Körfez Yöneticileri, Arapların Düşmanlarının İsrail Değil, İran Olduğuna İnanmalarını İstiyor- Joseph Massad

İsrail değil, İran, Arapların baş düşmanı olarak yeniden tanımlanmaya başlandı. Arap dünyasındaki ekümenik yaşamı yok etmek ve İsrail hegemonyasını ilerletmek için Lübnan, Irak ve Suriye’de savaşlar başlatıldı. 2000 yılında Lübnan’dan atılan İsrail, 2006 yılında Hizbullah’ı yok etmek için burayı yeniden istila etti, ancak yine yenildi.

Arapların baş düşmanı kim: İsrail mi İran mı? Bu, Arap dünyasında, yakın zamana kadar, tezekkür eden bir soru değildi bile. Arapların çoğunluğu – öncelikle Filistinliler, aynı zamanda Lübnanlılar, Suriyeliler, Mısırlılar ve Ürdünlüler – İsrail saldırganlığının kurbanı olduklarını anladılar.

Daha az anlaşılan ise, İsrail’in öncelikle Arap Yahudilerini kendi davasına temin ederek; ama aynı zamanda bölünmeleri harekete geçirerek, ayrılıkçı mezhepsel ve etnik projeleri destekleyerek, Arap dünyasındaki dinsel ve etnik çeşitliliği hedef aldığı gerçeğidir. Örneğin, – hareketlerin yararı ne olursa olsun – Lübnanlı Maronit ayrılıkçıları, Iraklı Kürtler ve Güney Sudanlı ayrılıkçıları ile ittifak kuruldu ve bu hareketler desteklendi.

1948’de İsrail’in kurulmasıyla, komşularına derhal baskın yapmaya ve saldırmaya yönelen yırtıcı bir devlet yaratılmış oldu. Filistin’in çoğunu ele geçirildikten sonra, İsrail, 1956’da Gazze ve Mısır’ın tam ölçekli işgali de dâhil olmak üzere komşularına çok sayıda sınır ötesi saldırı başlattı.

Saldırıların Tarihi

O zamandan beri İsrail, Tunus, Sudan ve Irak’a yönelik saldırılara ek olarak, Mısır, Ürdün, Suriye ve Lübnan’a defalarca istilalar düzenlenip onlara saldırılar düzenledi – 1973’teki Libya sivil uçağının düşürülmesinden bahsetmiyorum bile.

Tüm bunları Filistin halkını sınır dışı etme, onlara askeri işgal, toprak gaspı ve ırkçı sömürge yasaları aracılığıyla baskı yapmaya devam ederken yaptı. Bu, İsrail’in, kendisiyle uyumlu olan Arap dikta rejimleri hariç, Arapların çoğunun nefreti ve öfkesini kazanmasına neden oldu.

Buna karşın İran, yakın tarihte herhangi bir Arap ülkesini istila etmedi – bölge genelinde silahlı grupları finanse etse de – aksine 1980’lerde Irak tarafından istila edildi. Saddam Hüseyin, Şah’ı deviren 1979 İran Devrimi tarafından tehdit edilen Körfez ve Batı emperyalist çıkarlarının yöneticisi petrol ailelerinin emriyle bir savaş başlattı.

Şah, iktidardaki petrol ailelerinin korkulan bir müttefikiydi. Şah döneminde İran kültüründe yayılan Arap karşıtı ideolojiye ek olarak, Şah,  Birleşik Arap Emirlikleri’nin bazı bölgelerinde hak iddia etti.  1971’de birçok BAE adasını işgal etti ve 1970’e kadar Bahreyn’in, İran’ın bir parçası olmasını talep etti. Bu yayılmacı istekler hiçbir zaman İran’ın Arap Körfez rejimleriyle yakın siyasi ve askeri ittifakına mani olmadı. Şah, rejimlerin resmi medyalarında dostça yer buldu.

