“Sabahın alacasında fabrikalardan çıktılar…”*

El Yazmaları’nın Notu: El Yazmaları’nın Notu: Türkiye İşçi Sınıfının en büyük ve en kitlesel eylemi olan 15-16 Haziran direnişinin 49. Yıldönümünde, o dönem direnişe Arçelik fabrikasında genç bir işçi olarak katılan Hayri Erol ile 2004 yılında yapılan bir röportajı sizlere sunuyoruz. Röportaj, 2000’lerin başına dair kısmi vurgular içerse de direnişle ilgili olan canlı anlatımı ve önemli tespitleri içeriyor. Genç bir işçi olarak 15-16 Haziran direnişinde sınıf bilincini tam anlamıyla kazandığını ifade eden Hayri Erol, sonraki süreçte işçi sınıfı hareketi içinde önemli mücadeleler içinde öncü işçi olarak yer almış, Türkiye Sosyalist hareketi içinde görevler üstlenmiş bir isim…

15-16 Haziran’ı hazırlayan olaylar nelerdi? Ve esas olarak bu büyük direnişin gerçekleşmesinin nedeni neydi?

15-16 Haziran için, “Devrimci direnişti ama kendiliğindendi” denir. İşçi sınıfı tarihi incelendiğinde bunun hiç de böyle olmadığı ortaya çıkar.

Sınıf mücadelesinin o tarihlerde 50-60 yıllık geçmişi vardı. Birinci olarak TKP tarihi var. Şefik Hüsnüler, Hikmet Kıvılcımlılar, Mihri Belliler, Reşat Fuatlar var. Ve onlar genç kuşaklara getirip sosyalizmin davasını teslim ettiler.

İkinci olarak, 1960’lardan sonra kabaran bir sınıf hareketi var. Dev-Genç şahsında devrimci gençliğin anti-emperyalist mücadelesinin bir şahlanışı söz konusuydu ve üniversiteler devrimcilerin kalesiydi. ABD 6. Filosu denize dökülüyor.

16 Haziran’a geldiğimizde 900 tane irili ufaklı fabrika direnişi var. Bunların belli başlıları Derby Lastik Grevi, Gamak direnişi, Sungurlar işgali…

1961 Saraçhane Mitingi çok önemlidir. 100 bin kişi “Grev, grev yapılarak kazanılır” şiarıyla çıkmıştır. 1969 Singer Direnişi var. Bunlar ücret için yapılan grevler değildi, Türk-İş gibi bir sarı sendika teşhir ediliyor.

Türk-İş yöneticileri, Amerika’ya gidip eğitimden geçmiştir. Sınıf sendikacılığı için. Yani Türk-İş’ten DİSK’e geçerken yapılan eylemlerdir bu fabrika işgalleri. Singer, Derby Lastik, Kavel, Pancar Motor, Gamak direnişi böyledir. Şehit verilmiştir. “Mezarlardan çıktılar bayram benim neyime…” diye marşlarda adı geçen Şerif Aygül polis kurşunuyla öldürülmüştür.

1967’de işçi sınıfının devrimci potansiyelini dışa vurduğu, zaten DİSK’in kurulmasıyla anlaşılır. Türk-İş’ten sendikanın kopuşu, Paşabahçe Direnişi üzerine kuruludur. Paşabahçe’de “Siz, grevi satıyorsunuz” diyerek Türk-İş’e karşı bir tutum alınmıştır. Sınıf sendikacılığı bir özlemin ifadesidir. Kendiliğinden bir direniş böyle çaplı ve sonuç alıcı olamaz.

15-16 Haziran işçi sınıfının kendisini bir bütün anlamda sermaye sınıfına ve onun siyasi iktidarına dayattığı önemli bir tarih. Diğer yandan eylemin içinde bakarsak bayraklarla yürüyen, askerle karşı karşıya gelince “Kahraman Ordumuz” diyen, bazı durumlarda “Allah, Allah” nidalarıyla ilerleyen bir işçi sınıfı topluluğu var. Sonra daha siyasal eylemler ve politik talepler, direnişler gerçekleştirmiş olsa da, 15-16 Haziran’ın büyüklüğünde ve yarattığı etkinin gücü çapındaki bir işçi sınıfı eylemi yok ne yazık ki. Bunu neye bağlıyorsunuz?

