Game of Thrones ve Hikâyelerin Ütopyası

Taht Oyunlarının son sezonu bize, tiyatro yazarı Haşmet Zeybek’in şu sözlerini hatırlatıyor; “Büyük devlet yoktur, büyük kültür vardır” Devletler ve iktidarlar el değiştirir. Kiminin adı tarihin çöplüğünde yok olup gider kimisi ise sadece tarih kitaplarındaki birer hikâye olarak kalırlar. Ancak kültürler nesilden nesile aktarılmaya devam ederler. Kültürü yok etmek için ise her bir bireyi belleğinde birer hikâye taşıyan “insanı” yok etmek gerekir.

Game of Thrones dizisinin final sezonu iki yıllık bir aradan sonra yayınlandı. Dünya çapında büyük izleyici kitlelerine ulaşan dizinin, son sezonda izleyicisinden oldukça tepki aldığını söyleyebiliriz.

Aslına bakılırsa son sezonun da en az diğer sezonlar kadar başarılı olduğunu söylemek mümkün.

Seyirciyi tatmin etmemesinin temelinde ise dizi ile ilgili çok fazla teori üretilmesi ve bu teorilerin neredeyse tümünün boşa çıkması yatıyor. Dizinin genel olarak neden başarılı bir yapım olduğunu anlamak için dizinin anlattığı hikâyeye göz atmakta fayda var.

Taht Oyunlarının Hikâyesi ve Toplumsal Bellek

8 yıl boyunca dünya çapında milyonlarca insanı ekran başına çeken bir dizinin başarısını tek başına ne çekimlerin ne de görsel efektlerinin kalitesine bağlayabiliriz. Bir diziye bu başarıyı getirebilecek en önemli şey hikâyedir.

İlk sezondan beri Taht Oyunları; yüzlerce farklı hikâyeyi, tek hikâye çatısı altında seyircisine aktardı.

Seyirciyi bir, Binbir Gece Masalları kurgusuyla kucakladı. Her hikâye seyircinin kimi zaman yakaladığı kimi zaman gözden kaçırdığı alt metinlerle süslenmişti. Final sezonunun son bölümünde ise Tyrion’un kral seçimindeki tiradı tüm dizinin amacını bir nevi açıklamış oldu.

“İnsanları ne birleştirir? Ordular mı? Altın mı? Bayraklar mı? Hikâyeler… Dünyada iyi bir hikâyeden güçlü bir şey yoktur. Onu hiçbir şey durduramaz. Hiçbir düşman yenemez.”

Taht Oyunları’nın da başından beri bize anlatmak istediği hikâyeler var.

Bu hikâyeler, kimi zaman direkt olarak kelimelerle kimi zaman da hikâye sahibine yüklenen alt metinle aktarıldı. Elbette ki hikâye, başarı için başlı başına yeterli değil. Başarıyı getiren şey hikâyenin evrenselliğe ulaşıp ulaşmadığı. Bu açıdan bakıldığında Game of Thrones dizisini evrenselliğe ulaştıran şey, hikâyelerin altındaki “biz”lerin hikâyeleridir. Biz burada dizinin altında yatan yorumları kendimizce yorumlayarak hikayenin altındaki “bizi” arayacağız.

Dizi; temel olarak Stark ailesinin hikâyesi ile başlayıp finalde yine Stark ailesi ile son buluyor.

Bu sebeple dizinin Stark’ların hikâyesi olduğunu kabul etmek gerekiyor.

Dizinin seyircisini “Binbir gece Masalları” kurgusuyla karşıladığını söyledik. Temel bir hikâye var ve bu hikâyenin içinde anlatılan hikâyeler; yani bir bakıma masal içinde masal kurgusu.

Bu, dizinin doğrusal bir kurgu yapısına sahip olduğunu gösteriyor. Dizinin merkezinde Stark’ların hikâyesi ve bu merkezin çevresine serpiştirilmiş hikâyecikler var.