İsrail’in Arap dünyasını etnik ve mezhepsel çizgilerle bölme stratejisi doğrultusunda, 1980’lerdeki savaş sırasında Saddam ve petrol ailelerinin propagandası çerçevesinde (bir Arap nüfusu da barındıran) İran’ın Persiliği; (Pers nüfusu olan) Irak’ın ve Körfez devletlerinin Araplığına karşı vurgulandı. O dönemler,  Şiiliğe karşı ne bir mezhepçi propagandanın iması vardı, ne de İran bütün Arapların en büyük düşmanı olarak sunuldu- ya da İsrail’in düşmanlığıyla kıyaslanmadı bile.

Mezhepçi Propaganda

Saddam’ın propagandası, işgalini “Saddam’ın Qadisiyyah’ı” olarak adlandırarak İslam’ın doğuş dönemlerini anımsattı. Bu,  636 yılında Arap Müslümanlar ile Sasani İmparatorluğunun savaştığı ve Arap Müslümanların Zerdüşt İranlıları mağlubiyete uğrattığı Qadisiyyah Savaşı’nı referans gösteriyordu.

Saddam’ın savaşı Irak’ı iflas ettirdi.  Başlangıçtaki erken Irak zaferleri savaşın sonunda yenilgiye dönüştü. Saddam ise kendisini o zamana kadar terk etmiş olan, kendisine sırtını dönen petrol ailelerinden nefret ediyordu.

İntikam olarak Saddam 1990’da Kuveyt’i işgal etti. Bu, ABD’nin, 1991’de Körfezi, 2003’te de Irak’ı işgal etmesine ve yüz binlerce Iraklının ölümüne sebep oldu. 2004’teki işgal sonrası, İran;  İsrail’in stratejisine uygun olarak Irak’ta mezhepsel ve etnik bir düzenleme kurmakta ısrar eden işgalci Amerikalılar tarafından tayin edilen Irak’ın yeni yöneticileriyle hızla güçlü bağlantılar kurdu.

İran’ın Irak’la olan yeni yakın ilişkileri, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez rejimlerini alarma geçirdi ve bu rejimlerin hem Persli hem de Arap Şii Müslümanlara karşı mezhepçi bir kampanya yürütmelerine vesile oldu.  2004 itibariyle Arap halkı, İran ve Şii Arapları baş düşman olarak tanımlayan eşsiz bir propagandaya maruz kaldı.

On beş yıl boyunca, bu kampanya yüz binlerce Iraklı, Lübnanlı, Suriyeli ve Yemenlinin yaşamına mal oldu – yaşamlar petrol ailelerinin sunağında kurban edildi- ve şimdi petrol ailelerinin tahtlarının korunması için Filistin halkından tüm haklarından vazgeçmesini talep ediyorlar.

Kampanya, 2004 yılında İran’dan, Irak ve Suriye üzerinden Güney Lübnan’a kadar uzanan bir Şii “hilal”in oluştuğunu İlan eden Körfezin müttefiki Ürdün Kralı II. Abdullah tarafından başlatılmıştı. Kampanya, Arap dünyasında ve İran’da Şii halklarının, sömürgeci İsraillilerden “daha kötü” olduklarını iddia ederek ajite edildi.

İsrail’in, Şah’ın yakın bir müttefiki olması ve İran Devriminin güçlü bir düşmanı olması tesadüf değildi.

‘Ortak Çıkar’

Böylece İsrail değil, İran, Arapların baş düşmanı olarak yeniden tanımlanmaya başlandı. Arap dünyasındaki ekümenik[1] yaşamı yok etmek ve İsrail hegemonyasını ilerletmek için Lübnan, Irak ve Suriye’de savaşlar başlatıldı. 2000 yılında Lübnan’dan atılan İsrail, 2006 yılında Hizbullah’ı yok etmek için burayı yeniden istila etti, ancak yine yenildi.