Asıl hedef 274-275 sayılı yasalarda değişiklikle 1/3 barajı getirerek DİSK’i kapatmaktı. Türk-İş Başkanı Seyfi Demirsoy’un da Erzurum’da yapılan Demiryol-İş’in kongresinde “Yakında DİSK’in çanına ot tıkayacağız” dediği gibi…

Amerika’ya gidip eğitim alanlar bunu açıkça söylüyor, o zaman… Ne eğitimi bu? Biz kendi anladığımız dilden işçi gibi cevap verirsek: “İşçi sınıfı içinde sermaye sınıfının Truva atı nasıl olur eğitimi.”

Hükümet kararlı, DİSK’i kapatacak. DİSK kurulalı henüz 3 yıl olmuş. 8 Haziran 1970’te yasayı parlamentoya getirdiler.

DİSK henüz 100 bin kişi. Büyük bir sayı yok ama nitelik anlamında çok önemli. Örnek olabilir. Sınıftan bahsediyor, sosyalizmden bahsediyor…

Öyle bir rüzgâr esiyor ki, Malatya’nın Akçadağ’ında Marksist yayınlar okunuyor, ayağa kalkmış bir Dev-Genç var, sınıf hareketi içinde DİSK var.

Yasa 22 Haziran’da meclisten geri çekiliyor. İşçi sınıfı 15-16 Haziran’daki, iki günlük kararlı eylemiyle sendikal hak ve özgürlüklerine sahip çıkıyor ve örgütünü kapattırmıyor.

 

Bu direnişin şöyle bir yanı daha vardır. DİSK’in kararı fabrikaları terk etmeden işyerlerinde direniş yapmaktı. Öncü işçiler, işyeri temsilcileri direnişi asfalta taşımışlardır.

 

Daha da önemlisi o dönemde aydınlar arasındaki “İşçi sınıfı Türkiye devriminin fiili önderi midir? Teorik önderi midir?” tartışmasına da işçilerin cephesinden yanıt veriliyor.

Sonrasında da ciddi eylemler olmuştur, 1976 DGM Direnişi önemlidir, DGM’yi engelledi. Maden-İş özellikle, metal işçilerini unutmayalım, hep öncü kesim olmuştur.

O zamanlar, KİT’lerdeki eğilim, sınıf uzlaşması üzerine kurulmuştur, Türk-İş’in etkin olduğu kurumlardır. Hâlâ burada Türk-İş’i görüyorsunuz.

Diğer yanda ise işbirlikçi tekelci burjuvazinin etkin olduğu fabrikalar… Koç’ların, Sabancı’ların, Eczacıbaşı’ların, mücadeleci işçileri buralarda.

Gençlikteki anti-emperyalist, anti-Amerikan havayı fabrikalarda da görüyoruz. Evet, insanlar ellerinde bayraklarla, samimi duygularla mücadeleye katılmıştır. Singer direnişinde de böyle olmuştur. İşçiler fabrikanın içinde Çanakkale Marşını söylemişlerdir. Ama o direnişin üzerine vahşice gidilmiştir. İşçi önderleri dönemin Siyasi Şube müdürünün işkencelerinden geçmişlerdir. Sloganlarınız yumuşak olabilir ama önemli olan eyleminizin sert olmasıdır.

Diğer bir önemli yanı… 15-16 Haziran’a, Türk-İş’e bağlı birçok sendikanın tabanı katılmıştır. Yine proletarya partisi yoktur ortada, ama Dev-Genç’in rolü önemlidir.

Bu direnişin şöyle bir yanı daha vardır. DİSK’in kararı fabrikaları terk etmeden işyerlerinde direniş yapmaktı. Öncü işçiler, işyeri temsilcileri direnişi asfalta taşımışlardır.

Bizim fabrikamız, Arçelik 2 bin 500 kişilik bir fabrikaydı. Öncü işçiler “Direnişi Ankara asfaltına taşıyacağız” dediler.

15-16 Haziran’ın böyle bir özelliği vardır. Kararı DİSK almıştır, ama tam bir öncü işçiler direnişidir, tanımı böyle koymak gerekir.