Dizinin tüm çatışmaları Bran’ın, Jaime Lannister tarafından kuleden aşağı atılmasıyla başlar.

Bu olay bir çeşit başlama düdüğüdür. Bitiş düdüğünün de burada çalması gerekiyordu ki öyle de oldu. Diğer türlü bir son; örneğin Daenerys’ın mutlu mesut iktidarıyla yazılan bir son dizdeki doğrusallığı yok edecekti.

Dizideki temsiliyetler belirlenirken de bu merkezden hareket etmek daha doğru olacaktır. Dizinin açılış sahnesi hikâyelerin kurtların ve Stark çocuklarının hikâyesi olduğunun ipucusunu veriyordu. Dizinin finaline ulaştığımızda geride kalanlar; Jon, Sansa, Arya ve Bran’dı Finalle başlangıcı birleştirdiğimizde dizinin başkahramanlarının aslında bu dört kişi olduğunu anlıyoruz. Burada Bran’ın önemli ve kritik bir karakter olduğunu söylemek gerek. Bu sebeple incelememize Bran’la başlayacağız.

Toplumsal Bellek

Başlangıcından beri dizinin tüm hikâyeleri tek kişide toplanmaktaydı.

Stark ailesinin en gizemli kişisi Bran.

Bran, Jaime Lannister tarafından kuleden aşağı atılılır ve “kötürüm” kalır. Burada aşağı atılma sebebi de önemlidir. Çünkü bir sırra şahitlik etmiştir.

Aşağı düştükten sonra kötürüm kalan Bran, 7 Krallığın tüm sırlarına (yaşanmışlıklarına, savaşlarına, entrikalarına vs.) şahitlik edecektir. Bu sebeple geçmişle günümüz arasında yaşayan “Üç Gözlü Kuzgun” Bran, Taht Oyunları’nın toplumsal belleğiydi.

Toplumsal bellek; geçmişten günümüze kadar yaşanan tüm olayların sonraki nesillere aktarıldığı ortak bir hafızadır. Yani, kültürün ta kendisidir. Kültürün ise, hikâyelerle nesiller boyu insanlar arası aktarımı sağlanır.

Dizinin birçok kilit bölümünde; düğümü çözen kişi olarak gördüğümüz Tyrion, final bölümünde de hem dizinin hem de düğümlenen “şimdi iktidar kim olacak?” sorusunun düğümünü çözen esas kişi oldu.

Bu yüzden Tyrion için “Toplumsal Ego” tanımı kullanmak yerinde olur.

Bu ego, Bran’ın yani kültürün iktidara oturmasını sağlayan şey olmuştur. Burada dizi seyirciye bir ütopya sunmaktadır. Onlarca güç arasında tahtın sahibi sakat koltuğundaki kültür olmuştur.

Ejderha tarafından demir tahtın yakılıp eritilmesi de göz ardı edilemez.

Final sahnesi bize ejderhanın da temsil ettiği şeyi de vermektedir.

Ejderhanın yapılan katliam sonrası uğruna onca savaşın yapıldığı Demir tahtı yakması bize ejderhaların adaleti temsil ettiğini düşündürmektedir. Tahtın yok olmasından sonra yeni taht tekerlekli bir sandalyeye dönüşmüştür. Taht artık toplumsal belleğindir, bu belleği aktaran hikâyelerindir, hikâyelerle sahip olduğumuz kültüründür.

Taht Oyunlarının bu sezonu bize, tiyatro yazarı Haşmet Zeybek’in şu sözlerini hatırlatıyor; “Büyük devlet yoktur, büyük kültür vardır!” Devletler ve iktidarlar el değiştirir. Kiminin adı tarih çöplüğünde yok olup gider kimisi ise sadece tarih kitaplarındaki birer hikâye olarak kalırlar.

Ancak kültürler nesilden nesile aktarılmaya devam ederler. Kültürü yok etmek için ise her bir bireyi belleğinde birer hikâye taşıyan “insanı” yok etmek gerekir.

Ancak karakterler birden fazla temsiliyet de barındırabilmektedirler.

