Erkeklik Krizi mi? O da Ne?

Son zamanlarda artan ve giderek yaygınlaşan erkek şiddetinin nedenleri etrafında gelişen bir kavram; “erkeklik krizi”…

Çıkış noktası, yükselen ve güçlenen kadın hareketinin, erkek egemenliğinde inisiyatif kaybına yol açıyor olması.

Bu durumun, erkeklerin kadın dayanışması karşısında neoliberal çözülmeye uğrayan kendi kardeşliklerini konsolide edip hegemonyalarını güçlendirmek gibi bir sonuç üretmesi.

Evet erkek şiddetinin kadına, çocuğa, hayvana, doğaya doğru artarak genişlemesinin sebebi erkek egemenliğinde yaşanan çözülme.

Bu çözülmenin sebebiyse kadın dayanışmasının, gücünün, inisiyatifinin öne çıkıyor olması.

Buna katılmamak mümkün mü?

Kadınlar güçlendikçe, ses çıkardıkça, akademiden sokağa NASA’dan edebiyata her yerde var olmaya başladıkça, varlığını devlet kurumlarından iş piyasasına kadar her alana dayattıkça önce şok olan, sonra öfkelenen, ve elindeki, “doğalında” onlara verilmiş olan tek egemenlik biçimini kaybetmekten korkan erkeklerin şiddetini arttırması, saldırganlaşması, sahipliğine sıkı sıkı yapışması…

Peki bu şu an bir erkeklik krizi yaşandığının bir göstergesi olabilir mi?

Veyahut erkek şiddetinin artmasını ve yayılmasını bir kriz olarak tarifleyebilir miyiz?

Ataerkinin Krizi

Erkekliği, sadece toplumsal cinsiyetin bir örüntüsü değil de daha geniş çaplı sistematik bir yapının, ataerkinin bir öznesi olan erkeğin, öznel durumu olarak tarifleyebiliriz.

O halde bir kriz içerisinde olduğunu düşündüğümüz erkekliğin, ataerkinin içerisinde bulunduğu durumdan bağımsız değerlendiremeyeceğimizi de görmüş oluruz.

Aynı zamanda ataerkiyi de erkeklik durumlarının ve davranışlarının daha da ötesinde, bütün toplumsal ve siyasal yapılara şekil veren onlarla ilişkili bir sistem olarak değerlendirmeliyiz.

O zaman erkeklik değil de ataerki mi bir kriz halinde?

Sanıyoruz, şunu kabul etmemiz gerekiyor, ataerki hala çok güçlü ama evet aynı zamanda aşınıyor.

Bu aşınma tespitini görmezden gelemeyiz, aksi takdirde son üç yılda yüzlerce kazanımla güçlenerek kendini devam ettiren kadın hareketinin boşuna çabaladığına işaret etmiş oluruz. Ne yani milyonlarca kadının dünyanın dört bir yanında girdiği bu zorlu direnişte hiçbir kazanımı ve/veyahut ataerkiye hiçbir zararı olmuyor mu?

Aşınma bir kriz halinde olduğunu gösterir mi?

Sonuçta aşınma kavramıyla söylenmek istenen bir güç kaybı yaşandığıdır. Bu güç kaybı ataerkiyi ayakta tutan tüm o toplumsal, ekonomik, siyasal ağlarını, altyapı ve üst yapı ilişkileriyle bağlarını oldukça zayıflatacaktır. Ve elbette o yapıların kendi iç dinamiklerinde de bir karmaşa yaratacaktır. Veyahut o yapılarda yaşanan krizler Ataerkil ilişkilerde bir zayıflamayı açığa çıkarabilir.

O halde bu aşınmanın bir krizin başlangıç noktası olduğunu söyleyebiliriz. Her krizden yok olarak veya zayıflayarak çıkma koşulu olmadığını da aklımızın bir köşesinde tutarak.

Nitekim, bu onun ilk aşınması ve kan kaybı değil. Burjuva devrimlerinden sonra kapitalizmin gelişimiyle birlikte ataerkinin de şekil değiştirdiği, bu yeni ekonomik-toplumsal sistemle çelişkilerin ve sürtüşmelerin olduğu bir süreç yaşanmıştı. Fakat en nihayetinde bir uyum yakalayabildiler. Ve oradan oldukça güçlü çıktı. “Modern ataerkinin” doğuşu bu dönemlere denk gelir.

Yine/yeniden Krizler Dönemi

Şimdi ise yeni bir krizler döneminden geçiyoruz.

Kapitalizmin ekonomik krizi birçok ülkede kendini derinleştirerek devam ediyor.

Doğamız sermayenin bitmek bilmeyen kar hırsının kapanına sıkışmış, ekolojik denge bozuluyor, suyun, havanın, toprağın kullanılamaz hale geldiği ciddi bir ekolojik krizin eşiğindeyiz.

Hegemonya savaşları belki bir dünya savaşı niteliğinde olmasa da bölgesel savaşlar halinde kendini dayatıyor. Her an her ülke birbiriyle savaş haline geçebilir, silahlar çekiliyor ama patlamıyor. Patlamayacağının bir garantisi de yok.

