İşçi Sınıfının Doğrudan Eylem ve Doğrudan Demokrasi Pratiği: Sovyetler (1905-1917)

“Komünist ütopyanın güncel biçim alışı ya da “ütopyanın” gerçekleşmesi olan Sovyetler, kapitalist sistemin kendini son derece gizleme ve normalleştirme şansı kazandığı ekonomik alan ve politik alan ayrımını fiilen aşarak, kitleleri kendi geleceklerinin mimarı haline dönüştürür.”
Halk komiteleri ya da “komün” tipi örgütlenmeler ilk olarak 1789 Fransız Burjuva Devrimi günlerinde ortaya çıktı.
“Komünler” ve şubeleri başlangıçta merkezi hükümet tarafından yerel yönetim organları olarak tasarlanmıştı.
1790-1793 devrim süreci bu örgütlenmeleri embriyon niteliğinde de olsa, halk egemenliğinin cisimleştiği iktidar odakları haline getirdi.
Egemenlerin Convetion’un ve Kamu Selamet Komitesi’nin iktidarı karşısında Komünler ikinci bir iktidarı temsil ediyordu. Sanculotte’ların yani Paris halkının iktidarını…
Komün kavramı evrensel anlamına 1871 Paris Komünü’yle kavuştu. Paris Komünü uluslararası işçi hareketinin dönüm noktasıydı. XIX. yüzyıl işçi hareketinin zirvesiydi. İnsanlık tarihinde ilk kez proleter bir devrim gerçekleşiyordu. Ve Paris işçisi “göğün fethine çıkıyordu”. Marx ve Engels, Komün’de proletarya  diktatörlüğünün somut biçimlenişini gördü. Marx, Fransa’da İç Savaş adlı çalışmasında komünü emeğin ekonomik özgürleşmesinin politik biçimi olarak değerlendirdi.
Başta Komün deneyimi ve farklı tarihsel koşullarda ortaya çıkan Sovyet ve Konsey tipi örgütlenmeler önceden tasarlanmadan doğan yapılardı.
Tarih sahnesine çıktıkları her yerde kitlelerin yaratıcı gücü ve özgürlük tutkularının doğrudan ifadesi oldular.
Komün ya da Sovyet tipi örgütlenmeler kapitalizmin içinde bulunduğu krizi, kitlelerin çıkarlarına uygun biçimde çözen ve işçi demokrasisinin olanaklarını yaratan yapılanmalar olarak işlev gördü.
Ortaya çıkmalarının ön koşulu devrimci durumun varlığıydı. Praksis sürecinin, sınıf mücadelesinin ürünü olarak ortaya çıkan bu örgütlenmeler, kitlelerin başka bir dünya arayışını simgeledi.
Bu tarz örgütlenmelerin birinci özelliği kitlelerin kolektif iradelerini yansıtmaları ve kitleleri doğrudan temsil etmeleriydi. İkinci özelliği ise sermayenin tahakkümünü ve egemenliğini kristalize eden merkezi iktidara karşı alternatif iktidar organı gibi hareket etmeleri oldu.
Yani bir anlamda karşı hegemonyanın kurucu gücüne dönüşerek, her türlü egemenlik ve tahakküm ilişkisini reddedip, kitlelerin öz inisiyatifini harekete geçirmeleriydi.
Sovyet tipi örgütlenmeler burjuva demokrasisinin ruhu olarak gösterilen parlamenter işleyişinden farklı olarak, kitlelerin doğrudan inisiyatifine  dayanan, yine kitlelerin doğrudan eylemleri sonucu  ortaya çıkan ve doğrudan demokrasinin kurumları olarak hareket eden yapılardır.
Kitlelerin yaratıcı ve yıkıcı gücünü açığa çıkaran bu örgütlenmeler, “sıradan insanların” muktedir oluşunu simgelediği gibi geleceği bugünden fethetmeyi içerir.
Komünist ütopyanın güncel biçim alışı ya da “ütopyanın” gerçekleşmesi olan Sovyetler, kapitalist sistemin kendini son derece gizleme ve normalleştirme şansı kazandığı ekonomik alan ve politik alan ayrımını fiilen aşarak, kitleleri kendi geleceklerinin mimarı haline dönüştürür. Kitlelerin yaratıcı yıkıcılıklarını açığa çıkarır. Bugündeki geleceği görür ve hayata, hayatı dönüştürmek için müdahale eder. Bu süreç bir anlamda özneleşme, muktedir olma, kolektif aksiyon sürecidir.

1905 Devrimi ve Sovyetler

Paris Komünü’nün ilk örneği 20. yüzyılın başında Rusya’da yaşandı. 1905’te kurulan Sovyetler, Paris işçilerinin yükselttiği özgürlük ve eşitlik bayrağını Rus topraklarına taşıdı.
1896 ve 1897’de başta Petersburg, Moskova ve diğer bazı sanayi merkezlerinde yaşanan grevlerde doğan işçi örgütlenmeleri Sovyetlerin ilk öncülü oldu.
Bu grevler kendiliğindenci bir karakterde doğmuştu. Grevlerin yayılmasıyla bir dizi işçi örgütlenmesi ortaya çıktı.
Grev Kasaları ya da Grev Komiteleri bu yapılardan bazılarıydı. Bu örgütlenmeler ilk olarak, 1890’lı yılların başında Rusya’nın batı bölgelerinde Yahudi işçiler tarafından kuruldu. Bund’un* temelleri de bu komiteler aracılığıyla atıldı. Yaygın bir şekilde Grev Komiteleri 1896-1897 kitle grevlerinde, Merkezi Rusya’da ortaya çıktı. Komitelerin ağırlıkta misyonları grevlerdeki işçiler için fon oluşturmakla sınırlıydı. Daha sonra mücadele içinde grevleri yöneten odaklara dönüştüler. Faaliyetlerini illegal olarak yürütmekteydiler. Komiteler en diri ve en mücadeleci işçiler tarafından oluşturuldu. Bu yönleri devrimci siyasal gruplarla işçi yığınları arasında volan kayışı işlevi görmelerini de sağladı. Otokrasinin tüm baskısına rağmen Grev Kasaları ve Grev Komiteleri varlıklarını korudu ve 1905’ten sonra kurulacak sendikalara temel oluşturdu.
Dayanışma Kasaları ya da karşılıklı dayanışma dernekleri yasal örgütlenmelerdi ve gizli polisin denetimi altındaydılar. Grevlere ya da grevdeki işçilere hiçbir maddi yardımda bulunmadılar ve giderek işlevsizleştiler.
Ayrıca 1880-1890’lı yıllardaki ilk grevlerde, kendilerini temsil edecek hiçbir yapıya sahip olmayan işçiler, aralarından temsilciler seçerek inisiyatif geliştirdi. Bu seçilen temsilciler bir örgütlenme arayışının ifadesi oldu ve işçilerin taleplerini fabrika yöneticilerine ve resmi mercilere iletiyordu, karşı tarafın yaklaşımına bağlı olarak işçiler tavır belirliyordu. 1896-97’de kitle grevlerinde de benzer bir gelişme yaşandı. 1901 Mayıs’ında Petersburg’ta İşçi Temsilcileri oluşumu daha da yaygınlaştı. İşçi Temsilcileri sürekli baskı görmelerine, gözaltına alınmalarına, tutuklanmalarına rağmen varlıklarını koruyabildi. Hatta giderek daha radikal işçiler, temsilci olarak seçilmeye başlandı.
1900’lere girilmesiyle işçi eylemleri ve direnişleri yayıldı. Ekonomik taleplerin yanında siyasi talepler de ileri sürülüyordu. Bu gelişmede işçiler arasında faaliyet yürüten devrimci ajitatörlerin büyük rolü oldu. Devrimci güçlerle işçi hareketinin kaynaşması karşısında çarlık hükümeti hızla önlem alma ihtiyacı duydu.
1903’te işçi-işveren ilişkilerini düzenleyen bir yasa çıkarıldı. Yasaya göre fabrikalarda işçiler arasından seçilecek temsilcilerle, adına Yaşlılar Kurulu denilen bir örgütlenmeye gidildi. Yasa temsilcilere bir iş güvencesi getirmiyordu. İşverenin keyfi uygulamalarına açık bir mevzuattı. Ayrıca vali tarafından temsilciler görevden alınabilmekteydi.
İşçi hareketi ve devrimci- sosyalist gruplar giderek bütünleşmeye başlamıştı. Her grev, direniş ve gösteri işçilerle devrimcileri kaynaştırıyordu. Çarlık hükümeti bu durum karşısında tedirgin oldu. Yeni bir yönteme başvurarak işçi sınıfı ve devrimciler arasında oluşmaya başlayan bağı koparmak istedi. Daha önce yaptığı provokasyon ve pogromlarla (Yahudi kıyımı) hedef şaşırtabiliyor, korkuyu yayabiliyor, halk arasında şoven duyguları körükleyebiliyordu. Çarlık, yeni bir stratejiyle sınıfın siyasallaşmasını engellemek ve toplumsal mücadeleyi felç etmek istedi.
Zubatovizm ya da polis sosyalizmi olarak anılan bu girişim Okhrana’nın (gizli polis) Moskova şubesi şefi Zubatov’un fikriydi. Amaç işçilerin mücadelesini, ekonomik mücadele içine hapsetmek ve işçileri siyasal mücadeleden kopartmaktı.
Zubatov, 1901’de Moskova’da Metal İşçileri Yardımlaşma Derneği’ni kurdu. Yardımlaşma dernekleri kısa sürede önemli sanayi merkezlerine yayıldı. Derneklere üye sayısı iki yıllık bir zamanda 50 bin kişiye ulaştı.
Sosyalistler bir taraftan derneklerin niteliğini anlatıp, eleştirirken öte taraftan bu yapılar içinde örgütlenmeyi de ihmal etmiyorlardı. Yardımlaşma derneklerinin giderek politikleşmesi üzerine Zubatovist oluşumlar, çarlık hükümeti tarafından tasfiye edildi.
1905’e doğru çarlık Rusya’sında toplumsal gerilim giderek artmaktaydı. İşçi hareketi gelişirken, “halklar hapishanesi” olarak görülen Rusya’da farklı uluslar ayaktaydı. Köylülerin toprak talepleri yükselmişti. Rus-Japon savaşında Rusya’nın durumu kötüleşiyordu. Bu gelişmeler rejime karşı muhalefeti artırıyordu. Rejim her şeye karşın hiçbir yeniliğe sıcak bakmıyor ve giderek içine kapanıyordu. Ülkede siyasal bir kriz olgunlaşıyordu. Bu krizin patlaması için bir kıvılcım yeterli olacaktı.