Sanıklar içinde sendika yöneticileri vardır ama işyeri baş temsilcileri, işyeri temsilcileri, ünite temsilcileri ve öncü işçiler ağırlıklıdır.

Öncü işçiler tarafından eylem sokağa taşırıldığı için militan bir eylem olmuştur. Taşınmasaydı bu kadar militan olmayacaktı. Sokağa taşırıldığı zaman da Dev-Genç’le buluşmuştur. Türkiye Devrimci Hareketiyle buluşmuştur. Militanlaşınca sarı sendikaların egemen olduğu fabrikalarda, Türk-İş üyesi işçileri kucaklamıştır.

Haymak Döküm, yani Hacı Ali Demirel’in (Süleyman Demirel’in kardeşi) fabrikası işgal edilmiştir.

Bu ülke çok önemli direnişler yaşadı. DGM, Tariş, 1978 yılında üniversitedeki 16 Mart katliamıyla ilgili faşizmi ihtar eylemi de çok önemlidir. 1980 sonrası, 1986 demiryolcuların, makinistlerin direnişi… O tarihte ben oradaydım. Ama kazanımlar anlamında baktığımız zaman, bu kadar somut olmadığı için maalesef geride kaldı.

Nicelik olarak 1980’lerde Türkiye sosyalist hareketi daha ilerideydi. Ama işçi hareketiyle bütünleşme konusunda daha zayıf kaldığı için ve 15-16 Haziran’daki yetenek gösterilmediği için onu aşamamıştır.

Biz 15-16 Haziran’dan esinleniriz, ama esas olarak kendimizi sorgulamamız gerekir. Bunda solun bölük pörçük oluşunun payı vardır.

O gün, sosyalist devrimciler, demokratik devrimciler dışında çok fazla cephe yoktu. TİP parlamentodaydı. O yasaların çıkmaması için parlamentoda kavga verdi.

Sokakta devrimci gençliğin, devrimci işçilerin mücadelesi… Bugünkü DİSK’le kıyasladığımızda o DİSK değildir bu.

Şimdi eski genel başkanlarını sırasıyla parlamentoya taşıyan bir DİSK var. Bunlar işçi sınıfının içindeki Truva atları…

Biz 15-16 Haziranları aşmak istiyorsak bu sendikal bürokrasiden işçi sınıfını kurtarmak gibi bir görevimiz, var.

Tam da bu noktada yeni 15-16 Haziranlara ihtiyacımız olduğunu söylüyoruz. Sınıfın devrimci pratiği, kendisi için sınıf olması açısından. Öyleyse yeni 15-16 Haziranlar nasıl yaşanabilir? Siz bir giriş yaptınız, sendikal bürokrasiden kurtulmak, diyerek. Bunun dışında neler yapılmalıdır?

Sendikal bürokrasiye karşı öncü işçilerle işyerimizde ciddi bir kavga başlatmalıyız. Bundan, kötü sendika yöneticilerini değiştirip iyilerini getirmeyi kastetmiyorum. Bu da önemlidir, bu mevzileri küçümseyemeyiz. Ama benim asıl kastettiğim taban çalışmasıdır.

Günlük olarak bıkmadan sınıfı bilinçlendirme, dönüştürme pratiği içinde olmalıyız. Bunu Türk-İş’in de, DİSK’in de, Hak-İş’in de içinde yapabiliriz. O yıllardaki DİSK’i aşan konfederasyonlar yaratmak bizim özlemimizdir.

DİSK’e ve Türk-İş’e bağlı, olumlu sendikalar var. Yönetiminde devrimcilerin olduğu sendikalar var. Etkin değiller, konfederasyon içinde delegasyonları azdır ama devrimci mücadele veriyorlar.

 

Tasfiye edemediler işçi hareketini. Çığ gibi büyümeye devam ediyordu. Türk-İş’te boşalmalar vardı. Direnişler bunun üzerineydi. Ekmeğiniz için yaparsınız, atılmışsınızdır işten, postu pahalıya satacaksınız ya, direnirsiniz. En kararsız insan bile bir süre direnir. Sendika değiştirmek için işsiz kalmayı, aç kalmayı göze alıyorsa, işçi sınıfı mesajı almış demektir.

