılar.

Johnson AB liderleriyle bir anlaşma yaparak onların beklentilerini altüst etti ve böylece meclis oyunlarını halkın egemenliğini devirme girişimi olarak göstermeye başladı. Bu siyasi yaklaşım, Johnson’un Theresa May’ınkinden sadece biraz daha “Brexit” olan anlaşmasının, May’in reddedilen anlaşmasını destekleyen seçmenler tarafından hoş karşılandığı anlamına geliyordu. Bu durum Johnson’ın, Brexit Partisi’ni varoluşsal tehditten önemsizliğe doğru hızla sürüklemesine ve gerçek bir politikacı karşıtı olan Nigel Farage’ı geride bırakmasına izin verdi. Son olarak bu durum Toryleri, bir zamanlar Torylerin serbest piyasa ve kemer sıkma yanlısı olduğuna dair bir imaja sahip olan İşçi Partisi’nin işçi sınıfı seçmenlerini cezbetmeye çalışmada bir köprü olacak kamu hizmetleri yanlısı bir gündem sunmasını da sağladı. Elbette soldaki birçok kişi bunların hepsinin göz boyama olduğunu söyleyecektir. Ancak bu söylemler, bu seçimin İşçi Partisi’nin eski kalelerindeki Tory alternatifi için yaygın bir coşkudan ziyade, İşçi Partisi’nin ciddi şekilde reddedilmesiyle ilgili bir seçim olduğu gerçeğinden dikkatleri uzaklaştıramayacaktır.

Tory’nin seçimlerdeki kırılganlığı, 2019’un başlarında parti’nin oyları düştüğünde kendisini ortaya koydu ve Johnson hükümetinin Tory’nin sosyal tabanının uzun vadeli çöküşünü tersine çevirebileceğine inanmak için hiçbir neden bulunmuyor. Sosyal tabanların çöküşünün, yeni ve eski partilerin sosyal olarak ağırlıksız partiler olmasına neden olduğu bir çağda yaşıyoruz. “Hadi Brexit’i Yapalım” diyen halkın zorlamasının ötesinde Johnson’ın zaferi, ezici bir seçim zaferi kazanmasına rağmen, esas olarak rakiplerinin çökmesine dayanmaktadır. İşçicilik etkin olsa bile, önümüzdeki yıllarda daha fazla siyasi çatlama ve yeniden düzenleme, Torylerin yana doğru adım atmasını neredeyse imkânsız kılacaktır.

Çok açık olduğunu düşündüğüm şey ise Britanya’da sol için önemli olan çoğu şeyi peşinden sürükledikten sonra İşçi Partisi’nin şimdi çelişkilerine yakalanmış olması ve ölümcül durumda kalması nedeniyle, kendisini önündeki felaketlerden faydalanamayacak durumda bulmasıdır.

*Muhafazakârlar (Çev. Notu)

Bu yazı Left Flank’ten Türkçeye El Yazmaları için Caner Malatya tarafından çevrildi. (Yazının orijinali için: https://left-flank.org/2019/12/13/anti-politics-the-last-gasp-of-british-labourism/)