Kanlı Pazar

Zubatovcu sendikacılıktan sonra Petersburg’ta “hayırsever” bir papaz olan Gapon’un başında bulunduğu bir işçi derneği kuruldu. 1904’ün sonuna doğru bu derneklerin sayısı 11’e ulaştı. Her derneğin 2-3 bin civarında üyesi vardı.
1904 Aralık ayında Petersburg’taki Putilov fabrikasında 4 işçi Gapon’un derneğine üye oldukları için işten atıldı. 3 Ocak 1905’te atılanların geri alınması için işçiler greve başladı. İşçiler yardım istemek için Gapon’un derneğine başvurdu. Yapılan toplantılar sonucunda işverene verilecek bir talepler listesi oluşturuldu. Talepler kısaca şöyleydi: Atılan işçilerin işe geri dönmesi, 8 saatlik işgünü, asgari ücretlerin yeniden belirlenmesi, sağlık önlemelerinin alınması.
Yapılan toplantılarda sosyalistler de etkin olmaya  başladı. Özellikle Menşevikler öne çıkmıştı. Talepler listesi Gapon’un muhalefetine rağmen değiştirildi ve siyasal içerik kazandırıldı. İşçilerin toplanma özgürlüğü, köylülere toprak verilmesi, basın özgürlüğü, Rus-Japon savaşına son verilmesi, kurucu meclisin toplanması gibi siyasal talepler listeye eklendi. 135 bin kişi talepler listesini imzaladı.
9 Ocak 1905’te Gapon ve işçiler ellerinde kutsal resimlerle ve çarın portreleriyle kışlık saraya doğru yürümeye başladı. Kitlenin sayısı 200 bine ulaşmıştı. Ordu birlikleri yürüyüşçülere dağılmalarını söyledi. Göstericiler dağılmadı. Açılan ateş sonucunda binlerce kadın, erkek ve çocuk katledildi.
Kanlı Pazar, Rus halkı üzerine inanılmaz bir etki yarattı. Toplumsal muhalefet güçlendi. Kanlı Pazar “Küçük Baba” olarak görülen çar efsanesinin sonunu getirdi. Ve 1905 Şubat devrimini işaretledi.
Özellikle işçi hareketi giderek yükseldi. Köylü hareketi gelişti. Yoksul, yarı toprak kölesi milyonlar öfkeyle ayağa kalktı. Ağustos ayında kurulan Köylü Birliği, Rus köylüsünün ilk siyasal örgütü oldu.
İşçi sınıfının Ocak-Şubat ayında gerçekleştirdiği grevlere katılım sayısı 150 bine ulaştı. Son on yılın en büyük grev dalgası yaşanıyordu. Kafkasya’da, Polonya’da, Batlık Kıyılarında işçi hareketi ve ezilen ulusların talepleri birleşerek siyasallaşıyordu.
Ocak- Şubat grevleri bir dizi işçi örgütlenmesi yarattı. Dalgasal bir şekilde gelişen ve yayılan grevlere hiçbir siyasal yapılanma ve oluşum müdahale edemedi ve yönlendirme olanağı bulamadı. İşçi hareketinin dalgasal yükselişi karşısında bütün siyasi oluşumlar atıl kalmıştı. Bu kendiliğindenci yükseliş beraberinde yine aynı  özelliklere sahip bir dizi (Temsilciler Meclisi, İşçi Komisyonu, Grev Komitesi gibi) işçi örgütlenmeleri yarattı.
Bu örgütlenmeler geçici karakterdeydi. Grev anlarında doğuyor, çalışma ve yaşam koşullarının düzeltilmesini hedefliyorlardı.
1905’in ilk Sovyet’i Rusya’nın Manchester’i olarak kabul edilen, tekstil sanayinin merkezlerinden biri olan İvanovo-Voznesensk’te kuruldu. Mayıs’ta başlayan 40 bin işçinin katıldığı grevde, işçiler 110 üyeli Sovyetler’in kurulduğunu ilan etti. Sovyet, Temmuz ayına kadar faaliyetlerini sürdürdü.
Ardından Kostroma’da 10 bin işçi greve çıktı ve Grevci Temsilciler Meclisi oluşturuldu. Bu iki örnek şehir çapında kurulan ve bütün iş kollarını kapsayan Sovyetler’i temsil ediyordu. Eylül ayında Moskova’da matbaa işçileri grevinde Matbaa İşçileri Sovyeti kuruldu. Bu Sovyet oluşumu da iş kolu bazında bir örgütlenmeyi ifade ediyordu.
Bu arada çarlık hükümeti, kitle hareketinin  olağanüstü yıkıcılığı karşısında restorasyon politikaları geliştirdi. Seçimlerin yapılması Duma’nın toplanması için bir kararname çıkardı. Japonya’yla Ağustos ayının sonunda barış anlaşması imzalandı. Bu gelişmeler görünürde istikrarlı bir tablo çizse de, Ekim ayında kendiliğinden başlayan genel grev, bir devrimci dalganın habercisi oldu.
12 Ekim’de bütün sanayi kentleri ve işçiler genel grevdeydi. Genel grevin en yüksek noktasında Petersburg İşçi Temsilcileri Sovyeti kuruldu. Sovyet, işçi hareketinin mücadele ve örgütlenme zenginliğinin muhteşem örneklerinden biri oldu. Sovyet, Rus devrim hareketinin en kritik bir momentini işaretliyordu.
O günleri fiilen Sovyet çalışması içinde yer alan Voline şöyle anlatmaktadır:
“Grevin başlamasında hiçbir siyasal partinin, hatta hiçbir grev komitesinin rolü bile olmadı. İşçiler kendi kendilerinin ‘şefi’ olarak, gönüllü bir atılım içerisinde fabrikaları ve şantiyeleri terk ettiler. Hareketi bir kenarından bile yakalama fırsatını bulamayan siyasi partiler tümüyle devre dışı kaldılar” (Voline, Rus Devrimleri; Babil Yay., 2000., s. 38.).
Sovyet genel grevle ortaya çıkan bir ihtiyaca cevap olarak doğmuştu. Başlangıçta Sovyet sınırlı bir görev ifa ediyordu. Birkaç gün içinde işçilerin genel siyasal temsilciliğini üstlenen bir örgüt mahiyeti kazandı. Hızla “işçi parlamentosuna” dönüştü. “Böyle bir dönüşüm ne önceden düşünülmüş ne de bilinçli önceden hissedilmişti” (Oskar Anweiler, Rusya’da Sovyetler; Ayrıntı Yay., 1990., s. 82).
Moskova Sovyeti, Petersburg Sovyeti’nden sonra kurulan en önemli Sovyet’ti. 180 bin işçiyi temsil ediyordu ve 1905 ayaklanmasının ana yapılarından biri olarak hareket edecekti.
Yıl boyunca Rusya’nın birçok şehrinde sovyetlerin kurulması devam etti. Şehir sovyetlerinin dışında yaygın biçimde semt sovyetleri kuruldu. Örneğin Moskova ve Odessa’da şehir sovyeti, semt Sovyetlerinin üzerinden şekillendi.
Şehir ve semt sovyetleri arasından işlev ve işleyiş açısından hiçbir sorun çıkmadı. Doğal olarak kabul edilen işleyişe göre şehir sovyetleri genel ve politik sorunları çözüme bağlayacak kararlar aldı. Semt sovyetleri ise bu kararları yürürlüğe koyan bir misyonla hareket etti.
Sovyet toplantıları doğrudan demokrasinin somut pratikleri oldu. Son derece heyecanlı ve yoğun geçen bu toplantılar “sıradan” bir işçinin kolektif iradesini yansıtıyordu. Sovyetler faaliyetlerini örgütlü bir şekilde yürütmek için alt komisyonlar oluşturdu.

Devrimci Yapılar Sovyetlere Karşı Nasıl Tavır Aldı?

