Feminizm Yüzünü Sınıfa Dönüyor

2016’dan bu yana Arjantin’den İspanya’ya, Almanya’dan İsviçre’ye, İran’dan Türkiye’ye, Güney Kore’ye, Şili’ye ve esasen dünyanın dört bir yanına yayılan kadın direnişleri bu yıl da kendini devam ettiriyor. İspanya, Almanya ve Arjantin’de 8 Mart’ta eş zamanlı Kadın Grevlerinin örgütlenmesi, İsviçre’de geçen sene yapılan “Eşit işe eşit ücret” eylemlerinin ardından Haziran’da yapılacak Kadın Grevi bunlardan sadece bir kaçı… 

Bu denli yoğun ve birbiriyle etkileşim halinde hızla yayılan eylemlilikler bize, Feminizmin politik yönelimlerini, dönemin değişen ekonomik ve toplumsal yönleriyle yeniden ele alma tartışma ve geliştirme ihtiyacını dayatıyor.

Nitekim kadın kurtuluş mücadelesinin en etkin ideolojisi olarak Feminizme yönelik saldırılar giderek artarken, bizim de bu saldırıların boyutlarını, etkilerini, Feminizmin kazandığı yeni politik yönelimlerle birlikte tartışmaya açmamız gerekiyor.

Arjantin’de ve ABD’de yükselen feminist hareketin anti-kapitalist vurgusunun öne çıkması, neo-liberal saldırılarla yeniden şekillenen ataerki ve kapitalizm ilişkisinin tartışmaya açılması bunun ilk adımları olarak görülebilir. Nitekim kadın kurtuluş mücadelesinin en etkin ideolojisi olarak Feminizme yönelik saldırılar giderek artarken, bizim de bu saldırıların boyutlarını, etkilerini, Feminizmin kazandığı yeni politik yönelimlerle birlikte tartışmaya açmamız gerekiyor.

Özellikle Nancy Fraser ve Hester Eisenstein gibi yazarların Neo-liberalizm ve Feminizmin ilişkisine ve kapitalizmin Feminizmi içerme politikalarına yönelik geliştirdikleri savlar bu tartışmanın kaçınılmaz birer parçası. Feminist sözü kapitalist yapılanmanın gerekleri için araçsallaştıran neo-liberal politikaları tartışmadan yeni yönelimleri tartışmak olanaksız olacaktır.

Bu saldırılardan en önemlisi; kadınların duygularını, düşüncelerini, eylemlerini ve mücadelesini bir pazarlama aracına dönüştüren neoliberal politikalar. Son yıllarda hızla yaygınlaşan feminist reklam anlayışıyla hayatımıza hızlı bir giriş yaptı bu durum.

Popülerlikten piyasalaşmaya doğru, Feminizm

Kadın bedeninin metalaştırıldığı eğlence, kozmetik ve tekstil sektörlerinin reklam kampanyaları ve satış politikaları feminist söylemlere dayanır hale geldi. Bir yandan kadını güçlü göstereceğiz diye çabalayan, kadın cinayetlerine dikkat çekmeye çalışan bu reklamlar, öte yandan kadınlara yeni sınırlar çiziyor ve aslında kadını ikinci sınıf yapan gerçek nedenlerin üstünü örtüyor. Feminizmi kişisel bir tercihe indirgeyip, mücadeleyi politik içeriğinden uzaklaştırıyorlar. Tüm bu yeni reklamlar ve yeni ürünler; öncekilerin kabaca yaptığını daha inceltilmiş ve yenilenmiş bir biçimde yapıyor. Kadının düşüncelerini, cinselliğini, duygularını, ne giyineceğini, nasıl davranacağını yeniden ve sermayenin çıkarlarına uygun bir biçimde şekillendirmek istiyor. Bir dönemin “We Can Do It!” -II. Dünya Savaşı’nda Westinghouse Electric şirketi için J. Howard Miller tarafından hazırlanmış bir Amerikan savaş propagandası- sloganı gibi.

