Yeni dünyanın sancıları*

Coğrafyayı saran bütün bu gösterilerde yoksulluğun ön planda olduğu görülüyor. Neredeyse on yıllardır savaşlarla harap olan Orta Doğu halkları, bu savaşlara artık sabrının kalmadığını yeni bir dünya arayışını mücadele ederek oluşturma çabasında olduğunu gösteriyor. Bu çabaların sonuç verdiğini ise yıllardır kendilerini etnik veya mezhepsel kimlik üzerinde konumlanıp savaşan kitlelerin ekonomik temelli gösterilerde bir anda bu kimlikleri bir yana bırakıp sokakları zapt etmelerinde görmekteyiz.

10 yılı aşkındır süren ve bu nedenle kanıksanmakla birlikte “göz ardı edilebilir” bir statüye indirgenen kapitalizmin yapısal krizi, yarattığı “savaş hali” ile Orta Doğu’da kan deryaları yaratmaya devam ediyor. Bu kan deryaları sermayeye “geçici” olarak can verse de esasında halkların filizlenmiş olan direnişlerinin boy vermesinin de önünü açıyor.

Türkiye’nin İstekliliği

Suriye ordusunun İdlib’in güneyinden bir parça koparmasıyla tekrardan harlanan savaş ateşi, Türkiye’nin Rojava’ya müdahalesiyle büyümeye devam ediyor.

ABD’nin yeşil ışığıyla müdahaleye başlayan Türkiye, gerek uluslararası baskı gerekse SDG’nin direnişiyle evdeki hesabın çok az bir kısmını çarşıya uydurabildi.

ABD ile varılan “ateşkes” anlaşması da “şimdilik” elde edilen bu çok az kısmı konsolide etmeyi, ardından da bu kısım üzerinden alan kazanarak Şam’da namaz kılma rüyalarını yeşertmeyi hedeflediği görülüyor.

110 binlik ‘Millî Ordu’ya 10 bin IŞİD’li eklendiğinde bu hedefin gerçekleşme olasılığının yükselmesi Ankara’nın ellerini ovuşturuyor.

Türkiye’nin müdahalesiyle birlikte ABD’nin ‘ihaneti’ de en önemli gündem maddelerinden biri oldu. Kapitalizme değmeden yapılan emperyalizm tanımlarının yanı sıra “biz demiştik” doğrucu Davutluğunun pişkinliği, ABD’nin kapitalizmin krizi dolayısıyla yaşadığı hegemonya krizini gidermek için gücünü efektif kullanmaya çalışmasını açıklamak bir yana gölgeliyor. Başkan seçildiğinden bu yana Rusya’ya mı yoksa Çin’e mi yöneleceği tartışılan Trump’ın aklının Çin’de olduğu bir sürpriz değil. Bunu iki ülkeye karşı kullandığı söylemlerde de görüyoruz. Nitekim arkasına aldığı sermayedar arkadaşlarıyla Çin’e yönelmenin sürekli yollarını arayan Trump, kendisine ‘engel’ olan Orta Doğu bataklığından kurtulmak için bir adım daha atmanın fırsatını bulmuş durumda. Bunda Türkiye’nin istekli (ve zorunlu [1]) olmasının payı büyük. Trump ve şürekâsının Suriye ve IŞİD dosyasıyla birlikte İran dosyasında Türkiye’ye önemli bir pay vermeye niyetli olduğu görülüyor. Tabi burada önemli olan Türkiye’nin bu dosyalara riayet etmesi. Bunun için de yaptırımlar sopasının sürekli tepede tutulması gerekiyor. Fakat Türkiye’nin “sınırlılıkları” ve ABD emperyalizminin sahanın her yerinde “sert gücünü” gösterme zorunluluğu[2] bu planların uygulanabilirliğinin önündeki soru işaretleri.