Sovyetler, “24 saatin içinde yer altından çıkmışlardı”.
“Sovyet, olayların seyrinden doğan nesnel bir gereksinmeye yanıt olarak ortaya çıktı. Otorite sahibi olan ama hiçbir  geleneğe dayanmayan Sovyet, gerçekte hiçbir örgütsel mekanizmaya sahip değilken dağınık durumdaki yüz binlerce insanı hemen içine alabilen; proletarya içindeki devrimci akımları birleştiren, inisiyatif ve kendiliğinden bir özdenetim yeteneğine sahip olan; ve hepsinden önemlisi, 24 saat içinde yer altından çıkabilen bir örgütlenmeydi” (Troçki, 1905; Tarih Bilinci Yay., 2000., s. 103).
Ve Sovyetlerin ikili bir işlevi vardı. Sovyetler bir yandan özyönetim organı gibi işlev görürken, öte yandan bir devrim organı gibi hareket ediyordu.
Sovyetler aynı zamanda proletaryanın doğrudan örgütlenmesiydi ve proletaryanın kendiliğinden oluşan özsavunma örgütü olarak da hareket edecekti. Sovyetler siyasi yapılara karşı temkinli ve uzak durdu. Bu durum Menşevik, Bolşevik ve Sosyalist Devrimci militanların Sovyetlerde öncü rolü oynamasına engel teşkil etmedi.
Sovyetlerin, komünist bir dünyanın yaratılmasında olağanüstü etkisi Rusya’da hiçbir siyasi güç ve önderlik tarafından anlaşılmadı. Ağırlıkta Sovyetler siyasi bir araç olarak değerlendirildi. Bu araçsallaştırma bazı sosyalist gruplarca ya da bu gruplar içindeki eğilimler tarafından en uç noktaya vardırıldı.
“Sovyet o kadar göz açıp kapayacak bir hızla ihtilalin merkezi olmuştu ki gruplar ve hizipler Sovyet’in önemini anlamayacak ya da kendilerini yeni duruma ayarlayacak vakit bulamamışlardı. Kasım ayında artık siyasi liderlerin hepsi Batı Avrupa’dan dönmüşlerdi; bir Rus konvansiyonuna çok benzeyen bu alana hayret ve korkuyla bakıyorlardı.” (Isaac Deutscher, Troçki Silahlı Sosyalist; Ağaoğlu Yay., 1969., s. 169).
Sosyal Demokrat İşçi Partisi 1903’te bölünmüştü. 1905 Devrimi gerçekleştiğinde kuramsal ve pratik olarak hazırlıksızdı. İdeolojik sorunlar ve hizip kavgaları örgütlenme sorununun önünde yer alıyordu. 1905 Devrimi hizipler arasında bir birleşme zemini yaratsa da, böylesine bir adım atılamadı. 1905 Devrimi gerçekleştiğinde ve Sovyet pratikleri ortaya çıktığında (Bolşevik ve Menşevik) iki eğilim can alıcı sorularla karşı karşıyaydı.
Menşevikler proletaryayı sınıf temelinde bir araya getirmenin önemi üzerinde durmaktaydı. Sınıfın partisini oluşturmanın ve sağlam bir yapıya bürünmesinin gerekliliğine özel vurgu yapmaktaydılar. Bu doğrultuda bir işçi kongresinin organize edilmesi düşüncesine sahiplerdi.
Devrimci özyönetim düşüncesi bu dönemde ileri sürülen bir fikirdi. Petersburg Sovyeti’nin kurulması Menşeviklerin işçi kongresi ve komünler oluşturma düşüncesini ve tasarısını somutlaştırdı. Bu anlamıyla Sovyetlerin kuramsal öncülü olarak Menşevikler kabul edilebilir.
Menşeviklere göre Sovyetler, devrimci bir partinin oluşamadığı koşullarda işçi kitlelerinin mücadelesini yönetmekle görevli örgütlerdi. Parti ulaşamadığı kitlelere bu yolla ulaşacak ve bu kitleleri kazanabilecekti. Sovyetler “büyük bir kitle partisinin kadrolarının oluşacağı savaş alanıydı” (Oskar Anweiler, age., s. 110).
Bu anlayışın özü Menşeviklerin devrim ve parti anlayışına, çalışma tarzı ve tarih tezlerine dayanmaktaydı.
Bolşevikler’in Sovyetlere yaklaşımı ise ihtiyatlı hatta olumsuzdu. Her ne kadar Bolşevik kadrolar Sovyetlerin kuruluşlarına ve çalışmalarına katılsalar da, parti yöneticileri, Sovyetleri siyaset dışı, Gaponist, tehlikeli örgütlenmeler olarak görüyorlardı. Bazı Bolşevik kadrolar Sovyetlerin işlevini sendikal boyutla sınırlandırıyor, ancak bu işlevle Sovyetlerin mana ve önem kazanacağını ileri sürüyorlardı. Petersburg Sovyeti yürütmesinde Bolşevik fraksiyonun temsilcisi Radin ise “Sovyet mi Parti mi?” sorusunu sorarak Sovyetlere farklı bir bakış açısı getiriyordu. Radin Sovyetin bütün proletaryayı birleştirecek eylemler yapabileceğini aktif kitle eylemlerinin başında yer alabileceğini hatta kitle grevi başlatabilecek ve yönlendirebilecek bir güce sahip olabileceğini belirtti. Ama Sovyetlerin parti yerine geçemeyeceğini, sınıf politikasına ancak partinin önderlik edebileceğini açıkladı. Bundan dolayı sovyetin hangi siyasi önderlik altında hareket ettiğini ilan etmesi gerektiğini ileri sürdü.
Bolşevikler bu görüşlerin yanında, Sovyetlere son derece sekter yaklaştı. Hatta Saratov’da olduğu gibi bazı yerlerde Sovyet örgütlenmesine karşı çıktılar.
1905 Sovyetleri üzerine Lenin, özel olarak durdu.
Lenin, devrime ilişkin Menşeviklerin determinist yorumuna karşın volantrist bir yorum yapmaktaydı. Bu perspektif kendini Sovyet değerlendirmesinde de gösterdi. Lenin, Sovyetleri “bir ayaklanma organı”, “devrimci yeni iktidarın çekirdekleri” olarak görmesi, bu anlayışa paralel bir çözümlemeydi. Lenin, Menşeviklerin Sovyetleri devrimci özyönetim örgütlenmeleri olarak görmelerini sert bir dille reddetti. Lenin, ayaklanmanın başarıya ulaşması ve geçici devrim hükümetinin kurulmasıyla ancak devrimci özyönetim örgütlenmesinin (geçici devrim hükümetinin bu misyonu üstlenmesiyle) gerçekleşebileceğini ileri sürdü. Kısaca, devrimci özyönetimin ayaklanmanın başlangıcında değil, son bölümde kurulabileceğini vurguladı.
Lenin partinin yönetici rolüne özel önem veriyor ve bu rolün altını çiziyordu. Menşevikler için Sovyetler işçi-kitle partisinin gelişiminde vazgeçilmez önem taşıyorlardı. Bolşevikler ise Sovyetleri, iktidara yönelik mücadele içerisinde taktik bir araç oldukları ölçüde önemli görüyorlardı.
Lenin 1905 Sovyetleri üzerine net açılımlar ve tanımlamalar yaptı.
“Geçici hükümetin emrbriyonu” gibi. Fakat bütün bu açılımlara rağmen Sovyetlere yönelik kuramsal bir çerçeve ortaya konulmadı. Ağırlıkla Sovyetler üzerine yorumlar, politik ihtiyaçların gereği doğrultusunda yapıldı. 1906’da -Petersburg Sovyeti’nin yıkılışından sonra- Lenin daha ihtiyatlı bir tutum içine girdi. Sovyetleri siyaset dışı örgütlenme olarak değerlendirip, mesafeli yaklaştı. Lenin Sovyetler üzerine kuramsal açılımlarını asıl olarak 1917’de ifade etmeye başladı. 1905 tanımlamaları ve izahları bir anlamda 1917’deki kuramsal açılımların nüvesiydi.
Lenin 1907’de RSDİP’in 5. Kongresi’nde; partinin proleter kitleler içinde yeterli çalışma yapması ve yaygınlaşmasıyla Sovyet tipi örgütlenmenin gereksizleşeceğini açıkladı. Hatta bu tür örgütlenmelerin “anarko sendikalizm” tehlikesini içinde barındırabileceğini ileri sürdü. Lenin 1905-1906 yıllarında önemle üzerinde durduğu ve işçi demokrasisinin organları olarak gördüğü Sovyetler’i 1907’de partinin kitleler üzerinde etkili olmak için kullandığı araçlar olarak değerlendirmeye başladı. (Oskar Anweiler, age., s. 127)
Lenin 1907-1916 yılları arasında bu düşüncelerini korudu. Az sayıda yaptığı Sovyetler üzerine açılımlarında, “ayaklanma örgütleri”, “devrimci iktidarın organları” gibi tanımlamalarına devam etti. Kitle grevlerinin baş gösterdiği ve ayaklanmaların geliştiği ve başarı kazandığı dönemlerde Sovyet tipi kurumların yararlı olacağını belirtti.
Lenin, Nisan Tezleri (1917) adlı çalışmasında, o zamana kadar teorik içeriği doldurulmamış Sovyet örgütlenmelerine ilişkin önemli çözümlemelerde bulundu. Ve Rus Devrimi’nin yönelimi olan Kesintisiz Devrimin teorik çerçevesini açıkladı.
1905 Sovyetleri pratiğinde önemli rol oynayan Marksist kimliklerden biri Troçki’ydi. Troçki Petersburg Sovyeti içinde yönetici olarak yer aldı. Sovyetler üzerine düşüncelerini doğrudan deneyimlerine dayanarak geliştirdi.
Troçki’nin Sovyetler üzerine görüşleri sürekli devrim anlayışıyla bütünleşiyordu. Troçki Sovyetleri Menşevik görüşe yakın bir tarzda değerlendirerek “proletarya temsilcisi” ve “işçilerin devrimci özyönetim organı” olarak gördü. Bir mücadele örgütü olarak ele aldı. Lenin’in düşüncesine paralel olarak devrimin gelişmesiyle Sovyetler’in ayaklanma örgütleri haline gelebileceğini ileri sürdü. Sovyetler’in asıl görevinin devrimci mücadelede proletaryanın birliğini sağlamak olduğunu belirtti. Sürekli Devrim kuramına göre proletarya Sovyetler aracılığıyla devrimci iktidarı sağlamlaştıracaktı. Sovyetler “devrimci iktidarın ilk çekirdeği”ni meydana getiriyordu.
Narodizmin mirasçısı olan Sosyalist Devrimci Parti 1902’de kurulmuştu. Sosyalist Devrimciler tarım sorunu ve devrimci şiddet konusunda eski düşüncelerini korumakla birlikte, kapitalizmin gelişimi ve işçi sınıfının devrimdeki yönetici rolüne özel vurgu yapmaktaydılar.
Sosyalist Devrimciler 1905 Devrimi’nde en az Menşevikler ve Bolşevikler kadar rolü oldu. Ağırlıkta kırsal kesimde ve çeşitli aydın grupları içinde aktiftiler.
Kanlı Pazar’dan sonra Sosyalist Devrimciler sistematiklerini derinleştirdiler. Proletaryanın köylü hareketini yönetmesi gerektiğini ve işçi ve köylülere dayalı bir devrimci iktidarın kurulmasını savunmaya başladılar. Toprağın toplumsallaştırılmasıyla Rusya’da kapitalizmin olumsuzlukları geniş ölçüde yaşanmadan eksiksiz bir sosyalizmin kurulabileceğini ileri sürdüler.
Sosyalist Devrimciler’in işçi kitleleriyle Menşevik ve Bolşevikler’den daha az bağları bulunuyordu. Bu durum Sovyetler’de diğer siyasal yapılara oranla etkisiz kalmalarına neden oldu. Bütün Sovyet oluşumlarında ve yürütme komitelerinin birçoğunda yer aldılar. Buna rağmen hiçbir Sovyet’te geniş bir inisiyatif sahibi olamadılar.
Birinci Duma’nın feshinden sonra Sosyalist Devrimci Parti Merkez Komitesi Sovyetleri genel grevi yönetecek ve işçileri ayaklanma aşamasına götürecek yapılar olarak değerlendirdi. Aynı zamanda devrimci güçlerin birleşme noktası olarak gördü.
Sosyalist Devrimciler, Sovyetler’i her ne kadar taktik bir araç olarak görseler de İşçi, Köylü, Asker  Sovyetleri’nden ilk bahseden oldular.
1906 yılında partiden aşırı sol bir fraksiyon koptu. Bu yapı Maksimalist Sosyalist Devrimciler Birliği adını aldı. Bu yapının ilk oluşumu kabul edilebilecek Devrimci Sosyalist grup, 1905 yılında 1871 Paris Komünü’nden esinlenerek komünalist bir çözüm ileri sürdü. “Devrimci Komün nasıl örgütlenmeli” adı altında Sovyetler’in kuruluşu ve işleyişini detaylı bir şekilde anlatan bir çalışma yayımladılar. 1917 Sovyetleri’nin örgütlenişinin bu çalışmaya uygun bir şekilde biçimlenmesi ilginçtir. Maksimalistler, Devrimci Komünler Federasyonu’nu savunmaktaydılar.
Anarşistlerin özellikle Anarko- Komünistlerin Sovyetler’e yaklaşımı maksimalistlere benziyordu. Anarşistler de genel olarak Sovyetler içinde etkili olamadılar. Sovyetler’in oluşumunu heyecanla karşıladılar ve kendi anarşist ütopyalarıyla özdeşleştirdiler. Sovyetler’in özyönetim yönünü öne çıkarttılar ve işçilerin özgür birlikler halinde örgütlenmesini savundular. Genel ayaklanma yönünde düzenli propoganda yaptılar. Birçok taşra Sovyeti’nin yürütme komitesinde yer aldılar. Özellikle 1906’dan sonra, işverenlerin ücretleri dondurmasının karşısında işçi yığınlarının içinde etkileri giderek arttı. Moskova ve Odessa’da ciddi şekilde örgütlendiler. Anarşistler işçi sınıfı içinde yaygın örgütlenmeleri olmasa da  özellikle bazı sektörlerde etkiliydiler.

Ekim Devrimi: 11 Tez + Sovyetler

19. yüzyılın anlamak için nasıl ki Fransız İhtilali’ne “bakmak” gerekiyorsa, 20. yüzyılı anlamak için de Ekim Devrimi’ne bakmak gerekir.
1789 Fransız İhtilali, İngiliz Sanayi Devrimi’nin bir devamıdır ve burjuvazinin siyasi iktidarı ele geçirişini simgeler. Aynı zamanda 1789 – 1848 yılları arasında uluslararası düzeyde yaşanan büyük dönüşümün ve alt üst oluşumun başlangıcıdır. Fransız İhtilali 19. yüzyıldaki tüm sınıf ilişki ve çatışkıların referansı olduğu gibi yüzyılın siyasetini ve ideolojisini oluşturdu. Ayrıca Devrimin ortaya çıkardığı antagonizma işçi sınıfının ilk iktidar deneyimi olan Paris Komünü’nü yarattı. 1848 Devrimleri’nin genel grevleri, sokak ve barikat savaşları, kızıl ve kara bayrakları Fransız İhtilali’nin açtığı muhteşem dönüşümlerin ürünleri olarak ortaya çıktı.
Ekim Devrimi ise her şeyden önce bir ezber bozmaydı. Devrim, komünizme ulaşmayı gerekli maddi koşullara bağlayan paradigmayı kırarak proleter devrimin ertelenemezliğini ortaya koydu. Kapitalizmin yeterince gelişmemesinden dolayı devrimin nesnel koşullarının olmadığı düşünülen Rusya’da proletaryanın yaratıcı ve yıkıcı gücü devreye sokuldu. Böylece devrim sorununda politik öznelliğin öneminin altı çizildi.
Gramsci’nin, bu bağlamda Ekim Devrimi’ni “Kapital’e karşı devrim” olarak tanımlaması boşuna değildir. Devrim, “tarihsel materyalizmin yasalarının o zamana kadar inanıldığından çok daha esnek olduğunu ortaya koydu”.
Ekim Devrimi bütün bu anlamlarıyla 11.Tez’in hayat bulmasıydı. Kısacası Rus Devrimcileri 11.Tez’in “Tek yol devrim” olduğunu kavramış, işçi sınıfının yaratıcı gücüne inanmış ve bu gücün olağanüstü yıkıcılığını açığa çıkarmışlardı.
Ekim Devrimi, 11.Tez’in realize oluşu kadar, Sovyet pratiklerinin toplumsal bir maddi güç olmasıyla kendisini ifade etti. İşçi hareketi 1907’den sonra dalgasal bir gerileme dönemine girmişti. Yaşanan gericilik şartlarında devrimci örgütler yeraltına çekilerek varlıklarını korumaya çalıştılar. Sendikal yapılar şiddetle dağıtıldı.
Bu dönemde özellikle öne çıkan siyasal yapı Bolşevikler oldu. 1902’den sonra ileri sürdükleri kuramsal ilkelere uygun biçimde örgütlenmeleri, gericilik koşullarında hareketi ayakta tuttu. Parti kadroları inanç ve disiplinleriyle ve her türlü mahrumiyete katlanabilme güçleriyle örgütün ayakta kalmasını sağladılar. Bir anlamda Bolşevikler karakteristik özelliklerini bu dönemde kazandı. 1912 yılında Rus Sosyal Demokrasisi içindeki Bolşevik ve Menşevikler kesin olarak birbirinden ayrıldı. 1907’den 1912’ye kadar işçi hareketi yoğun bir durgunluk içindeydi. 1912’de Sibirya’daki Lena altın madenlerinde yaşanan grev ve katliam şiddetli gericilik döneminden çıkışı simgeledi. 1914’e girilmesiyle işçi sınıfının mücadelesi yükselmeye başladı.1914 yılının ilk altı ayında yoğun grevler yaşandı. Rusya hızla bir devrimci bunalım içine giriyordu.
1. Paylaşım Savaşı’nın başlaması işçi hareketindeki yükselişi engelledi. İşçi kitleleri içinde milliyetçi dalga hızla yayıldı. Sanayi işçilerinin büyük çoğunluğu askere alındı. Köylerden kopup gelen çoğunluğu kadın ve genç yeni işçi kitlesi sanayi alanını doldurdu. 1915 yılında Rusya’nın cephede aldığı yenilgiler, burjuva muhalefetin devreye girmesini beraberinde getirdi. Yılın ortasından itibaren işçi grevleri yeniden artmaya başladı. Öncelikle ekonomik taleplerle başlayan grevler kısa zamanda siyasal bir içerik kazandı. “1915 Eylül’ünde 113 866, 1916 Ocak’ında 128 450 olan grevci sayısı 1916 Ekim’inde 197 134’e… ulaştı.” (Oskar Anweiler, Rusya’da Sovyetler 1905-1921, Ayrıntı Yay., 1990, s.144). Bu durum rejim tarafından tehlikeli bir gelişme olarak algılandı.
Her türlü işçi örgütlenmesinin yasaklandığı koşullarda (1915 yazında), Savaş Sanayi Komiteleri’nin kurulması siyasal çevreler arasında tartışmalar yarattı. Bu komiteler üretimi artırmak ve çarlık bürokrasisini işlevsizleştirmek için devreye sokulmuştu. İki liberal burjuva partisi, komitelerin kurulmasına öncülük etti. Komiteler bu özelliğinin yanı sıra işçi hareketine yeniden örgütlenme olanağı kazandırıyordu. İşçilerin Savaş Sanayi Komiteleri’ne katılması devrimci yapıların tercihlerinde zorlanmalarına yol açtı. Bolşevikler, komitelerin emperyalist savaş amacı güttüğünü ileri sürerek boykot edilmesi yönünde tavır alırken Sağ Menşevikler koşulsuz destek verdiler. Enternasyonalist Menşevikler ise savaş koşullarıyla birlikte örgütlenme alanları ortadan kalkan işçi hareketinin yeniden şekillenmesinde bu komitelerden yararlanılabileceğini ileri sürdüler. 1905’te önerdikleri İşçi Kongresi’nin benzerinin yaratılması için komitelerin işlevli olduğunu açıkladılar.
1916’da komiteler hızla radikalleşti. Yıl sonunda Savaş Sanayi Komiteleri hükümet tarafından dağıtıldı.