 

Bugün deri işkoluna baktığımızda şunu görürüz:12 Eylül yasalarına rağmen Tuzla Organize Sanayi’de kavga verilmektedir. Grev yaparak grev hakkını aldılar. Bu durum gökten zembille inmemiştir. Hikmet Kıvılcımlı deri işçilerinde 50’lerde başlatmış mücadeleyi. Bugün baktığımız zaman orada bir devrimci çaba var. Bu nedenle sendikalarda başarı vardır.

Bugün dünden çok daha farklı saldırganlıklar var. Dün DİSK’i kapatmak istiyorlardı. Burjuvazi sendikaları kabullenmişti ama sarı sendikaları güçlendirmek istiyordu. Bugün artık sendika da lüks. Sınıf uzlaşmacı sendika bile istemiyorlar. Çok mecbur kalırlarsa onu tercih ediyorlar.

Bunu nereden anlarız? Dün işçi sınıfının onur abidesi olan fabrikalarda, Arçelik, Otosan, Genoto, Sungurlar, Singer gibi fabrikalarda, Türk Metal’in egemenliği vardır. Baktığımız zaman da 1000 kişi varsa 100’ü sendikalıdır. 900 kişisi taşeron işçidir.

O zaman, sendikal bürokrasiye karşı mücadele verirken taşeronlaştırmaya ve özelleştirmeye karşı da net tavır alacağız. Bugün de irili ufaklı direnişler vardır. Ama Arçelik fabrikasında direniş varsa, Demirdöküm’deki bunu yüreğinde hissedecek. Bu noktada öncü işçiler ve sendikal mevziler önemlidir.

Onurumuz için, sendikal haklarımıza saldırıldığı için direniş yaparız. Ama bu yeterli olmuyor, sonuç alamıyoruz. Genelleştirmeliyiz biz bu direnişleri. Herhangi bir KİT’te özelleştirmeye karşı direniş yapıldığı zaman işçi sınıfının bütününü harekete geçirebilirsek başarılı olabiliriz. Bu da şimdiki sendikal önderliklerle, bürokrasiyle olmaz. Onun için sendikal bürokrasiyi işçi sınıfının içinden atmak önemlidir. Tam da dönemidir. AKP hükümetinin işbirlikçiliği, ülkemizin Orta Doğu halklarına karşı kullanılmak istenmesi, özelleştirme, ABD emperyalizmine karşı çıkmak bir bütündür. Yeter ki biz yoksul köylünün, üniversiteli gencin mücadelesiyle fabrikadaki mücadeleyi birleştirebilelim. Bunu yapabilirsek bugün 15-16 Haziranları aşan eylemler yapmamız mümkündür.

Biraz önce dediniz ki, “niye aşamıyoruz?” 15-16 Haziran, Tekel işçisiyle Demirdöküm işçisini omuz omuza yürütmüş. Onun için sonuç alıcı olmuş.

O dönem üretimde bir canlılık da vardı. Fabrikalardan öncü işçiler atıldığı zaman başka bir fabrikaya girerdi. Bugün muazzam bir kriz yaşanıyor ülkede. Artık bu ülkede beyaz yakalı olarak tabir edilen mühendisler, teknikerler de işlerini kaybediyorlar. Bugün çelişkiler daha keskindir aslında. 15-16 Haziran kalkışmalarının daha iyisini yapmak mümkündür. Ama durup dururken olmaz. Zaten kitleler hoşnutsuzdur mantığıyla olmaz. Öncü partilerle olabilir.

Yani siyasal bir çalışmaya, çabaya ihtiyacımız var. Salt sendikal değil, siyasal bir hareketliliği de gerektiriyor değil mi?

Kesinlikle öyle. Biraz önce anlatmaya çalışmıştım niye bu kadar çaplı olduğunu. 15-16 Haziran’ın kendiliğinden olmadığını belirtmiştim. 60 yıllık sosyalist mücadelenin, 900 tane direnişin üzerine kuruluyor demiştim.

İşçi sınıfı hareketi içerisinde siyasal bir çalışma yoksa devrimci eylemler beklenmesi yanlış olur. Direnişler grevler olur, sulandırılır bunlar. Sonunda iktidarı hedeflemelidir işçi sınıfı.

