Ankara’nın Raksı Biterken

ABD, her ne kadar kapitalizmin krizi nedeniyle dünya çapında hegemonya krizi yaşasa da “müttefiklerinin” özellikle askeri meselelerde kırmızı çizgiyi aşmaları engelleme konusunda bütün gücünü ortaya koymakta. Türkiye gibi askeri açıdan Orta Doğu’da İsrail’den sonraki önemli ve güçlü müttefikinin, hele hele İran’a yönelik tam saha baskının uygulandığı bir zamansallıkta, Rus silahlarıyla donanmasına kesinlikle karşı.

Bir yıldan fazla bir süredir gündemden düşmeyen, bütün Türkiye’yi füze ve uçak uzmanı yapan S-400 ve F-35 krizi hem içeride hem de dışarıda etkilerini yayarak büyümeye devam ediyor. Krizin yayılarak büyüyen etkisi ekonomiden devlet krizine, eksen değiştirmeden, ordunun dönüşümüne kadar farklı alanlarda durumu içinde çıkılamaz hale getirmiş durumda.

“Umut Işığı”

Temmuz ayında teslim edileceği açıklanan S-400 füzeleri, ABD ve Rusya’nın birbirini gözeten hamleleri nedeniyle henüz Türkiye’ye ulaşmadı. Her ne kadar füzelerin eli kulağında olsa da iki küresel gücün onayı olmadan Türkiye’ye ulaşması mümkün değil. Bu yüzden iktidarın son günlerde Washington ve Moskova’nın kapısını aşındırmaktan bir hal olması boşuna değil.

Nitekim bu kapı aşındırmalar azıcık da olsa ABD’den bir umut ışığı doğurdu. Osaka’da görüşen Erdoğan’la Trump’ın S-400’lerin alınmasının nedeni olarak önceki başkan Obama’nın Patriot füzelerini satmamasında ortaklaşmaları, Erdoğan’ın Patriot alımı için çalışmalara başlanacağını söylemesi, Trump’ın da Erdoğan’dan S-400’lerin aktifleştirilmemesine dair söz aldığını belirtmesi bu umut ışığını harladı.

Fakat ABD Kongresi’nin S-400’lerin alımına kesinlikle karşı çıkılacağı ve yaptırımlarda bulunacağını açıklaması umut ışığını neredeyse söndürmüş durumda.

Çünkü ABD Kongresi başta Suriye’den geri çekilme meselesi olmak üzere birçok konuda Trump’a geri adım attırdı ve ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası (CAATSA) nedeniyle Türkiye’ye yaptırımlarda bulunacağını da ısrarla vurgulamakta.

Dolayısıyla, daha önce de olduğu gibi, AKP iktidarının ABD ile yaşanan krizleri Trump ile arkadan dolaşarak çözmeye çalışması yine hüsranla sonuçlanmak üzere.

Atlantik’in “Gücü”

ABD, her ne kadar kapitalizmin krizi nedeniyle dünya çapında hegemonya krizi yaşasa da “müttefiklerinin” özellikle askeri meselelerde kırmızı çizgiyi aşmaları engelleme konusunda bütün gücünü ortaya koymakta.

Türkiye gibi askeri açıdan Orta Doğu’da İsrail’den sonraki önemli ve güçlü müttefikinin, hele hele İran’a yönelik tam saha baskının uygulandığı bir zamansallıkta, Rus silahlarıyla donanmasına kesinlikle karşı.

Hegemonya krizi nedeniyle bunun doğrudan yapabilmesi kısıtlı olsa da ekonomik ve F-35’lerin verilmemesi gibi askeri alandaki baskılarla sonuç almaya çalışıyor ve alınıyor da.

Bunun nedeni tabi ki Türkiye ekonomisinin ve askeri yapısının ABD ve AB yani Atlantik ile bütünleşik olması. Yaşanılan ekonomik krizle birlikte F-35’lerin teslim edilmemesi halinde Türk Ordusu’nun 2020’lerin ortalarından itibaren neredeyse uçaksız kalacak olması bunun en önemli göstergesi. Ekonomik ve askeri bütünleşikliğin yerini Çin’in vereceği krediler ve Rus S-400 füzeleri ile Su-57 savaş uçaklarıyla doldurmak ise hem imkansız hem de Türkiye’nin bölgesel güç olmasını sağlama yönünden yetersiz. Bu da ABD’nin hegemonya krizine rağmen, Türkiye’yi belli bir noktada tutmasını sağlıyor.