1917 Şubat Devrimi

Rusya’da işçi hareketinin  mücadelesinde Putilov fabrikasının özel bir yeri vardır. Bu fabrikada 1905’te yaşanan grev 1905 Devrimi’ni başlattığı gibi 1917’de yaşanan grev de Şubat Devrimi’nin ilk kıvılcımı oldu.
18 Şubat günü dev Putilov fabrikasında çalışan işçiler greve çıktı. İşveren, işçilerin bu tavrına karşılık 4 gün sonra lokavt ilan etti. Lokavta işçilerin  reaksiyonu sert oldu ve grev hızla yayıldı. Grev havzadaki diğer fabrikalara sıçradı. 22 Şubat’ta greve çıkan işçi sayısı 200 bine ulaştı. 23 Şubat’ta Petrograd’ta genel grev havası hâkimdi.
Birkaç gün içinde hareket, grevden ayaklanmaya dönüştü. Bu olağanüstü ve muhteşem kitle hareketi yıkıcı bir dalga gibi yükseldi. Hiçbir devrimci siyasi yapı devrime dönüşen hareketin yönetiminde ve örgütlenmesinde rol almadı. Kitleler ekmek, barış ve özgürlük istiyorlardı. Öfke patlamış, kitleler kolektif olarak ayağa kalkmıştı. Rus otokrasisi yıkılmıştı.
“Devrim (sanki) kitlelerin mücadelesinin içinden fırladı.” (Age., s.148)
Devrim güç ilişkilerinin biçim alışına göre kendi kurumlarını yaratmaya başladı. Petrograd’taki grevin genel greve dönüşmesinden birkaç gün sonra, neredeyse aynı zamanda kendiliğinden Duma Komitesi ve İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyetleri kuruldu.
Duma Komitesi, Sovyetlerin inisiyatif zayıflığının yarattığı zeminde burjuvazinin istek ve taleplerinin organizasyonunu ve otoritesini simgelemekteydi.
Sovyetler ise başta işçi sınıfı olmak üzere ezilenleri simgelemekteydi.
Sovyetlerin kurulması yönünde en belirleyici rolü oynayan kesim, devrimle hapisten çıkan ve Savaş Sanayi Komiteleri’ne seçilmiş merkezi işçi grubuydu.
Daha sonra var olan konjonktürel etkilerle Duma Komitesi ve Petesburg Sovyeti arasında bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmanın sonucu Geçici Hükümet’in kurulmasına karar verildi.
Sovyet, Geçici Hükümet’e bir dizi şart koştu ve kendisini “devrimci” demokrasinin kontrol organı olarak ilan etti.
Şubat Devrimi’nin yarattığı atmosferinin geçici olarak birleştirdiği toplumsal ve siyasal güçler arasındaki denge, ekmek ve barış taleplerinin yükselmesiyle birlikte bozulmaya başladı. Çelişkiler giderek açığa çıktı.
Şubat Devrimi sırasında kurulan işçi ve asker Sovyetlerinin bazıları birleşirken, bazıları bağımsız kaldılar. Petrograd’da ise Sovyetler birleşik bir örgütlenmeye gittiler.
Fabrikalarda işçiler, askeri garnizonlarda askerler, doğrudan inisiyatifleriyle temsilcilerini seçtiler. Bu seçimler bir yanıyla da devrimin kaderini ve yönelimi ortaya koyuyordu. Yığınlar kendi devrimlerinin organlarını hayatın içinde yaratıyor ve kuruyorlardı. 1905’in Sovyet pratiklerinin işçi sınıfının zihninde hala canlılığını koruması, Sovyet örgütlenmelerine yönelimi hızlandırmaktaydı. Özellikle Petrograd Sovyeti, Sovyet hareketinin taşıyıcı gücü oldu.
Sovyet kurulduğunda son derece geniş katılımlı işçi ve asker kurulu görünümündeydi. Başlangıçta geçici bir kuruluş olan Sovyet iki ay gibi kısa zamanda oturmuş bir alternatif yönetim aygıtına dönüşmüştü. (Age. , s.156)
Petrograd’da semt sovyetleri İşçi ve Asker Genel Konseyi ile aynı zamanda kuruldu. En yetkili organ meclisti ayrıca farklı işlevleri yerine getirmek için değişik alt birimler, komiteler oluşturuldu. 1905’te Petrograd’da kurulan Sovyet’ten farklı olarak 1917’de kurulan Sovyet’te sosyalist akımların etkisi oldukça yoğundu. Bunu hem meclis içinde, hem de yürütme komitesinde görmek mümkündü.
Sovyet’te asker temsilcilerinin ağırlığından dolayı Sosyalist Devrimci Partinin ciddi bir gücü bulunuyordu. İşçi temsilcileri içinde ise Menşevikler ve Savaş Sanayi Komiteleri işçi grubu etkindi. Bolşevikler Sovyet’in ilk kuruluş günlerinde son derece silik bir görünüm vermekteydi. Bu durum yoğun ajitasyon faaliyetinden sonra Mayıs –Haziran ayında değişmeye başladı. Eylül ayına gelindiğinde Bolşevikler Sovyet’i denetleyecek bir güce ulaştılar.

Sınıfın Yaratıcı Gücünün En Konsantre Hali: Sovyetler

Sovyetler, en üst noktaya ulaşan kitle hareketinin somut bir sonucuydu. Sovyet hareketi kuramsal bir hazırlık olmadan, varolan somut gerçeklere göre kendiliğinden gelişti. Basit olanaklarla, hızla, her yerde kurulabilen Sovyetler, işçi sınıfının birleşik gücünün yaratılmasında en uygun ve etkin bir yapıydı.
İşçi sınıfı Sovyetler gibi bağımsız bir örgütlenmenin gerekliliğini reflekssel olarak hissediyordu.
Savaş ortamı, savaşın sonuçları, sınıf ilişki ve çelişkilerinin geldiği aşamanın yarattığı toplumsal, psikolojik durum, Sovyet ve benzeri örgütlenmelerin gerekliliğini yakıcı olarak hissettirmekteydi.
Sovyetler 1905’ten farklı olarak, bir kitle grevinden bağımsız ve ancak devrim başarıya ulaştıktan sonra kuruldular. Devrim sonrası Rusya’nın siyasal ve toplumsal düzlemde yeniden örgütleme sorunu belirleyici olduğundan, Sovyetlerin çeşitli siyasal akımların çatışma alanına dönüşmesi uzun sürmedi.
Önceleri hiçbir siyasal yapı Sovyetleri devrimci iktidar organı olarak görmüyordu. Sovyetler ilk başlarda somut ihtiyaçlar ve ihtiyaçlara cevap verme şekilleriyle; savaş örgütü, devrimci propaganda örgütü, sürekli toplantı örgütü gibi adlarla tanımlandı.
Fakat merkezi iktidarın ve yerel otoritelerin çökmesinden sonra Sovyetlerin işlevleri ve içerikleri kitleler tarafından daha iyi anlaşılır oldu. Bu süreç deneme, yanılma ve biriktirerek öğrenme şeklinde gelişti. Yoksa tanımlanmış ve programlanmış bir içerikte olmadı. Sovyetler güçlerini ve kudretlerini işçi sınıfından ve asker yığınlarından alıyorlardı. Kitleler sınıf mücadelesinin içinde yaparak öğreniyor, öğrenek yapıyordu. Sovyetler kitlelerin bir anlamda yaratıcı ve yıkıcı gücünün en konsantre haliydi. Sıradan insanlar kendi kaderlerinin efendisi oluyor, geleceği bugünden kazanmanın adımlarını atıyor, tarihin yapıcıları olarak sokaklarda, fabrikalarda, kışlalarda alternatif toplumsal ilişkileri kuruyorlardı.
Sovyetler doğrudan demokrasinin organları olduğu ölçüde bir taraftan kitle radikalizasyonunun aracı haline geldi, öbür taraftan yığınları geleceği kuran bir güce dönüştürdü. Sovyetlerin demokratik karakteri bir anlamda bu yapının en belirleyici özelliğiydi. Bu özelliğin deformasyonu hareketin içeriğinin boşaltılmasından başka bir mana taşımayacaktı. Ekim Devrimi’ne giden süreçte ve sonrasındaki temel problem bu noktada düğümlenecekti.
Sovyet oluşumları Mart ayı içinde hızla Rusya çapında yayılmaya başladı. Taşrada ilk olarak işçilerin yoğun olduğu sanayi merkezlerinde ve kalabalık garnizonların bulunduğu bölgelerde kuruldu. Köylü Sovyetleri Mart ayında Moskova İşçi ve Asker Sovyetlerinin teşvikiyle kuruldu ve hızla yayıldı. Sosyalist Devrimciler, Köylü Sovyetlerinde ciddi oranda güçlüydü.
Ülke çapında Sovyetleri birleştirme çabaları da aynı ay içinde başladı. Ay sonunda Moskova ve Saratov’da  iki bölgesel konferans toplandı.
29 Mart’ta 1. Bütün Rusya Sovyetler Konferansı yapıldı. Toplantıya 600 delege katıldı. Asker temsilciler çoğunluktaydı. Siyasal güç olarak da Sosyalist Devrimcilerin ve Menşeviklerin ağırlığı bulunuyordu.
3 Haziran’da Bütün Rusya Sovyetleri 1. Kongresi toplandı. 53 bölge, il ve şehirden birleşik Sovyet ile, 305 yerel Sovyet kongreye iştirak etti. Kongrede Sosyalist Devrimciler ve Menşevikler en güçlü gruptu. Bolşevikler ise azınlıktaydı.
31 Ağustos’ta Bolşevikler Petersburg Sovyeti seçimlerini kazandı. Troçki, Sovyet başkanı seçildi. 5 Eylül’de yapılan Moskova Sovyetinin seçimi de Bolşevikler lehine gelişti. Ardından Kiev, Kazan, Bakü, Nikolaev gibi kentlerde benzer gelişmeler yaşandı. Eylül başında 126 Sovyetin büyük çoğunluğu Lenin’in Nisan Tezleri’nde ileri sürdüğü “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganını destekliyordu. Aynı süreçte Bolşevikler kitlelerle bütünleşterek  en etkili ve en örgütlü siyasi yapı haline geldi.
25 Ekim’de 2. Bütün Rusya Sovyetleri Kongresi toplandı. Aynı gece Bolşeviklerin  önderliğinde Petrograd Sovyeti şehri ele geçirdi. Kongrede 402 işçi ve asker Sovyeti temsil edildi. 650 delege içinde çok az bir farkla Bolşevikler çoğunluktaydı. Ardından Sol Sosyalist Devrimciler geliyordu. (Hakkında bilgi edinilen) 366 Sovyet’in 255’i “Bütün İktidar Sovyetlere” sloganını, 81’i “Bütün İktidar Demokrasiye” ya da “Kadet’siz Koalisyon” sloganını destekledi, 30’u ise kararsızdı. (Oskar Anweiler, age. ,s.262-263)
Bu durum Şubat Devrimi’nin en temel özelliği olan ikili iktidarın sonu anlamına geliyordu. Ekim Devrimi yığınların devrimi olarak gerçekleşiyor, işçi, köylü ve asker Sovyetleriyle işçi sınıfı yıkıcı ve yaratıcı gücünü ortaya koyuyordu.
İşçi sınıfı öz örgütlenmesi olan Sovyetler aracılığıyla toplumsal bir maddi güç olarak; hiyerarşisiz, merkeziyetçiliği reddeden, profesyonel bürokrasisi olmayan, seçmenlerin temsilcilerini istedikleri an değiştirebilecekleri bir demokrasi modelini hayata geçiriyorlardı. Sovyetler iktidarı iktidarsızlaştıran devrimci organlardı.
Sovyetlerin yanı sıra kurulan en önemli öz yönetim organlarından biri Fabrika Komiteleriydi.