Sosyal haklarımız için, taşeronlaşmaya karşı vb. sokağa çıkarız. Ama iktidar olma hedefi olmalıdır işçi sınıfının. En devrimci sınıf benim demelidir. Türkiye sosyalistlerinin parçalı durumu gerçekten etkilemektedir. Umutsuzluğa düşürmektedir.

Reel sosyalizmin çözülüşü önemli bir etkendir. 15-16 Haziran’da sosyalizmin prestiji yüksekti. Ülkede canlılık, ülkenin ikliminin devrimci bir iklim olması eylem açısından olumluluklar yaratıyordu. Siyasal çalışma devrimci rüzgâr estirecektir. Bunun, fabrikalarda işyerlerinde, yansıma bulmaması mümkün değildir.

Bir de kamu emekçileri hareketi var. Son yıllarda düşüşe geçmiş olsa da, ki benim kanım son 4-5 yıldır inişe geçmiştir, 96’ların Kızılay Meydanlarına çıkan KESK değildir bugünkü. Böyle bir potansiyel de vardır. (O zaman TÖB-DER’le sınırlıydı…) Kamu çalışanları hareketiyle birleştiğinde çok olumlu noktalara gider.

Eylem anında işçi sınıfının ruh hali nasıldı? Eylemin öncesine göre ne gibi farklılıklar vardı?

Biraz önce dediğim gibi DİSK’in fabrikalarda kalma kararı vardı. Eylem sokağa taştı. Demek ki çok olumlu bir hava vardı, özellikle metal işkolundaki öncü işçilerde… O olumlu hava umutsuz Türk-İş’e mahkûm olduğunu düşünen sınıf bilinci almamış yığınla işçiyi de etkiledi.

Her direniş sonucunda ülkemizde birçok bedel vardır. 1976 direnişinin ardından işten atılmamız yetmezmiş gibi MESS’in listelerine girdik, Koç Holding’in listelerine girdik ve 1976’dan sonra ben bir daha özel sektörde çalışamadım. Kenarından köşesinden yine devlet kurumlarına girebildim. Özel sektörde hiçbir yere “sızamadık”. O kadar sıkı davranıyorlardı. Sınava giriyordum, tornacı tesviyeciydim ben -birçok fabrika arıyordu- canlıydı o zaman ülkede üretim… Çekmecelerden listeler çıkıyordu… Açlıkla terbiye etmek, sosyalistlikten pişman etmek, para etmedi tabi…

Türk-İş’in üyelerinin direnişe katılması sorunuza yeterli cevap olmuştur. Ruh halini değiştirmesi anlamında çok önemli olmuştur. Sokaklardaki duruma bakarsak; Maltepe’de, Kadıköy’de Yoğurtçu parkında kıran kırana çatışmalar olmuştur. Burada 3 işçi arkadaşımızı şehit verdik. Polis de ölmüştür o çatışmalarda.

Bunun ötesindeki amacımız Taksim’de Avrupa yakasındaki işçi kardeşlerimizle bütünleşmekti. Vapur seferleri kaldırıldı ve işçilerin birleşmesi engellendi.

Eylemin sonrasında yasanın geri çektirilmiş olmasının işçi sınıfına etkilerini açıklayabilir misiniz?

Müthiş moral etkisi yarattı. Kapatılacağı ilan edilmiş örgütümüzün işyerlerinde, özellikle DİSK’e bağlı Maden-İş Sendikasının onca işçi kaybına rağmen faaliyetini sürdürebilmesi, müthiş bir moral etkisi yarattı. Hemen bir sene sonra 12 Mart darbesinin gelmesi sizin sorunuza yanıttır.

Tasfiye edemediler işçi hareketini. Çığ gibi büyümeye devam ediyordu. Türk-İş’te boşalmalar vardı. Direnişler bunun üzerineydi. Ekmeğiniz için yaparsınız, atılmışsınızdır işten, postu pahalıya satacaksınız ya, direnirsiniz. En kararsız insan bile bir süre direnir. Sendika değiştirmek için işsiz kalmayı, aç kalmayı göze alıyorsa, işçi sınıfı mesajı almış demektir. Arkadan da 12 Mart darbesinin gelmesi bunu göstermektedir. 12 Mart da kesemedi, 75’lere bakarsak Türkiye sosyalist hareketi hızla büyüdü.