Rusya’nın Zorunluluğu

Türkiye’nin müdahalesi sonrasında “kazananların” başında gösterilen Rusya ise deyim yerindeyse taş atıp kolunu yormadan birçok isteğini gerçekleştirmiş durumda. SSCB’nin Afganistan deneyiminden aldığı dersle ateşe elini çok sokmadan ama “dostunu” da yalnız bırakmadan sonuç almayı hedefleyen Putin Rusyası, Suriye ordusunun yıllardır giremediği Türkiye sınırlarına ulaşmasını sağlamakla birlikte savaşın diğer aktörleri Türkiye ve SDG’yi de kendisine sağladı. Buna ek olarak ise Suudi Arabistan, BAE’deki karşılamaların da gösterdiği üzere Orta Doğu’da nüfuzunu Körfez’e kadar genişletti. Böylece Trump’ın bırakmak istediği Orta Doğu “bataklığında” boşluğu doldurmak Rusya’ya kaldı. Özellikle doğalgaz ve petrole dayanan Rus kapitalizmi ve emperyalizmi için Orta Doğu’daki bu  kaynakların kontrolü hayati bir nitelik taşıdığından boşluğu doldurmak Moskova için bir “zorunluluk”.

Fakat ekonomik ve askeri sınırlılıklar Rusya’nın bu boşluğu doldurmasının önünde engeller. Bu nedenle Rusya’nın bölgedeki bütün öznelerin gücünden yararlanarak bu engelleri aşmak dışında bir şansı yok. Bu da Putin’i pragmatizmin sınırlarını ve esnekliğini zorlayarak bütün güçleri yakınında ya da çevresinde tutmasından geçiyor. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde Rus emperyalizmin iyi polis-kötü polis rollerini birbirinin ardısıra oynamaktan çekinmeyeceğini öngörmekte fayda var.

Yoksulluk Tak Etti

Küresel ve bölgesel güçlerin bu istekleri ve “zorunlulukları” doğrultusunda koydukları hedeflerin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel ise aslında halkların ve emekçilerin giderek artan direnişi.

Çok uzun zaman öncesine gitmeden, son bir yıllık sürece bakıldığında da direnişlerin arttığı görülüyor. Geçtiğimiz yılın son günlerinde İran’ı sarsan ekonomi temelli gösteriler, Irak, Ürdün, Lübnan ve Mısır’ı da etkilemişti. Bu etkilerin devam ettiği de geçtiğimiz ayda görüldü. Ürdün’de öğretmenlerin gerçekleştirdiği ve yüzde yüze yakın bir katılım olduğu grev başarıyla sonuçlandı. Mısır’da bir müteahhitin çağrıyla sokağa dökülen kitleler, yoksulluk temelli sloganlarla Sisi iktidarını titretti. Cezayir’de Buteflika’nın iktidarı sonlandırılırken yine yoksulluk ve ekonomik temelli istemler ön planda. Irak’ta özellikle Şii yoksul mahallelerde başlayan isyan Irak’ın bütününe yayıldı. Bu isyan her ne kadar Şii yerleşimlerden başlasa da bütün Iraklıların yoksulluk ve yolsuzluk konularında hemen birleşme refleksinin arttığını gösterdi. Benzer bir şekilde Lübnan’da da halk ve emekçiler vergilere, yoksulluğa, yolsuzluğa karşı sokakları zapt etmiş durumda.

Coğrafyayı saran bütün bu gösterilerde yoksulluğun ön planda olduğu görülüyor. Neredeyse on yıllardır savaşlarla harap olan Orta Doğu halkları, bu savaşlara artık sabrının kalmadığını yeni bir dünya arayışını mücadele ederek oluşturma çabasında olduğunu gösteriyor. Bu çabaların sonuç verdiğini ise yıllardır kendilerini etnik veya mezhepsel kimlik üzerinde konumlanıp savaşan kitlelerin ekonomik temelli gösterilerde bir anda bu kimlikleri bir yana bırakıp sokakları zapt etmelerinde görmekteyiz. Ve bu zaptın sokaklardan iktidarlara sıçramasının yolu da “savaş haline” karşı emekçilerden ve halklardan yana alınacak tutum ve eylemlerinin büyütülmesinden geçtiği ortada değil midir?

 

*Başlık Antonín Dvořák’nın 9. Senfoni’sinin “Yeni Dünya Senfonisi” bölümünden esinlenilmiştir.

https://www.youtube.com/watch?v=9Qi6njHq5D0

[1] Hasan Feramuz, “İdlib’de olmak tercih değil “zorunluluk””, www.toplumsalozgurluk.org/idlibde-olmak-tercih-degil-zorunluluk-hasan-feramuz/

[2] Ellen M. Wood, Sermaye İmparatorluğu, Yordam Kitap, İstanbul, 2012, s. 176-177.