Fabrika Komiteleri: “Devrimin Çocukları”

Fabrika Komiteleri tarihi 1870 ve 1880’li yıllarda yapılan grevlere dayanıyordu. Bu grevlerde taban örgütlenmeleri grev komiteleri olarak şekillenmişti. 1905 Devrimi’nde grev komiteleri işçi örgütlenmeleri içinde öne çıkan yapı oldu. Devrimin yenilgisiyle işçi hareketi hızla geri çekildi. Çarlık rejimi bütün işçi örgütlenmelerini dağıtacak ve  sınıfı atomize edecek politikalar izledi. Uzun bir sessizlikten sonra işçi sınıfının mücadelesi yükselmeye başladı. 1917 Şubat Devrimi Fabrika Komiteleri’nin yeniden canlanmasını sağlayacaktı.
Ekim Devrimi’ne doğru hemen hemen bütün iş yerlerinde Fabrika Komiteleri kuruldu. Özellikle büyük ölçekli fabrikaların yüzde 80’inde bu örgütlenmeler etkindi.
Fabrika Komiteleri somut ihtiyaçlar doğrultusunda hareket etti: “8 saatlik iş günü, parça başı ödeme yerine günlük ücret, kadınlara eşit ödeme, işçilerin üstlerinin aranmaması, yemek pişirmek için sıcak su, kantin ve tuvalet kurulması, fabrikalarda havalandırma yapılması…(vb. talepler ileri sürüldü)” (Carmen Siriani, İşçi Denetimi ve Sosyalist Demokrasi; Belge Yay., 1990., s. 30.)
Fabrika Komitesi, bir fabrikada bütün çalışanlarının katıldığı toplantılar sonucu seçilen temsilcilerle kuruluyordu. Temsilcilerin görev süresi altı aydı. Hemen görevden alınabiliyorlardı. Komite üyelerinin hiçbirinin ayrıcalığı yoktu. Fabrikadaki üretim sürecinin etkili bir şekilde denetlenmesi amacıyla alt birimler, komisyonlar oluşturulmaktaydı.
Fabrika komiteleri giderek radikalleşen işçi mücadelesinin sonucu devrimci siyasi güçlerle bağlar kurdu, çeşitli düzeyde destek verdi. Fabrika yönetiminin, Fabrika Komitesinin onayı olmadan herhangi bir konuda müdahale hakkı bulunmuyordu. Sabotaj ya da lokavt gibi girişimlere karşı Fabrika Komiteleri devreye giriyor, fabrika sahiplerini tasfiye edebiliyordu.
Fabrika Komiteleri Ekim Devrimi öncesi işçi denetimini gerçekleştiren örgütlenmeler olarak hareket etti. Komiteler üretim birimlerinde işçilerin iktidar organıydı. Ayrıca komiteler aracılığıyla oluşturulan işçi milisleri devrimi militanca savunuyordu. Fabrika Komiteleri üretim birimlerinde yeni bir yaşamı örmeye başladı. İşçilerin ailesini ve yaşadığı alanı kapsayan çeşitli çalışmalar yaptı.
Sovyetler burjuvazinin politik tasfiyesi yönünde faaliyet yürütürken, ekonomik alandaki tasfiye eylemi Fabrika Komiteleri aracılığıyla yürütüldü.
Sovyetler, devrim kavramına yeni bir içerik yükleyerek komünizm ütopyasının güncel biçimi olarak şekillendi. Fabrika Komiteleri de devrimin, yeni yaşamın kurucu gücü olarak proletaryanın bütünüyle devreye girmesini sağlayan örgütlenmelerdi. Üretimin denetlenmesi, işçilerin ürettiklerine egemen olmaları ve üreten-yöneten ayrımının ortadan kalkması Fabrika Komitelerinin faaliyetleriyle gerçekleşmekteydi.
“Sovyetler, devrim kavramına yeni bir içerik yükleyerek komünizm ütopyasının güncel biçimi olarak şekillendi. Fabrika Komiteleri de devrimin, yeni yaşamın kurucu gücü olarak proletaryanın bütünüyle devreye girmesini sağlayan örgütlenmelerdi.”

Devrimci Güçlerin Sovyetlere Yaklaşımı

1905’te olduğu gibi, 1917 Sovyetleri’ne de devrimci yapıların yaklaşımı hem ideolojik-teorik düzeyde hem de politik-pratik düzeyde farklıydı.
Bolşevikler kendi içlerinde Sovyetler’e farklı anlamlar yükledi.
Petersburg’un işçi semti olan Vrborg’daki komite, Şubat Devrimi’nde çok önemli rol oynadı. Vrborg Komitesi, Sovyet hareketini parti önderliğinin tezlerinin dışında değerlendirerek, Sovyetleri destekledi ve yönlendirmeye çalıştı. Komite, Geçici Devrimci Hükümet’in oluşturulması amacıyla Sovyet çağrısı yaptı.
Petersburg Komitesi, gizli polisin operasyonlarından darbeler aldığından dolayı istikrarsız bir görünüm arz ediyordu. Geçici Hükümeti şartı destekleme eğilimindeydi.
Rusya Bürosu, Geçici Hükümetin partinin çağrısı ile kurulmasını savunuyordu. Pravda Yazı Kurulu ise Geçici Hükümete koşulsuz destek vermekteydi.
Lenin yeni bir program önerdi. Nisan Tezleri adı verilen bu program ezber bozucuydu. Lenin Nisan Tezleri’yle parlamenter cumhuriyetin, ordu, polis ve bürokrasinin lağvedilmesini, toprakların köylülere, fabrikaların işçilere bırakılmasını savunuyordu. Bunun anlamı toplumsal devrimdi, tezlerin ikincisi zaten bu durumu anlatıyordu ve bu tez kilit öneme sahipti.
“Bu günkü Rusya’da özgün olan şey, proletaryanın bilinç ve örgütlenme düzeyinin yetersizliğinden ötürü, iktidarı burjuvaziye vermiş olan devrimin birinci aşamasından, iktidarı proletaryaya ve köylülüğün yoksul katlarına devredecek olan ikinci aşamasına geçiştir.” (Lenin, Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi; Sol Yay., 1992, s. 10.)
Buradan çıkan sonuç “İşçi Temsilcileri Sovyetleri’nin mümkün olan tek devrimci hükümet olduğu (-ydu)”. Lenin kitleleri eğitilmesi sayesinde, Bolşeviklerin Sovyetler’de çoğunluğu sağladığı anın devrimin ikinci aşamasına, sosyalist aşamaya geçiş anı olacağını ima ediyordu.
Tezler önce parti yönetimi tarafından itirazla karşılandı. Ancak 1917 Nisan ayı sonunda yapılan 7. Parti Konferansı’nda  kabul edildi.
“Bütün iktidar Sovyetlere” şiarı Nisan Tezleri’nin özeti ve Bolşevikler’in mücadele rotası olacaktı. Ama bu slogana karşın Bolşevikler’in, Sovyetler’in iktidarı tek başlarına kullanmayı hiç istememeleri bir paradokstu. (O. Anweiler, age., s. 195.)
Menşevikler, 1905’ten beri Rus Devrimi’nin burjuva karakterli olduğunu ileri sürüyorlardı. Menşeviklere göre işçi sınıfının görevi bu devrimi desteklemek, mümkün olduğu kadar yaymak ve bu süreçte sınıf olarak güçlenmek, demokratik özgürlükleri kullanmak ve nesnel ekonomik koşullar olgunlaştığında sosyalizme geçmekti.
Menşeviklere göre bir “burjuva devrimi” söz konusu olduğundan hükümetin- iktidarın tamamen burjuvazinin elinde olması gerekiyordu. Menşeviklerin gözünde Sovyetler’in geleceği yoktu. Ancak devrimci savaş örgütü olabilirlerdi.
Sosyalist Devrimciler, Sovyetlere daha konjonktürel ve pratik ihtiyaçlar doğrultusunda yaklaşıyordu. Sosyalist Devrimcilere göre Rus Devrimi çalışan halkın tüm kesimlerinin demokratik ayaklanmasıydı. Geçici Hükümet’e tam angajmanlı katılmayı reddediyorlardı. Mesafeli bir tutum içindeydiler. Sosyalist Devrimciler Sovyetlerin tüm emekçileri temsil etmediklerini düşünüyordu. Parti önderlerinin çoğunun sürgünde olması, yönetme tecrübelerinin bulunmaması, Sosyalist Devrimcileri çekinceli bir tutum içine girmelerine yol açtı, benzer bir tavrı diğer devrimci yapılarda gösterdi. Hükümetin burjuvazi tarafından kurulması hem kuramsal düzeyde hem de donanımsızlıktan kaynaklanan nedenlerle onay görüyordu. (age. s. 183)
Bu süreçte Petrograd İşçi ve Asker Temsilcileri Sovyeti, iktidar organı haline geliyordu. Sovyetler’deki çoğunluk eğilimlerinin ise Sovyetler’in gücü ve niteliğine ilişkin kuşkuları vardı.
Menşeviklerin önderi olan Martov özel bir tavır geliştirdi. Martov, partisinin çoğunluğundan farklı olarak Sovyetler’in rolünü önemsiyor ve bu rolü yüceltiyordu. Martov, Enternasyonel Menşevikler diye anılan grupla hareket etmekteydi. Kurucu meclis ve Sovyetler’den oluşan bir birleşim tasarlıyordu. Bu görüşü Ekim ayında Bolşevikler  içinde de savunanlar oldu.
Sol Sosyalist Devrimciler, Haziran ve Temmuz 1917’den sonra bağımsız bir grup haline geldi. Sol Sosyalist Devrimciler, burjuva koalisyonunu red tezinden Sovyetler iktidarı tezine geçtiler. Eylül başında yapılan konferansta Sovyet tabanlı bir hükümetin kurulması önergesi benimsendi. Ekim ayında bu grup Lenin’in “Tüm İktidar Sovyetlere” sloganına bütünüyle katıldılar.
“Tüm İktidar Sovyetlere” sloganı giderek kitlelerle bütünleşti ve devrimin maddi gücüne dönüştü.

Fabrika Komitelerine Karşı Nasıl Tavır Alındı?