Bundan dolayı Bran’ın bir başka temsiliyetinin, yazarın kendisi olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Ak Gezenlerle yapılan savaşı hatırlayalım; uzun bir sahne boyunca Bran’ın kuzgunlarının gözünden ejderhaların karanlığın içindeki süzülmelerini seyrettik. Yani bir bakıma ejderhaların çırpınışlarını yaratıcının gözünden seyretmiş olduk. Bu açıdan baktığımızda finalde Bran’ın iktidar koltuğuna oturmasını da yazarın, “mühür (kalem) kimdeyse Süleyman odur” felsefesiyle kendini iktidara taşıdığı şeklinde yorumlayabiliriz.

Game of Thrones’ta İd ve Süperego

Yukarıda Tyrion için “Toplumsal Ego” tanımı kullanmıştık. Burada eksik kalan şey ise Tyrion’u Ego noktasına getirecek olan “İd” ve “Süperego”nun dizideki temsiliyetidir. Dizide İd ve Süperego için sadece bir karakterden bahsetmek de çok doğru olmayacaktır.

Dizinin genelini ele aldığımızda Westeros’un her türlü ilkel arzuların ve vahşi duyguların yaşandığı yer olduğunu görmekteyiz.

Kral tahtına oturan kişiler de burada İd’in temsiliyetine dönüşmektedirler. Sırasıyla; Robert Baretheon, Joffrey Baratheon ve Cersei Lannister. Burada genel olarak İd için iktidarın kendisi diyebilmekteyiz. Bunun tam karşısında duranlar için ise Süperego tanımını kullanmak mümkün. Bu cephede de Winterfell ve Daenerys Targaryen’in Süperego tanımına uyduğunu söylemek mümkün.

Ned Strak’la başlayan katı kuralcı ahlak anlayışı Jon Snow ve Daenerys devam eder. Ancak burada Daenerys için ayrı bir parantez açmak gerek. Çünkü Daenerys’ın katı ahlakçı tutumunun, gerçekten Süperegonun temsiliyeti olmasından mı yoksa kişisel iktidar hırsından ileri geldiğinden mi olduğunu tam olarak kestiremiyoruz.. Final bölümü itibariyle İd tamamen yok olmakta Süperego ise katı tutumunu yok ederek kendini ehlileştirmektedir.

Taht Hırsının Açmazları ve Daenerys’ın Çelişkileri

Slavoj Zizek Game of Thrones üzerine yazdığı yazıda Daenerys’ı politik kadın imgesi olarak tanımlayarak Daenerys’ın Deli Kraliçeye dönüşmesini, Jon tarafından reddedilmesiyle tanımlamaktadır. Zizek’in çıkarsamaları bize, onun sadece dizinin son sezonunu izlediğini düşündürmektedir. Nitekim dizinin en başından beri Daenerys’ın iktidar hırsını sık sık gördük aslında. Daenerys’ın köleleri özgürleştirme ve yeni bir dünya düzeni söylemleri hiçbir zaman onun, hak ettiğini düşündüğü 7 krallığın efendisi olma yolundaki politik argümanlar olmaktan öteye geçmediğini görmekteydik zaten. Üstelik Daenerys’ın kraliyet üzerindeki hak iddiası da eski kralın kızı olduğu için kendini tahtın varisi olarak görmekten başka bir şey değildir. Toplumun “öteki”lerini arkasını almadan hakkı olduğunu düşündüğü tahtı ele geçiremezdi. Bu sebeplerle dizinin en başından beri Daenerys’ın devrimci bir tutum içinde olduğunu söylemek, zorlama bir yorum olacaktır. Game Thrones’un özgür kadın metaforunu da Daenerys’ta aramak yerine dizinin başkahramanlarına dönüp bakmak, yani Sansa’da aramak gerekir.