Bu yenilgilerle dehşete düşen petrol aileleri ve Batılı sponsorları Irak ve Lübnan’daki – ve daha sonra Suriye ve Yemen’deki – Şii karşıtı mezhepçi grupları hızlı bir şekilde finanse etmeye ve onları silahlandırmaya başladı. Lübnan, Irak ve Suriye’de desteklenen gruplar ortalığı altüst etmeye devam edip her inançtan yüz binlerce Arap’ın yaşamına mal oldular.

Sonucunda Batı destekli ve Körfezden finanse edilen ve Suriye Rejimine mezhepsel olarak karşı çıkan mezhepçi milisler Suriye’nin büyük bir bölümünü kontrol altına aldılar – bu başlangıçta mezhepçi olmayan diktatörlüğe karşı demokrasi arayışı olarak başlatılan Suriye isyanının yönünü değiştiren bir gelişmeydi –  ve İran ile Hizbullah, rejimin bu saldırıları engellemesine yardımcı olmak için Suriye’ye davet edildiler.

2013 yazında hem İran hem de Hizbullah, Suriye rejiminin yardımına geldi ve mezhepçi milislerin büyük başarılarının ardından rejime savaş desteği sağladılar. Bu müdahaleler, İran ve Şiilere karşı yürütülmekte olan Körfez propagandasına daha fazla yakıt sağladı.  Ama bu propaganda onların Suriye’ye gelmesinden on yıl önce başlamıştı.

2019 yılının Şubat ayında gerçekleştirilen Varşova konferansında İsrail,  İran’a karşı Arapların baş müttefiki olarak ilan edildi. İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, Arap ülkelerinin “İran’a karşı süren savaşlarındaki ortak çıkarlarını geliştirmek için İsrail’le birlikte masaya oturduğunu” açıkladı. İsrail’in bu yeni ittifakını tamama erdirebilmesinin önündeki en büyük engel olarak Filistin halkı kaldı.

Bölge genelinde başlatılan mezhepsel dehşetlere ek olarak, algılanan İran tehdidini etkisiz hale getirmenin bedeli Filistinliler tarafından da ödenecek. Bu bağlamda, petrol aileleri ABD Başkanı Donald Trump’ın “Yüzyılın Anlaşması”nın ana taşeronları oldular. Bu “anlaşma”, Filistin haklarının bir kez ve herkes için tasfiye edilmesini ve Filistin’deki işgalci Siyonist ilkenin Suriye ve Güney Lübnan’a doğru genişletilmesini ve bunun oralarda yaşayan tüm Araplar tarafından kabul edilmesini ve kutlanmasını gerektiriyor.

Peki, ama Filistinliler ve diğer Araplar neden Körfez hükümdarlarının tahtlarını koruması uğruna bedel ödesinler?  İran, en kötü ihtimalle, yalnızca popüler olmayan Körfez rejimlerini tehdit edebiliyorken, İsrail bütün Filistin halkını, aslında tüm Arapları tehdit etmeye devam ediyor.

Körfez Medyasında yayılan propagandaya rağmen Arapları gerçek olmayan İran tehdidine ikna etmek ve asıl tehdit olan İsrail’in yaptıklarına kör kalmalarını sağlamak üzere oynanan bahis en hafif ifadeyle riskli bir iştir. Trump’ın iş zekâsı ya da onun eksikliği bu riski en aza indirmek için çok az şey yapabilir.

 

[1] Çevirmenin Notu: Ekümenik; Ortodoks, Protestan ve Katolik kiliselerinin tek bir kilise haline gelmesi anlamına gelse de; sözcüğün buradaki kullanımında, İslam’ın çeşitli mezhepleri arasındaki birlik ve işbirliği amacı güden girişimler kast ediliyor.

 

www.middleeaasteye.net adresinden Mustafa Kemal Ersöz tarafından Türkçeye elyazmalari.com için çevrilmiştir.

orijinali için: https://www.middleeasteye.net/opinion/israel-not-iran-real-enemy-arabs