Devrimci siyasal yapılar, Fabrika Komiteleri’ne farklı perspektiflerle yaklaştı.
Menşevikler, Şubat Devrimi’ni bir burjuva devrimi olarak görüyordu. İşçiler bu devrimde önemli rol oynamışlardı. Ama bunun temel nedeni burjuvazinin zayıflığıydı. Kapitalist gelişmenin Rusya’da yeterli düzeyde bir sanayi temeli sağlamasıyla, proletarya öncü sınıf özelliği kazanabilecekti. Menşeviklere göre işçi sınıfı o zamana ve koşullara kadar burjuva demokrasisinin güçlenmesi için mücadele etmeliydi.
Menşevikler, devrim anlayışlarından dolayı işçi denetimine ve bağımsız Fabrika Komiteleri’ne şiddetle karşı çıktılar. Fabrika Komiteleri sadece üretimin sürdürülmesiyle ilgilenmeliydi. Fakat üretime ve fabrikalara el koymayı asla düşünmemeliydi. Menşeviklere göre komiteler, sendikaların yerel yapıları olarak işlev görmeli, toplu iş sözleşmeleri sendikalar tarafından yürütülmeliydi. Menşevikler bu düşüncelerini 1. Petrograd Fabrika Komiteleri Konferansı’nda ve 1917 Haziran’ında yapılan 3. Rusya Sendikalar Konferansı’nda açıkça dile getirdiler.
Rusya’da 1905’ten önce sendikalar yasadışıydı. 1905 Devrimi’nde yasal olarak kurulma  ve çalışma olanağı kazandılar. Ne var ki sendikal örgütlenmeler hem ekonomik hem de siyasi olarak Sovyetler’in gölgesinde kaldı ve oldukça etkisiz bir işçi örgütlülüğü olarak faaliyet sürdürdü. Ülke çapında, devrim günlerinde toplam 800 sendika kuruldu. Bunu 68’si Moskova’da, 80’e yakını ise Petrograd’da örgütlenmişti. Sendikalar işçi sınıfı için bir çekim merkezi olamadı. Sınıfın çok küçük bir kısmı sendikal örgütlenmenin içinde yer aldı.
1907’de Stolypin darbesiyle başlayan gericilik yıllarında sendikalar dahil, tüm işçi örgütlenmeleri dağıtıldı. Baskı ve şiddet sistematik olarak uygulandı. Sendikaların faaliyetleri yasaklandı.
Savaş öncesi dönemde yeniden örgütlenme faaliyetlerine başlayan sendikalar, asıl olarak Şubat Devrimi’nden sonra gelişme gösterdi. Sendikal faaliyetler bütünüyle yasallaşmıştı. Sendikalar hızla sanayi kentlerinde örgütlenme şansı buldu. Mayıs ayında 2000 sendikaya 1.5 milyon işçi üye olmuştu, Ekim ayında bu sayı 2 milyona ulaştı.
Sendikalarda Menşeviklerin belirleyici bir ağırlığı vardı.  Sınıfı niceliksel olarak bir araya getiren sendikalar son derece atıl, işlevsiz örgütlenmeler olarak devrim şartlarında ortada öylece durmaktaydı. Bir nevi hayatın içindeki “hayalet örgütlerdi”. İşçi sınıfının yaşamına ve mücadelesine önemli katkıları olmadı. Her ne kadar örgütlenmenin içinde geniş işçi yığınları yer alsa da sendikalar bu yığınları şekillendiremedi. Ancak çekirdek düzeyde sendika lideri öne çıktı ve 1917 Ekim Devrimi’nde önemli rol oynadı.
Menşevikler, sendikalar üzerinde partinin bütünüyle hakimiyetini yadsıyan bir tutum sergilerken, Bolşevikler sendikaların bütünüyle partinin kontrolünde olmasını savunuyordu.
Sendikalardan bağımsız Fabrika Komiteleri’ni yerel iş gücünün örgütleyicisi olarak görüyor, işlevlerini yerel sendika hücreleri olarak sınırlıyordu.
1917 Haziran ayında yapılan Rusya Sendikaları Konferansı’nda Menşevikler güçlerini korudu. Sendikalar Merkez Konseyi’nde çoğunluğu ellerinde tutuyorlardı.
Fabrika Komiteleri (büyük bir kısmı) ilke olarak, sendikalarla yakın işbirliği yapılmasını savunuyorlardı. Çok az sayıda militan,  sendikalara karşı reaksiyonel bakıyordu. Sendikaları, işçi sınıfının birleşik gücünün organizasyonu olarak görüyor, üyelerine sektördeki sendikaya katılmaları yönünde basınç uyguluyorlardı. Komitelerin varlığı, sendikaların etkinliğini artıran bir faktör oldu.
Sendikaların Fabrika Komiteleri’ni denetleyen, yönlendiren yaklaşımları, komiteler tarafından her zaman şiddetle reddedildi. Fabrika Komiteleri doğrudan etkinliklerini sistemli bir şekilde sürdürdü. Bağımsız politik tavrını ve eylemlerini hayata geçirdi. Sendikaların hegemonya kurma çabalarını boşa çıkardı. Sendikaları yönlendirebilen bir güce sahip olan Menşevikler, sendikaların Fabrika Komiteleri üzerinde hegemonya kurması doğrultusunda politikalar izliyordu. Fabrika Komiteleri işçi kitlelerinin radikalliğini taşıyan ve örgütleyen bir yapıya dönüştükçe bazı sendikaların yönetimlere müdahale etmeye başladı. Bu süreçte Fabrika Komiteleri’nin sendikaların tahakkümünün altına girmesi zaten mümkün değildi. Fabrika Komiteleri gün geçtikçe radikal işçi örgütlenmelerine dönüştü.
Rusya’da Anarşist hareket içinde özellikle Anarko-Sendikalistler, Fabrika Komiteleri içinde ciddi oranda bir etkiye sahipti.
Fikri düzeyde Fabrika Komiteleri’ne yönelik en istikrarlı ve doğru çözümlemeler Anarko-Sendikalistler’den geldi.
Mevcut sendikaları, işçi sınıfını ıslah etmek ve uyumlulaştırmak ve kitle eylemlerini bastırmaya yarayan, bürokratik kurumlar olarak görmekteydiler.
Emekçilerinin mücadelesinin ürünü olarak doğan Fabrika Komiteleri’ni Rus işçi hareketi içinde ortaya çıkan en iyi işçi organizasyonu olarak değerlendiriyorlardı. Fabrika Komiteleri: “İşçilerin örgütlenmesinde ve kapitalizme karşı mücadelede muazzam bir rol oynamış bulunuyorlar…Kapitalizmin sultasına öldürücü darbeyi vuracak örgütler (-dir). Gündelik yaşamda, işletmelerin yaşamına ve üretimin akışına rehberlik eden militan…örgütlerdir. Fabrika Komiteleri, bu günün gereksinmelerini unutmadan gelecekteki sosyalist üretimin yolunu döşemelidirler.” (Paul Avrich, Rus Devriminde Anarşistler; Metis Yay., 1992, s. 86.)
Anarko-Sendikalistler Fabrika Komiteleri’nin güçlenip geliştirilmesinden yanaydı. Devrim sonrasında tam kontrol, bu örgütlenmeler aracılığıyla gerçekleştirilebilirdi. Anarko-Sendikalistler içinde Maksimov’un liderlik yaptığı bir eğilim işçi sınıfının tam kontrolü gerçekleştirebilecek bilgi ve donanıma sahip olmadığından eğitilmelerinin üzerinde duruyordu, özyönetimin başarılı bir şekilde uygulanması için bu sürecin gerekli olduğunu ileri sürüyordu. Diğer eğilim ise büyük üretim birimlerine ve finans kuruluşlarına derhal el konulması taraftarıydı.
Anarko-Sendikalistler, işçi denetimi hakkında oldukça sarih fikirlere sahipti. Devletçi ya da otoriter bir devrime ya da işçi kontrolünün merkezileştirilmesine, kararların “yukarıdan” alınmasına ve uygulanmasına şiddetle karşıydılar.
Bu perspektifle Petrograd Fabrika Komiteleri Konferansı’nda merkez konseyin kurulmasını sert bir şekilde reddettiler.
Fabrika Komiteleri, hem kapitalist sistemi yıkmanın aracıydı hem de gelecekteki özgürlükçü toplumun nüveleriydi. Bu özelliğinin bozulması bir anlamda devrimin kirlenmesi ve çürümesiydi.
Anarko-Sendikalistler sayısallıklarından çok daha fazla Fabrika Komiteleri’nde etkinlik kurdular. Komitelerin radikalleşmesinde önemli rol oynadılar.
Anarko-Sendikalistler, fırıncılar, nehir ulaşım, dok, tersane işçileri, Donetz madencileri, gıda sanayi işçileri, posta telgraf işçileri arasında geniş örgütlenme ağı kurdular. Metal, tekstil işçileri, matbaacılar ve demiryolu işçileri üzerinde de azımsanamayacak kadar etkileri vardı. (Paul Avrich, age., s. 80.)
Anarko-Sendikalistler ile Anarko-Komünistler arasındaki ideolojik-teorik, politik-pratik farklılıklar, Rusya’da anarşist hareketin gelişmesini ya da işçi hareketi içinde daha üst düzeyde nüfuz etmelerini engelledi.
Bu farklılıklar, temel referanslar kadar teknolojiye bakış, Batı’nın değerlendirilmesi ve üretim sürecine ilişkin düşüncelerde kendini gösteriyordu. Anarko-Komünistler Slavcı bir özlemle, komünler federasyonunu ileri sürüyor, silahlı mücadeleyi bir yöntem olarak benimsiyor ve fabrikalara el koyma eylemleri gerçekleştiriyordu.
Anarko-Sendikalistler “Batılıların teknolojik ilerlemesine hayrandı. Ancak…kitlesel üretime (eleştirel yaklaşıyor), insanın merkezileşmiş bir sanayi makinesinin dişleri arasına sıkışma tehlikesini (-de görüyorlardı)…İşçilerin kendi kaderinin gerçekten efendisi olabileceği merkezileşmemiş bir işçi örgütleri toplumuna inanıyorlardı.” (Paul Avrich, age., s. 14.)
Bolşeviklerin Fabrika Komitelerine yaklaşımı farklılıklar gösterdi. Lenin’in Nisan Tezleri’nden sonra, kuram ve uygulamadaki çelişkiler ve belirsizlikler ortadan kalktı.
Lenin, devrimin ikinci aşaması olan sosyalist safhanın başlaması çağrısında bulunsa da, arada geçiş dönemi olmaksızın Rusya’da sosyalizmin başarılacağına inanmıyordu. Devrim siyasi iktidarı proletaryaya ve yoksul köylülere devredecekti. Sovyetler aracılığıyla oluşturulacak bu iktidar, proletarya ve yoksul köylülüğün devrimci demokratik diktatörlüğüydü.
Lenin 1917 öncesinde üretim düzeyinde işçi kontrolüne ve özyönetimine çok az vurgu yaptı. Lenin Devlet ve İhtilal çalışmasıyla Komün tipi devlete vurgu yaparak, proletarya  dikratörlüğünü analiz etti. Komün tipi devletin temelini sovyetler üzerinden kurguladı. Ve Sovyetler aracılığıyla üretimi devletin kontrol etmesi gerektiği üzerinde durdu.
Ne var ki o dönemde Fabrika Komiteleri geniş çapta üretimin denetlenmesi yönünde faaliyetler yürütüyordu. Bolşevik işçilerin çoğu bu çalışmaların içinde aktif olarak rol alıyordu. Parti organlarından hiçbir talimat almaksızın devrimin gelişmesinde önemli katkılarda bulundular. Öyle ki bu çalışmalar Bolşevikler’in işçi sınıfı ve halk katmanları içinde hızla güçlenmesini ve destek görmesini sağladı. Fabrika Komiteleri, Bolşevikler’i destekleyen ilk ve en büyük kitle örgütlenmesi oldu. (Carmen Siriani, age., 72-73).
30 Mayıs ile 5 Haziran arasında yapılan 5. Petrograd Fabrika Komitesi Konferansı’nda Lenin, işçi kontrolü ve Fabrika Komiteleri’nin en büyük savunucusuydu. Delegasyonun büyük bir çoğunluğu Bolşevik’ti. Bolşevik Parti, Fabrika Komiteleri Merkez Konseyi’nin kurulmasını ve bu konseyin yerel komitelere karşı sorumlu olmasını savundu.
Konferansa katılan temsilcilerin büyük çoğunluğu, Fabrika Komiteleri’nin her düzeyde ve her şekilde merkezileştirilmesine şiddetle karşı çıktı.
İşçiler ve işçi temsilcilerinin çoğunluğu bürokratik ve merkezi kontrole karşıydı.
Bolşevikler ve Lenin’in, komitelerin işlevine yönelik, farklı konjonktürlerde ayrı ayrı açılımları oldu. Genel kanı Fabrika Komiteleri’nin yerine üretimin denetiminin, işçi ve asker temsilcileri Sovyet’inin ve sendikaların elinde olması doğrultusundaydı. (Carmen Siriani, age., s. 75.) Bu yaklaşım Fabrika Komiteleri militanlarınca hoşnutsuzlukla karşılandı.
Bolşevikler, 3. Rusya Sendikalar Konferansı’na sundukları tezlerde, sendikalara ve Sovyetlere ayrı ayrı işlev verdiler. Komiteler sendikalara, net bir şekilde tabi yapılar olarak yeniden dizayn edildi. Komiteler, sendikaların hücreleri olarak değerlendirildi. Komiteler, sendikaların belirleyeceği alanlarda faaliyet göstereceklerdi ve Fabrika Komiteleri Konseyi mali destek almayacaktı.
Fabrika Komitelerine sınırlı işlevler verildi. Özellikle işçi kontrolü sorununa mesafeli yaklaşıldı. İşçi kontrolü konusunda Bolşevikler’in kafası karışıktı. Bazen kuşku, bazen de korkuyla yaklaşıyorlardı.
Bolşevikler, Fabrika Komiteleri’ni iktidarı ele geçirme mücadelesinde önemli bir destek olarak gördüler. Ve gerçekten de Fabrika Komiteleri hem sovyetlerin metamorfoza uğramasını engelledi, hem de yeniden kuşatılmasında yaşamsal rol üstlendi. Hatta Şubat Ekim arasında üçüncü iktidar odağı gibi hareket etti dersek abartmış olmayız. Fabrika Komiteleri militan ve radikal karakterleriyle, oluşturdukları işçi milisleri ve Kızıl Muhafız örgütlenmeleriyle  devrimin kaderinde önemli rol oynadı. Militan yerel sovyetlerden önemli destek aldı ve işçi denetimini fiilen hayata geçirdiler.
Bolşevikler bu olağanüstü yapılarının önemini yeterince kavrayamadı ve ne yazık ki araçsallaştırıcı bir tutum sergiledi. Bolşevikler dahil, Rus Marksistleri’nin işçi kontrolü kavramına yönelik ayrıntılı çözümlemelerinin bulunmaması bu manada son derece düşündürücüdür.
“1918- 1921 yılları bu anlamda son derece kritik bir moment oldu. Bu momentte bir boyutuyla devrimi yaratan işçi sınıfının yaratıcı yıkıcılığı ve kitlelerin muhteşem mobilizasyonu ve kitlelerin doğrudan inisiyatifini açığa çıkaran devrimin yarattığı örgütlenmeler elemine olurken, diğer taraftan dünya devriminin yaratacak dalga kırılıyordu. Özellikle Alman Devrimi’nin yenilgisi yıkıcı sonuçlar yaratacaktı.”