Başarılı eserlerde hiçbir isim, hiçbir olay eserde tesadüfen yer almaz. Ne Shakespeare’de ne de Şehname de… “Neden Yedi Krallık?” sorusunun cevabı da burada. Çünkü Yedi Krallık aslında Yedi kıtayı temsil etmekte.  Yani Game of Thrones dünyası günümüz dünyasından başka bir şey değil.

Özgürleşen Kadın

Elinize bir mikrofon alıp sokağa çıkın. Önünüze ilk çıkan kişiye kadınların yaşadıkları zorlukları sorun. Size sayacakları şey aşağı yukarı şunlar olacaktır; “Şiddet, istismar, taciz, tecavüz, geri plana itilme, aşağılanma vs.” Sansa bunların hepsini yaşayan bir kadın olarak çıktı karşımıza.

Daha dizinin başında politik ortaklık kurulması amacıyla “psikopat” bir çocukla evlendirildi. Joffrey’in her türlü psikolojik ve fiziki şiddetine maruz kaldı. Babasının ölümünü seyretmek zorunda bırakıldı. Zorla “cüceyle” evlendirildi.  Kendisini kurtaran adam onu sadece cinsel bir imge olarak gördü. Öz teyzesinin işkencelerine ve aşağılamalarına maruz kaldı. Sonra başka bir “psikopat” olan Ramsey’le evlendirildi. Tecavüze ve işkenceye uğradı. “Piçlerin Savaşında”; son çırpınışlarını yapan Jon Snow’u kurtararak savaşın kaderini değiştirmesine rağmen savaşın kahramanı Jon oldu.

Kahraman Jon’un arkasındaki “sadık kadın” oldu hep. Yani aslında Sansa, her gün sokakta her an denk gelebileceğimiz bir kadındı. Erkek egemen sistemin yok saydığı varlığın ta kendisiydi. Son kertede, kardeşi Bran 7 Krallığın başına geçince tüm bunların karşısına geçip gidişata “dur” dedi. Öz kardeşi bile olsa özgürlüğünü bir kez daha teslim etmedi. Özgür kuzeyin özgür kadını oldu.

Winter is Coming

Başarılı eserlerde hiçbir isim, hiçbir olay eserde tesadüfen yer almaz. Ne Shakespeare’de ne de Şehname de… “Neden Yedi Krallık?” sorusunun cevabı da burada. Çünkü Yedi Krallık aslında Yedi kıtayı temsil etmekte.  Yani Game of Thrones dünyası günümüz dünyasından başka bir şey değil.

Dizinin belki de en gizemli şeyi Ak gezenlerdi. Kışla, soğukla birlikte yürüyorlardı ve dünyaya sonsuz bir gece getireceklerdi. Kuzeyin kralı Jon Snow ise bunu tüm dünyaya “Kış Geliyor” şiarıyla duyuruyordu. Buraya kadar Bran ve Sansa’nın temsiliyetinden bahsettik. Arya ile Jon’u ise Ak Gezenler’le birlikte ele alacağız. Çünkü Jon ve Arya’nın neyi temsil ettiğini daha iyi kavrayabilmek için önce Ak Gezenlerin neyi temsil ettiğini anlamak gerekir.

Yedi Krallığı dünyanın yedi kıtası (Asya, Avrupa, Antartika, Afrika, Avusturalya, Kuzey ve Güney Amerika) olarak tanımladığımızda, bu yedi kıtayı gelecekte sonsuz bir kışa ve karanlığa sürükleyecek, belki de bu yedi kıtanın sonunu getirecek olan, dizide Ak Gezenler olarak tanımlanan şeyin günümüzde yaşadığımız küresel ısınma ve bunun getirdiği iklim değişikliği olduğunu görürüz. Bunu durdurmaya çalışanlar ise Duvarda nöbet tutan gece bekçileridir. Gece bekçileri burada bilimi ve bilim insanlarının mücadelesini temsil eder. Buradaki en önemli karakterler ise Jon ile Samwell’dir. Bu ikiliyi temsiliyetler noktasında birlikte değerlendirmek gerekir. Jon bu mücadelenin propaganda ve pratiğini temsil ederken Samwell ise teorik kısmı temsil eder.