Moskova Faydacılığı

Rusya ise Türkiye’nin “durumunu” bilmekle birlikte kendi gerçekliğinin de farkında.

Bu nedenle sürekli verdiği küçük yemlerle, tavuğu kümesten çıkararak daha az yumurta vermesini ve mümkün olursa da birkaç yumurtayı kendisine almayı hedefliyor.

Çünkü hem askeri hem de ekonomik kapasitesi açısından, bu “tavuğu” kendi kümesine alması mümkün değil.

Üstelik bu tavuğun, yani Türkiye’nin, S-400 füzelerine 2,5 milyar dolar vermesi, Rusya ile nükleer santral projeleri yürütmesi, İdlib’te cihatçıların sorumluğunu üstlenmesinin gösterdiği gibi yeminin parasını da kendisi veriyor olması, Moskova için bulunmaz bir nimet.

Fakat sahibine az yumurtlayan bu tavuğun kendisine sağlayacağı yararın da sınırlarına yaklaştığının farkında olan Rusya, İdlib’te baskıyı arttırarak, S-400’leri hızlıca teslim ederek maksimum faydaya ulaşmaya odaklanmış durumda. Diğer yandan da Moskova koşulların ters dönmesi halinde Türkiye’nin kürkçü dükkanına kötürüm bir halde dönmesi için Ankara’nın “takıldığı” alanı giderek kısıtlamakta.

Erdoğan, Gülencilerin tasfiye edilmesiyle polisi kendine bağlamasının, SADAT ile paramiliter gruplar oluşturulmasının, kendine bağlı subayların ordudaki mevkilerini yükseltmesinin giderek köşeye sıkışan iktidarını korumaya yetmeyeceğinin farkında. Bu yüzden askeri teknolojiye gereksinimi hat safhada. Ve bu askeri teknolojilerin ise “millîleşmeden” çok Erdoğan’ın “özel” ordusunu oluşturmaya hizmet ettiği görülüyor.

Hegemonya krizinin sağladığı boşluktan dolayı bu iki küresel güç arasında raks edebilen Ankara için müzik kapatıldı.

Fakat Ankara raksa devam ederek müziğin tekrardan açılmasını istese de artık pist de dolmuş durumda. Dolayısıyla Türkiye pistten düşmek yerine Washington’a yakın Moskova’nın da gözünden uzak olmayan bir yere sahip olmaya fit olmaya yakın. Bu yüzden de ABD’nin tuttuğu defterlerdeki notlara uyma konusunda giderek daha hevesli olacaktır.

S-400 ve F-35 krizinin dışarıdaki etkilerinden dolayı perde arkasında kalan iç etkileri de yayılarak devam ediyor. 15 Temmuz darbe girişimiyle su yüzüne çıkıp derinleşen devlet klikleri arasındaki kriz, S-400 ve F-35 kriziyle de çakışmakta.

Millî Değil “Özel”

“Allah’ın bir lütfu” olarak görülen 15 Temmuz darbesi sonrasında devlet kliklerinin önemli bir çatışma alanı olan “geleneksel” orduda askeri liseleri, harp okulları, askeri hastaneleri ve hiyerarşik yapısı tasfiye edilerek ayrı bir “özel” ordunun inşa edilmesi sürecine başlanmıştı. Bu sürecin bir önemli ayağı da askeri teknik alanda sürmekte.

Bu açıdan bir diğer damat Selçuk Bayraktar’ın öncülüğünde yapılan Silahlı İnsansız Hava Araçları (SİHA), tank, top vb. silahlarda “millîleşme” adı altında gösterilen “özelleşme” çabaları sınırlı ve yavaş bir şekilde olsa da sürüyor.

S-400 füzelerinin alınması da bu “özel” ordunun ve dolayısıyla Erdoğan merkezli iktidarın savunması için önemli.

S-400’lerin ilk önce İstanbul veya Ankara’da konuşlanabileceğinin açıklanması, ardından olası saldırılara karşı Ankara’da yarı-aktif şekilde bekletileceğinin belirtilmesi de “içeriden” bir saldırıya uğrama beklentisinin yüksek olduğuna işaret ediyor. Bu nedenle içeride giderek sıkışan iktidarın “millî” S-400’ü beklemeye pek de vakti yok.