Ekim Devrimi’nin Problematiği: Devlet mi Sovyet mi?

Ekim Devrimi nesnel koşulların sınırlılığını yıkan, bir anlamda diyalektik gelişimin kapalılığını kıran bir devrimdi.
Emeğin özgürleşmesi yönünde bu muazzam gelişme kendi örgütlenmelerini de yaratmıştı: Sovyetleri…
Sovyetler, “sıradan” insanların bugünden yarını fethetme organlarıydı. “Sıradan” insanlar kolektif bir güç olarak geleceklerini bu yapılar aracılığıyla inşa etmeye başladı. Sovyetler başta işçi sınıfının yıkıcı gücünü açığa çıkardı. Kitleler yıkıp, yeniden yaratma gücünü Sovyetler aracılığıyla gerçekleştirdi. Fabrika Komiteleri ise geleceğin bugünden yaratılmasının somut ve yaşayan örnekleri oldu. İşçi sınıfı bu komitelerle gündelik yaşamını devrimcileştirdi. Komiteler işçi sınıfının yaratıcı ve değiştirici gücünün muhteşem örnekleri olarak faaliyet yürüttü. İşçilerin Fabrika Komiteleri’ne “Devrimin Çocukları” adını vermeleri boşuna değildi.
Lenin, “Nisan Tezleri” ve “Devlet ve İhtilal” adlı çalışmalarıyla devlet ve parlamentarizm karşıtlığını açık olarak ortaya koyar. Paris Komünü’nden referansla proletarya diktatörlüğü teorisini kurar.
Lenin; Marx, Engels, Kautsky, Buharin, Pannekoek gibi sosyalistlerin devlet üzerine kuramsal açılımlarından yararlanarak Devlet ve İhtilali kaleme aldı. Buharin’in devlet ve sosyalizm üzerine çalışmaları ve Pannekoek’un parlamenter sistemin yerine proleteryaya özgü organların geçeceği yönündeki tahminleri (1912’lerde) Lenin‘i besleyen materyaller oldu.
Özellikle Lenin, 1871 Paris Komünü Üzerine çalışmalarında devlet karşıtı bir konumda duran Marx’ı “yeniden keşfetmesi”, devrimin “geleneksel” kurumları yıkacağı yerlerini yenilerini yaratacağı yolundaki inancını pekiştirdi. Yine de Lenin Sovyetlerle Marx‘ın  Paris Komünü yorumları arasında net olmayan, belirsiz bağlar kurdu. Bunu 1917 öncesinde Paris Komünü‘nün hatalarına yönelik yaptığı özel vurgularda görmek mümkündür. Lenin’de 1871 ile 1905 ve 1917 arasında sistematiğin kurulması 1917 Mart’ına dayanır. (Uzaktan Mektuplar‘da bu bağlar kurulmuştur.) Nisan Tezleri’nde ise Marx’ın komün konusundaki çözümlemelerine göndermeler yapar. Sovyetleri komün benzeri örgütlenmeler olarak tanımlar.
Yinede Devlet ve İhtilal’de ortaya konan “Sovyet Sosyalist Devleti’nin” imgesi 1917’deki somut sovyetlerden farklıydı.
Bolşevikler, Sovyetleri devrimci stratejilerinin parçası olarak görüyordu. Sovyetler öz yönetimci bir yapı olmaktan öte, bir eylem programı içerisinde ele alınıyordu. Temel anlayış, Sovyetlerin devrimle ve devrim için var olduğu yönündeydi. Halbuki devrim ancak Sovyetler ve Sovyetler hareketi ile var olabilecekti. Tarihsel süreç de bu yönün doğruluğunu ortaya çıkaracaktı.
Devlet ve İhtilal’de çizilen Sovyet taslağı özünde iktidar mücadelesini içermekte ve iktidara el konulmasının haklılığını ortaya koymaktaydı. Kısaca Lenin’in devlet felsefesi iktidar mücadelesine dayanıyordu. Sovyet oluşumları bu manada Bolşeviklerin iktidarı ele geçirmesi için birer araca dönüşüyordu.
 Ne var ki Sovyet ile iktidar ve devlet olgusu çelişik bir mahiyet gösterir. Sovyet bir anlamda iktidarsızlaşma ya da iktidarı parçalayan ve kitlelerin kolektif aksiyonunu açığa çıkaran örgütlenmelerdir.
Lenin için sosyalist devrim, Sovyetlerin iktidarı alması ile Bolşevik Partisi’nin iktidarı özdeşti ve birbirinden ayrılmaz özellikler taşıyordu. Bundan dolayı Lenin, diğer devrimci yapılara son derece ketum davrandı. Bolşevikler arasında hakim olan üç sosyalist partinin koalisyon yapma düşüncesini şiddetle reddetti. Böylesi yaklaşımları proletaryanın ve köylü sınıfının devrimci demokratik diktatörlüğünün içinin boşaltılması olarak değerlendirdi.
Özce Sovyetler bir anlamda Bolşevik yoruma tabi tutularak partinin devrim stratejisinin tamamlayıcısı ve iktidar mücadelesinin anahtarı olarak görülüyordu. 25 Ekim devrimci ayaklanması bu perspektifle gerçekleşti. 25 Ekim’de 2. Bütün Rusya Sovyetler Kongresi’nin toplandığı gece, Petrograd Sovyeti şehri ele geçirdi. Ayaklanma tarihe “Kızıl Ekim” olarak geçti. Yığınların devrimi hızla Rusya topraklarına yayıldı.
Çünkü; “Devrimci İşçilerin kapitalizmin temellerini yıkması Ekim’den önceydi. Geriye kalan sadece üst yapıydı. Eğer kapitalistlerin işçilerce bu mülksüzleştirmeleri olmasaydı, burjuva devletin imhası hiçbir şekilde başarılamazdı. Mülk sahiplerinin direnişi çok daha güçlü olurdu. Diğer yandan, Ekim’deki toplumsal devrimin amaçları sadece kapitalist gücün al aşağı edilmesi ile sınırlı değildi. Toplumsal kendinden yönetimin uzun pratik gelişme dönemi, işçilerin önünde duruyordu”. (Piotr Archinov, İki Farklı Ekim, Asimetri Yeraltı yayın.)
3. Bütün Rusya Sovyetler Kongresi 28 Ocak 1918’de toplandı. Toplantı devam ederken 2 Mart 1918’de Köylü Sovyetleri Kongresi ile birleşme kararı alındı. Birleşik Kongre’ye 942 delege katıldı. Lenin kongreye katılan 720 delegenin 434’ünün Bolşevik olduğunu yazdı.
Birleşik Kongrede devlete Rusya Sovyet Sosyalist Federal Cumhuriyeti adı verildi. Sovyetler kendini en yüksek iktidar organı olarak ilan etti.
Bu süreç bir yanıyla da Sovyetlerin devlete ikame edilişiydi. Sovyetlerin devlet organlarına dönüştürülmesi, içeriğinin boşaltılmasından başka bir mana taşımayacaktı. Kitlelerin yaratıcı gücünün en konsantre hali olan Sovyetler, devletin aparatları haline getirildi. İşlev ve işleyişleri deforme oldu. Bunun ilk adımı Kızıl Ordunun kurulması ile atıldı. Daha sonra ekonomik ve politik alanda benzer bürokratik düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemelere yaşanan koşulların muazzam zorluğu “gerekçe” gösteriliyordu.
Aslında yapılan devrimin kendisi olan ve kitlelerin toplumsal ve ekonomik öz yönetim organları  özellikleri taşıyan Sovyetlerin işlevsizleştirilmesiydi. Doğrudan demokrasinin temel yapıları böylece kadük bir hale geliyordu. Bu durumun bir iç çürüme yaratması kaçınılmazdı. “Sıradan” insanlar bu yapılar aracılığıyla kendi kaderinin hakimi olurken, bu muhteşem adım kırılıyor, sıradan insanlar yine  “kaderlerine” razı olmaya zorlanıyorlardı.  İşçi sınıfı “ruhunu” kaybediyordu.
Benzer gelişmeler Fabrika Komiteleri’nde de yaşandı. Ekim Devrimi sonrası Fabrika Komiteleri örgütlenmesi daha da yaygınlaşmış ve güçlenmişti. Mart 1918’de fabrikaların yüzde 83’de Fabrika Komiteleri faaliyet yürütüyordu.
Devrim sonrasında Bolşevikler arasında üretimin örgütlenmesi konusunda başlayan tartışmalar Rusya’da “yeni” bir dönemin kapısını araladı. Bu süreç Sovyetlerin olduğu gibi Fabrika Komiteleri’nin de geleceğini belirleyecekti.