Herkes Ak Gezenleri Jon’un durduracağına inanıyordu. Ancak kimse durduramadı. Ak Gezenler tam kültürün temsiliyeti olan Bran’ı yok edecekken Arya tarafından öldürülür. Deanerys’ın ejderhaları bile çaresiz kalmışken herkesi şaşırtacak şekilde Gece Kralını Jon yerine Arya’nın yok etmesi de tesadüfi değil. Arya geleceğin ve umudun temsiliyetidir. Daha küçük bir çocukken öldürülmekten kurtarılır. Çok iyi bir eğitim alarak iyi bir savaşçıya dönüşür. Ak Gezenlerle yapılan savaştan bir gün önce Arya’nın Gendry ile sevişme sahnesi onun artık olgunlaştığının simgesidir. Arya Gece kralını öldürerek iklim değişikliğini durdurur. Finalde ise yeni yerler keşfetmek için geleceğe doğru yelken açar.

Taht İçin Büyük Savaş

Dizinin en çok konuşulan en çok tartışılan bölümü şüphesiz final bölümüydü. Seyircinin büyük bir bölümü muhtemelen finalde Cersei’in Jon ya da Deanerys tarafından öldürüleceğini Jon ile Deanerys’n mutlu mesut evlilikleriyle son bulacağını bekliyordu. Ancak öyle olmadı.

Deanerys “çıldırdı” ve ejderhalarıyla tüm şehri yakıp yıktı. Daha sonra Jon tarafından öldürüldü. Bu final dizinin birçok kişinin öfkesine hedef olasına sebep oldu.

Hatta dizinin finalinin tekrar çekilmesi için imza kampanyaları dahi düzenlendi. Ancak ben tam tersini düşünüyorum. Dizinin final bölümü o zamana kadar çekilen en iyi bölümdü bence. Neden en iyi olduğunu anlamak için dizideki yine temsiliyetlere ve son final bölümündeki sahnelere bakmak gerek. Bir yanda ejderhalara sahip Deanerys diğer tarafta çılgın ateşi elinde bulunduran Cersei… İki tarafta da dünyanın en büyük ve en güçlü orduları. Bu savaşa kendi dünyamız üzerinden bakmamız gerek. İki tarafta da kitle imha silahları ve devasa ordular var. Bu sahne dünyanın iki büyük gücünün temsiliyeti aslında. Buna isterseniz Doğu Bloğu ve Batı Bloğu deyin, isterseniz Çin ya da Rusya ve ABD savaşı deyin.

Ne derseniz deyin; bu savaş kitle imha silahlarına sahip iki gücün savaş sahnesiydi. Ejderhaların şehri boydan boya yaktığı sahneyi bir daha hatırlayalım; bir yanda ejderhanın alevi bir yanda çılgın ateşin yeşil alevleri birbirine karışmıştı. Tüm bunların ortasında katledilen halk.

Geleceğin ve umudun temsiliyeti olan Arya bile çaresizce kaçışmaktaydı.

Ak gezenlerin yani küresel ısınmanın bile yok edemediği insanlık kitle imha silahlarıyla yok ediliyordu. Yani insanlık tabiatın kendisini yok etmesine bile izin vermemiş, kendi kendini yok ediyordu. O silahlardan biri olan ejderha son olarak tahtın kendisini yakarak adeta “keskin sirke küpüne zarar” sözünü doğruluyordu.

Özetle Game of Thrones seyircisine şunu söylüyor:

Dünya bu sistemle giderse er ya da geç kış kapıya gelecek.

Dünya ölçeğinde düğüm düğüm olan kriz alanları ve özellikle iklim değişikliği(krizi) ile dünya bir yok oluşa doğru sürüklenecek. Yahut “kitle imha silahlarıyla” insanlık kendi sonunu kendisi getirecek. Bunu ancak bilim, özgürlük, umutlu bir gelecek ve kültür iktidarıyla engellemek mümkün olacaktır.