Kadın gibi yapmak, kadının gücünü açığa çıkarmak, kadın işi-erkek işi ayrımını ortadan kaldırmak gibi “amaçlar” güden bu reklamlar; esasen kadını ve erkeği basit bir eşitleme yöntemiyle hareket ediyor ve bireysel istekler doğrultusunda eşit koşulların yaratılabileceği gibi tehlikeli bir algı oluşturmayı amaçlıyor. Liberal Feminizmin şekillendirdiği bu anlayış, kadınların bireysel başarılar ve sertlikle iş dünyasında ve sosyal alanda cinsiyet eşitliğini kazanabileceğini devam ettiriyor. Bunun da ABD de Hilary Clinton gibi devlet içinde konumlanmış, Sherly Sandberg gibi kapitalizm içerisinde önemli konumlarda duran Ceo kadınlar aracılığıyla yapıyor.

Peki gerçekte “eşitlik” olgusu, istenildiği taktirde bütün toplumsal ve ekonomik bağlarından ve özgürlük olgusundan bu kadar koparılarak erişilebilecek bir olgu mu? Bireysel konumlamalarla varılabilecek soyut bir gerçek mi?

Bu saldırılardan en önemlisi; kadınların duygularını, düşüncelerini, eylemlerini ve mücadelesini bir pazarlama aracına dönüştüren neoliberal ve muhafazakar politikalar. Son yıllarda hızla yaygınlaşan feminist reklam anlayışıyla hayatımıza hızlı bir giriş yaptı bu durum.

İçerme politikaları

Bu söylemler açıkça Feminizmin kazanımlarını sermayenin çıkarları doğrultusunda ve onunla ilişkilendirerek sınıfsal içeriğinden uzaklaştırmak değildir de nedir? Kapitalizmin kendi Feminizmini yaratmak istediği açık değil mi?

Bugün yine aynı Neoliberalizm ataerkil politikalarla harmanlanarak kadının ev içi emeğini ücretsiz, ücretli emeğini de ucuz, güvencesiz ve esnek koşullara hapsetmiyor mu?

Elbette ediyor. Üstelik bunu dalga geçer gibi yapabiliyor. Örneğin feminizmin giderek popülerleşmesi ile birlikte ortaya çıkan üzerinde “Ben feministim, Bir feminist buna benzer” yazan tişörtler nasıl üretiliyor dersiniz? Geçtiğimiz yıl The Mail On Sunday’de yayınlanan bir araştırma yazısına göre, Mauritius’da bu tişörtleri üreten kadın işçiler, 16 kişilik koğuşlarda kalıp saati 62 Pennye çalışıyor. Fakat bunlar bütün dünyaya 45 Pounda satılıyor. [1]

Kadınları ayrıştırıp, feminizmi içermeye çalışan bu tarz yönelimler yeni değil fakat hiç bu kadar saldırgan olmamıştı. Görüldüğü gibi o tişörtleri en kötü koşullarda üreten de kadınlar, nasıl üretildiği hakkında çoğunlukla bir fikri olmadan alanlar da kadınlar. Üstelik bunu bir başka kadının sömürülen emeği üzerinden kadın mücadelesi adına yapılan bir eylem gibi gerçekleştirebiliyorlar. Bu o tişörtü alan kadınları suçlayarak aşabileceğimiz bir  durum olmaktan çıkıp, kadınlar üzerinde kurulan yıkıcı ve sistematik bir saldırıya bu şekilde dönüşüyor.

Tehlikeli flört

Bu gibi örnekler çoğalarak artıyor. Bir yandan neo-liberal politikalar yeniden şekillendirdiği ataerkil ilişkilerle kadın emeği ve bedeni üzerindeki tahakkümü derinleştirip, sömürüyü arttırırken; öte yandan yükselen kadın hareketin ideolojisini içererek soyut bir toplumsal cinsiyet eşitliği savunuculuğuna soyunuyor.