Kutsanan Emek ve “Eşitliğe” Kurban Giden Özgürlük: Devletçi Sapma

1918’de, henüz devrimin üzerinden bir yıl bile geçmeden, acil konu olarak gündeme gelen emek süreci tartışmaları büyük oranda bir zorunluluğun ifadesiydi. Ancak Bolşeviklerin soruna yönelik ürettikleri çözüm, emekçilerin politik yaşamdaki rolünü alt üst edecek  bir içeriğe bürünmekte gecikmedi.
Fabrika Komiteleri’nin etkinliği azaltılmaya çalışıldı. Fabrika Komiteleri’nin etkisizleştirdiği sendikalar, Fabrika Komiteleri’ne karşı savaş açtı. (paradoksi bir biçimde Fabrika Komiteleri’nin sendikalara bağlı bir alt organ gibi çalışmasını birkaç ay önce Menşevikler savunmaktaydı.) Sendikalar sınıfın bağımsız örgütleri olarak değil, devlet ve parti angajmanlı hareket ediyordu.
Bolşeviklerin büyük kısmı, emek sürecinin bugün adına Taylorist diyebileceğimiz bir yönteme/ emek rejimine göre örgütlenmesinden yana tavır koymuş ve bu yolla emek verimliliğinin artırılmasını sağlamak istemişlerdi.
“Devrimden sonra, ekonomiyi idare edenlerin elinde iki seçenek vardı: Üretim ya devletin elinde, ya da işçilerin elinde örgütlenecekti. Bolşevikler, bu seçeneklerden ilkini gerçekleştirmek için, ikincisine karşı hareket etmek zorundaydılar.” (Aileen O’Carroll, Bolşevik Devrim: Özgürlük ve Devrim, Asimetri Yeraltı yayın.)
Fabrika Komiteleri, Bolşeviklerin bu kararına sert bir şekilde karşı koymaktaydı. Taylorizm uygulamalarının önündeki en büyük engel Fabrika Komiteleri olarak görülmeye başlandı. 1918 yılı içinde Fabrika Komiteleri’ne karşı savaş açıldı. Komiteler yıl sonunda sendikalarla bütünleştirildi ve sendikaların alt organları haline getirildi.
Özünde kapitalist iş örgütlenmesini muhafaza etme dışında bir anlamı olmayan Taylorist modelin üretimin ana birleşeni haline getirilmesi, beraberinde doğrudan demokrasinin temel organları olarak faaliyet gösteren Fabrika Komiteleri’nin tasfiyesi anlamı taşıyordu.
“İlerlemeyi”, “kalkınmayı” hedef olarak belirleyen Bolşevikler, yoksulluktan kurtulmak ve “cahil kitleleri”ni aydınlatmak amacıyla rasyonel kabul edilebilecek, yeni bir yapılanmaya gereksinim duymaktaydı. Ancak kalkınma ve ilerleme projelerini yaşama geçirmek için ödenecek bedel, kitle inisiyatifinden vazgeçmek oldu ve kaçınılmaz olarak bürokrasinin önü açıldı.
Devrim sonrası yönetim, sanayi üretimini disipline etme yönünde adımlar attı, işçilere parça başı ücret ödemeyi gündemine aldı ve Fabrika Komiteleri’ni işlevsizleştirerek yerine burjuva uzmanlarını getirdi. Üretim araçlarının devlet mülkiyeti biçiminde yeniden örgütlenmesi doğrultusunda düzenlemelere girdi. Devlet mülkiyetinin proletarya diktatörlüğünün, sosyalizmin garantisi olacağına yönelik bu eğilim**, korkunç bir trajediyi ortaya çıkardı. Taylorizm, özünde bir kapitalist iş örgütlenmesi ve toplumsal değişim projesiydi. İşçi sınıfının olası direnişlerini kırmayı amaçlıyordu. İşçiler arasında rekabeti artıran ve işçilerin kolektif hareket etmesini engelleyen bu sistem, kapitalist ülkelerde uygulandığı gibi, çalışma zamanını olağanüstü biçimde uzatıyor, işçinin günlük yaşamını fabrikadaki yaşam ile sınırlıyor, üretimi artırabilmek için işçiyi makinenin bir parçası haline getiriyordu.
Bolşevik yönetim, üretim araçlarını devletin kontrolüne geçirerek ve üretimi artırarak yoksulluğu önlemeye girişmiş olsa da, uyguladığı model üretim sürecindeki işçinin yabancılaşmasına ve depolitize olmasına neden olan bir yönelimdi. Sonuçta Ekim Devrimi’nin asli öğesi ve yeni bir toplumun kurucu öznesi olan işçi sınıfı, yeniden fabrikalara hapsedildi. Kendi kaderlerine hakim olmak için yola çıkan işçiler, kendilerine sunulan kaderin parçası haline geldiler. İşçi sınıfı hızla atomize oldu, giderek yalnızlaştı ve yabancılaştı.
Fabrikanın yeniden örgütlenme süreci, aynı zamanda “yeni” toplumun örgütlenme süreciydi. Toplum fabrikalaşırken zihniyet dünyası da ona uygun örgütlendi. Artık toplumu dönüştürme gücünü “yitirmiş” bir sınıf ve onun adına hareket eden ve tüm iktidarı kendinde toplayan merkezi otorite vardı.
Bu dönemde parti içerisinde bürokrasi uyarılarının yapılması, yaşanan tehlikeye işaretti. Bürokratikleşmenin artması Bolşevikler arasında buna karşı önlemlerin alınması tartışmasını gündeme getirdi.
1920 yılından itibaren taban örgütlenmelerinin önemi vurgulanmaya başlandı. Bu yönde adımlar atılmaya çalışıldı. Lenin’in son mücadelesi bu eksende gelişti. Lenin yaşanan tehlike konusunda açıkça partiyi uyardı. Acil önlemler alınmasını istedi. Kendi yarattığı partinin bürokratik bir makinaya dönüşmesini engellemeye  çalıştı. Ancak giderek güçlenen bürokrasi, bu sürecin bütünüyle önünde engel oldu. İşçilerin kendilerini ifade etmeye çalıştığı tüm toplumsallaşma biçimleri yok edildi. İşçiler, makinenin bir parçası haline getirilip, bütün toplum depolitizasyon anaforu içine sokuldu.
Bu süreç, bir gökkuşağı olan Ekim Devrimi’nin zenginliğini kaybetmesi anlamına geliyordu. Devrimin yarattığı muhteşem örgütlenmeler ve doğrudan demokrasinin temel dinamikleri olan Sovyetler ve Fabrika Komiteleri koşullar gerekçe gösterilerek tasfiye ediliyordu.
Artık devrimin diyalektiği kırılmaya ve donmaya başlamıştı.
1918- 1921 yılları bu anlamda son derece kritik bir moment oldu. Bu momentte bir boyutuyla devrimi yaratan işçi sınıfının yaratıcı yıkıcılığı ve kitlelerin muhteşem mobilizasyonu ve kitlelerin doğrudan inisiyatifini açığa çıkaran devrimin yarattığı örgütlenmeler elemine olurken, diğer taraftan dünya devriminin yaratacak dalga kırılıyordu. Özellikle Alman Devrimi’nin yenilgisi yıkıcı sonuçlar yaratacaktı.
Ve devrimin diyalektiği donduğu koşullarda kazanan  “devletçi sosyalizm” olacaktı.
*Bund: Polonya, Litvanya ve Rusya Yahudi İşçileri Genel Birliği, Yahudi, Marksist ve anti-siyonist işçi hareketinin en önemli gücüydü.
**Lenin Rusya’da devlet kapitalizmi modelini, kapitalizmden komünizme geçişin zorunlu bir aşaması olarak görüyordu. Lenin, bu konuda Mikhail Larin’in 1. Dünya Savaşı yıllarında devlet tarafından yönetilen Alman ekonomisi üzerine yazdığı yazılardan yararlandı. Geçiş dönemini proletarya diktatörlüğü altında devletin tekelci diktatörlüğü olarak tasarladı. Bu yaklaşım, üretim ilişkilerinin bazı istisnalar dışında kapitalist karakterini korumasını içeriyordu. Siyasi iktidar ise devrimci proletaryanın elindeydi. Böylece toplumun bütün gereksinmelerini karşılamak doğrultusunda üretim ve dağıtımın gerçekleştirileceği, komünizme geçişin temelleri atılacaktı. Komünizm bu yönüyle kapitalist toplumun temelleri üzerinde gelişen bir toplum olarak tasarlanıyordu. Komünizme geçiş ya da dönüşüm aşamalı bir geçiş olarak öngörülüyordu.
Devlet kapitalizmi; emeğin, üretim araçlarının devlet mülkiyetinde olduğu, sanayi üretiminin disipline edildiği verimliliğin her şart altında esas alındığı bir iktidar işleyişiydi. Böylece sermayenin üretici güçleri geliştirme kapasitesi ve işlevi devlet tarafından üstleniyordu. Bu işleyişte özel mülkiyet yoktu, üretim araçlarına proletarya adına devlet el koymaktaydı. Devlet planlaması ve denetimi küçük ölçekli üretimin anarşisini engellediği gibi tüm toplumun eşit iş ve eşit ücretle fabrikalaşmasını içermekteydi. Lenin, ancak bunun gerçekleşmesiyle komünizme dönüşümün sağlanabileceğini ileri sürüyordu.
Böylece devletin sönümlenmesi, toplumsal üretim araçlarının, üretimin ve tüketimin denetlenmesini gereksiz hale getirecek kadar gelişmesine bağlı kılınıyordu. Bütün bu tanımlamalar özünde emeğin yaratıcı gücünü yok sayıyordu. Emeğin hayatı yaratan ve yeniden üreten niteliği önemsizleştiriliyordu. Emek, devlet mülkiyetine tabi tutuluyor ve  tahakküm altına alınıyordu. Emek kendini gerçekleştirebileceği maddi koşulları ve bu koşullar üzerinde egemenliğini kaybediyordu. Devlet hakimiyetini heyula gibi yaymayı başaracaktı. Sovyet ve Fabrika Komiteleri, emeğin kendini bağımsız olarak gerçekleştirebilme, yaratıcı gücünü ortaya çıkarma, geleceği bugünden kurmanın örgütleriydi. Aynı zamanda emeğin komünalliğinin somut örnekleriydi. Mülksüzleştirmenin temel gücü, komünizmin bugünden örülmesi ve bir gerçeklik olarak kurulma dinamikleriydi.

 

KAYNAKÇA:

[1] Marx, Engels, Lenin, Paris Komünü Üzerine; Sol Yay., 1977.

[2] Albert Soboul, 1789 Fransız İnkılabı Tarihi; Cem Yay., 1969.

[3] François Furet, Fransız Devrimini Yorumlamak; Alan Yay., 1989.

[4] Carmen Siriani, İşçi Denetimi ve Sosyalist Demokrasi; Belge Yay., 1990.

[5] Voline, Rus Devrimleri; Babil Yay., 2000.

[6] Nikolay Buharin, Her Şey Nasıl Başladı; Epos Yay., 2003.

[7] Christopher Hill, Lenin ve Rus Devrimi; Evrensel Basın Yay., 1991.

[8] Aleksadr Kerenski, Kerenski ve Rus İhtilali; Ağaoğlu Yay., 1967.

[9] Lenin, 1905 Devrimi Üzerine Yazılar; Yöntem Yay.

[10] E. H. Car, Bolşevik Devrimi, 1. Cilt; Metis Yay., 1989.

[11] Marcel Liebman, Rus İhtilali; Varlık Yay., 1968.

[12] Tony Cliff, Lenin, 1, 2, 3. Cilt; Z Yay., 1994-96.

[13] Oscar Anweiler, Rusya’da Sovyetler; Ayrıntı Yay., 1990.

[14] Paul Avrich, Rus Devrimi’nde Anarşistler; Metis Yay., 1992.

[15] Lenin, Nisan Tezleri Ve Ekim Devrimi; Sol Yay., 1992.

[16] Lenin, Devlet ve İhtilal; Sol Yay., 1992.

[17] Abraham Ascher, Rus Devrimi’nde Menşevikler; Metis Yay., 1992.

[18] Piotr Archinov, İki Farklı Ekim; A-4/ Asimetri Yer altı yayın

[19] Rudolf Rocker, Anarşizim ve Sovyetizim; A-4/ Asimetri Yer altı yayın

[20] Andrew Flood, Rus Devrimi; A-4/ Asimetri Yer altı yayın

[21] Aileen O’Carroll, Bolşevik Deneyimi: Özgürlük ve Devrim; A-4/ Asimetri Yer altı yayın

[22] Emma Goldman, Hayatımı Yaşarken, 2. Cilt; Kaos-Metis Yay., 1997.

[23] Isaac Deutscher, Troçki Silahlı Sosyalist; Ağaoğlu Yay., 1969.

[24] K. Marx, F. Engels, Siyasi Yazılar; Hil Yay., 2004.

[25] Troçki, Sonuçlar ve Olasılıklar, Kardelen Yay., 1990.

[26] Lenin, Burvjuva Devrimi ve Proletarya Diktatörlüğü, Sol Yay., 1977.

[27] Marcel Liebman, Lenin Döneminde Leninizm, I.cilt, Belge Yay., 1990.

[28] Moshe Lewin, Lenin’in Son Mücadelesi, Yücel Yay., 1976.