0 günlere tekrar geri dönersek: Eylemler sokağa nasıl taştı?

Fabrikamızdan anlatayım. Anadolu yakası Gebze civarında Arçelik fabrikası kuruluydu. Maden-İş sendikasının bölge binası Pendik’teydi. Kadıköy’den İzmit’e kadar fabrikalar 4. Bölgeye bağlıydı. DİSK’in kapatılacağı duyulunca, sendika yöneticileri “fabrikalarda kalacağız, şalterleri indireceğiz, üretimi durduracağız” dediklerinde, çok genç ve tecrübesizdik.

Her fabrikada, örneğin 2 bin 500 kişinin çalıştığı bizim fabrikamızda da, 10-15 kişi kadar öncü işçi vardı. Öncü dediğim zaman tamamen sınıf bilinciyle donanmış olarak anlamayın. Sınıfın önünde duran, safını kavramış, burjuvazi karşısında bir pozisyon almış önderlerden bahsediyorum. Belki henüz bir sayfa bile kitap okumamış, ama namusluca sınıfını savunan insanlar.

Sendikalarda vardı böyle insanlar. Rıza Kuas, TİP milletvekili olmuştu. Ama çekirdekten gelmiş, lastik işkolunda çalışmış, bir işçi önderiydi. Kemal Türkler de işçilikten gelmeydi.

Öncü işçiler sendika yöneticilerine “Hayır” diyorlardı. “Önce üretimi durdurmalıyız, hemen akabinde de sokağa dökülmeliyiz. Fabrikada üretimin birkaç gün durmasını göze alabilirler.” deniyordu. 0 günkü ilerici sendikacıları bile aşan bir öngörüdür bu.

Sendikacılar, fabrikada üretimi durdurmakla DİSK’in kapatılmasını sağlayacaklarını düşünüyorlardı. Hayır, bu yetmezdi. “Sokaklara taşarsak, Türk-İş’in tabanını katarsak” başarılı olunacağını söylüyordu öncü işçiler.

Fabrikamızdan baş temsilcimiz Remzi Aslan yüksek bir yere çıktı.

“Arkadaşlar, bugün tarihi bir gündür, örgütümüzü kapattırmayacağız, onlara derslerini vereceğiz” dedi.

DİSK ne yapmıştır? Sömürüye karşı çıkmıştır, sendikal hak ve özgürlükleri savunmuştur, emperyalizme karşı çıkmıştır, örgütümüz, sadece klasik ekmek, su derdi olan bir örgüt değil, salt ekonomik temelli mücadele vermeyi tercih eden bir örgüt değil, siyasallaşmış bir örgüttür. “Biz üretimi durdurup fabrikaların dışına taşarsak diğer sınıf kardeşlerimizle buluşuruz” biçiminde çağrı yapılmış, “Haydi çıkıyoruz” denmiştir. Bunları yapanlar öncü işçilerdir, işyeri temsilcileridir. Sendikal bürokrasi de bunu kabul etmek zorunda kaldı.

Polisle karşılaşmalarda işçiler nasıl davranışlar gösteriyorlardı?

Polisle çatışmalar oluyordu, işçiler polis barikatlarını aşıyorlardı. İşçilerin askerle ilgili tepkileri olumluydu. Askerle işçinin kucaklaştığı, “Halk çocuğu asker, bizim çocuğumuz” havasıyla davranılıyordu. Böyle bir rüzgâr estiği için askerin müsamahası görülmüştür, hatta subaylar içinde de görmüşüzdür. Özellikle genç teğmenlerde. Sonra baktığımızda o teğmenlerin çoğu 12 Mart’ta tasfiye edildi.

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Gerçekten çok önemli bir dönem yaşıyoruz. Amerikan emperyalizmine karşı “başta işçi sınıfımız” olmak üzere, bütün halkımızı birleştirecek olan sosyalist harekettir.

*Toplumsal Özgürlük Gazetesinin Haziran-2004 sayısından alınmıştır.