Nitekim Erdoğan, Gülencilerin tasfiye edilmesiyle polisi kendine bağlamasının, SADAT ile paramiliter gruplar oluşturulmasının, kendine bağlı subayların ordudaki mevkilerini yükseltmesinin giderek köşeye sıkışan iktidarını korumaya yetmeyeceğinin farkında. Bu yüzden askeri teknolojiye gereksinimi hat safhada. Ve bu askeri teknolojilerin ise “millîleşmeden” çok Erdoğan’ın “özel” ordusunu oluşturmaya hizmet ettiği görülüyor. Bu arada millî ATAK helikopteri için ABD’nin helikopterin motor haklarının iznini vermesi, millî tank Altay için de Avusturya’nın tankın motor haklarının iznini vermesi gerektiğini de belirtmek gerekiyor. Dolayısıyla Erdoğan’ın iktidarını korumak için, her şeyiyle kendisine amade bir “silahlı güce” olan ihtiyacı gün geçtikçe artıyor.

Klikler Kendi Hesaplarındalar

Diğer yandan iktidar ortağı Ağarcıların Süleyman Soylu şahsında hararetli bir şekilde S-400’leri savunması dikkat çekiyor.

ABD’nin kontrgerilla kamplarında eğitim alarak 90’lı yıllarda her türlü şiddetle devrimci hareketlerin önünü kesmeyen çalışan bu avenelerin ABD karşıtlığı ise mizansenden öteye gitmiyor. Bu kliğin “millî” silahların ticaretinden pay kapmanın yanı sıra Erdoğan’ı köşeye sıkıştırarak ABD ile ilişki kurabileceği tek kanal olmayı sinsice planladığını söyleyebiliriz. Böylece iktidar alanında kalabilmeyi, alışkın oldukları çete ve mafyavari davranışlarla, hiçbir beis duymadan sürdürmeye devam edecekleri görülüyor.

İktidarın bir diğer ortağı Avrasyacılar nam-ı diğer Ergenekoncular ise S-400 füzelerini NATO ekseninden çıkışın ilk fişeği olarak gördüklerinden sevinç çığlıklarını atmaya doyamadıkları görülüyor.

Doğu Perinçek şahsında halkımıza verilen müjdelere göre S-400’lerle birlikte gelecek Rus uzmanlar sayesinde “millî” silahlara sahip “millî” bir orduya kavuşma şansına çok yakınız. Tabi tıpkı Suriye’de olduğu gibi S-400 füzelerinin başında “Rus uzmanların” olması ve F-35’lerin açığını kapatmak için Su-57’leri alınması mecburiyetlerine gözlerimizi kaparsak.

Fakat Avrasyacılar, her ne kadar “beraat” etmiş olsalar da, Ergenekon davasında yedikleri NATO tokadının ve Avrasya ekseninin sınırlılıkların farkındalar. Bundan dolayı ABD ile tam olarak karşı karşıya gelmeden (ki bu işi görmesi için Erdoğan’ın millî bir lider olduğunu dillerinden düşürmemekteler) yengeç adımlarıyla süreci götürerek devlet içindeki alanlarını ve etkilerini yaymaya çalışmaktalar. Bu açıdan da eski günlerdeki gibi askeriyede güçlenip, askeri alan üzerinden siyasal alana egemen olmayı planlamaktalar.

Omuzlar Çarpışıyor

Kapı kapı dolaştırılan Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın, S-400 füzelerinden dolayı gelebilecek olan yaptırımların önüne “millî birlik ve beraberlikle” geçilmesine dair açıklamaları devlet kliklerinin bu hesaplarını kapatmaya yetmediği görülüyor.

Despotik devlet geleneğinin birer parçası olan bu klikler, her ne kadar birbirlerine karşı sıktıkları dişleri göstermemeye çalışsalar da, hegemonyalarını sağlamak için birbirlerinin omuzlarına daha sert vuracakları dönem giderek yaklaşıyor.

Fakat bu klikler arası mücadeleyi ve onların var olup olmayacaklarını belirleyecek ana etkenin ise; halk güçlerinin mücadelesi olacağı görülüyor.

Gezi’den bu yana despotik devlet biçimine yönelik tepkisini çeşitli biçimlerde gösteren halk güçleri, İstanbul seçimlerinin tekrarında da bunu ortaya koymuş durumda.

Her seferinde daha güçlü ve örgütlü bir şekilde ortaya çıkan bu dinamik, klikler arası çatlakları yararak despotik devlet biçiminin yıkılmasıyla oluşacak Demokratik Cumhuriyet’in tohumlarını serpmeye devam ediyor ve edeceğini de ilan ediyor.