Bu durum ilk bakışta, kapitalizmin ve ataerkinin arasındaki çelişkili ilişkiyi andırır gibi duruyor olsa da, çok kapsamlı ve zekice bir saldırıyla karşı karşıya olduğumuzu görmemiz uzun zamanımızı almayacaktır.  Ne kapitalizmin bu saldırıları feminizmin yükselişinden ve giderek popülerleşmesinden bağımsızdır, ne de bu tehlikeli popülerleşme neo-liberal politikalardan. Bu yüzden de Feminizmin bu politikalarla tehlikeli bir flörtleşme halinde olduğu düşünülebilir.

Fakat Feminizmi 90’ların belirleyici yaklaşımlarından biri olan post-yapısalcı etkiyle tek bir biçim ve tek bir yönelim olarak ele aldığımız taktirde bu fikre daha çok yaklaşırız. Feminizm kadın kurtuluş mücadelesinin tek, biricik ve kalıplaşmış mücadelesi değildir. Farklı farklı yönelimleri olan, farklı anlayışlarla şekillenebilen bir yöntemi barındırır. Onu tekleştirmek, bugün Arjantin’de yükselen anti-kapitalist Feminizmi görmezden gelmek olacaktır. Onu tekleştirmek Sosyalist Feminizmi, Radikal Feminizmi veyahut Feminizmin Marksist yorumlamasını tek bir potada eritmek istemektir. Bu durum aynı zamanda şu gerçeği görmemizi de engeller: Aynı zamanda yüzünü sınıfa dönen bir Feminizmin var olmaya başladığını.

Kadınların Kürtaj hakkı talebi aynı zamanda işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olabiliyor. Güvenli ve ucuz kürtaj hakkı talep eden kadınların çoğu aynı zamanda işçi kadınlar olduğu için. Veyahut kadının görünmeyen bakım emeğini toplumsallaştırma çabası işçi sınıfının kreş hakkı mücadelesini de için de barındırabiliyor.

 Öne çıkan sınıfsal içerik

Dünya çapında yükselen Feminist hareket tüm bu tartışmalardan bağımsız değil. En son belki de 80’lerde böylesi tartışmalar yaşanmış, o tartışmalardan Feminizme muazzam bir külliyat kalmıştı. İkili sistemler teorisini geliştiren ve erkek egemenliğini bir sistem olarak tarifleyebilen yine bu dönemin tartışmalarıdır. Bugün de gerçekleşen bu tartışmalar dünden farklı olarak muazzam bir eylem pratiğini ve enternasyonal bir içeriği arkasına alarak gerçekleşiyor. 

Amerika’da %99’un Feminizmi diye öne çıkan hareketin değindiği önemli bir nokta var. Dünya da harekete geçen kadınların talepleri emek ve beden politikalarını birbirinden ayırmadan ve sınıfla bütünleşen bir içerik kazanıyor. Kadınların Kürtaj hakkı talebi aynı zamanda işçi sınıfı mücadelesinin bir parçası olabiliyor. Güvenli ve ucuz kürtaj hakkı talep eden kadınların çoğu aynı zamanda işçi kadınlar olduğu için. Veyahut kadının görünmeyen bakım emeğini toplumsallaştırma çabası işçi sınıfının kreş hakkı mücadelesini de için de barındırabiliyor.

Bir tesadüf olamaz kadın mücadelesinin yükselirken yine sınıf mücadelesinin tarihsel direnişi olan Grev eylemini yol haritası yapması. Bir tesadüf olamaz grevleri en önde kadınların göğüslemesi…

 

[1] Ben Ellery, 62p AN HOUR: What women sleeping 16 to a room get paid to make Ed and Harriet’s £45 ‘This Is What A Feminist Looks Like’ T-shirts, The Mail On Sunday, 1 Kasım 2014. http://www.dailymail.co.uk/news/article-2817191/62p-HOUR-s-women-sleeping-16-room-paid-make-Ed-Harriet-s-45-Feminist-Looks-Like-T-shirts.html