Peki yukarıda da bahsettiğimiz gibi, çoğu zaman da ataerkil kapitalizm gibi bir bütün kavram olarak tanımladığımız, kapitalizm ve ataerki arasındaki ilişkinin bir yanında kış devam ederken öte yanının günlük güneşlik olması durumu mümkün mü?

Elbette en eski, erkeğin ailenin diğer bireyleri çocuk, kadın ve yaşlılar üzerinde kurduğu egemenlik biçimi olan, “babaerki-ataerki-patriarka” bütün hiyerarşik yönetimlere, egemenlik yapılarına örnek niteliği taşımaktadır.

Ailenin toplumun en küçük yapı taşı olması buradan gelir.

E o zaman devlet bir kriz halindeyse bu ailenin de bir kriz halinde olduğunu birbirini ikili yönde etkilediğini gösterir. Ekonomik kriz, aile içi şiddetten tutun da, kadının toplumdaki yerine, evdeki “emek yeniden üretimine” kadar bir çok ataerkil belirlenimleri etkiler.

Dolayısıyla bu kriz sarmalı; çözüm yöntemlerinin -örneğin neoliberal ve muhafazakar politikaların aynı anda bir denge içerisinde topluma dayatılması gibi- sürekli birbirleriyle karşı karşıya gelmesinden, iç içe geçmesinden kaynaklı oluşuyor. 

Sonuçta ortaya şöyle bir süreç çıkıyor.

Neoliberal politikalar da muhafazakar politikalar da ataerkiden aldığı güçle kadın üzerinde çapraz bir baskı aracına dönüşüyor.

Muhafazakâr politikalar aile yapısını güçlendirmek ve onun etkilediği bütün egemen yapıları da –devlet gibi- güçlendirmek için kadını ailedeki rolüne sıkı sıkıya bağlarken; neoliberal politikalar kadını ucuz, esnek, güvencesiz çalışma koşullarının bir numaralı iş gücü haline getirmek dolayısıyla evden dışarı çıkarmak peşinde.

Ne diyordu Marx, “yönetenler artık yönetemez olduğunda ve yönetilenler artık eskisi gibi yaşamak istemediğinde toplumda çalkantılar başlar ve yeni olan doğmaya başlar.” Ataerkil kapitalizm de artık eski biçimiyle yönetemiyor, çünkü yönetilenler ayakta ve buna izin vermiyor.

En nihayetinde bunlar birbiri ile çelişiyor ve çatışıyor gibi görünebilir ama öyle değil. Çünkü söz konusu egemenlik biçimlerini sağlama almak ve korumak olduğunda ortak paydalar hemen yaratılabiliyor. Parça başı işçiliği, fason üretim, her evin birer fabrikaya, atölyeye dönüştüğü “yaratıcı fikirler” buralardan besleniyor.

Bahsetmek istediğimiz şey, ataerkinin dünyanın içerisinde bulunduğu çok yönlü yapısal krizden oldukça etkilendiği, fakat hala gücünü koruduğu, yenilenen egemenlik biçimleriyle devamlılığını garanti altına almaya çalıştığı… Fakat aynı zamanda buna karşı kadın direncinin, kadın dayanışmasının da doruklarda gezindiği, haliyle dilediği gibi hareket edemediğinden de güçsüzleştiği ikili bir momentum bu.

Ne diyordu Marx, “yönetenler artık yönetemez olduğunda ve yönetilenler artık eskisi gibi yaşamak istemediğinde toplumda çalkantılar başlar ve yeni olan doğmaya başlar”

Ataerkil kapitalizm de artık eski biçimiyle yönetemiyor, çünkü yönetilenler ayakta ve buna izin vermiyor.

Binbir Kriz ve Kadınlar

Bin yıllardır varlığını sürdüren ataerkinin krizde olduğunu söylemek zor demiştik. Yarattığı erkeklik/ler çeşitli kriz halleri yaşıyor olsa da bir bütün olarak erkeklik krizi tariflemenin de imkansız olduğunu düşünüyoruz. Evet çeşitli biçimlerde erkeklik halleri ortaya çıkıyor ama bir bütün olarak krizi işaret etmiyor. Veyahut hepsini bir kriz başlığı altında toplamak yeterli olmuyor.

Ve her şeyden önemlisi, yükselen kadın hareketinin yarattığı etkiyi, erkeklik üzerinden bir kriz tespiti yaparak tariflememek gerektiğini düşünüyoruz. Bunun aynı zamanda ataerkinin içeriğini, içerisinde bulunduğu durumu, kurduğu ilişkileri sadece erkeklik hallerine sıkıştıracağını düşünüyoruz.

Fakat, yeni yeni egemenlik biçimlerinin açığa çıkmak zorunda olduğu, bunları hayata geçirirken şiddetin olağan boyutlarda artacağı bir gerçek.

Çünkü artık başka bir dönemde olduğumuzun hepimiz farkındayız.

Patriyarka şu an aşınmalar yaşıyor ve bu böyle giderse gerçek bir krize sürüklenebilir.

Ama bu aşınmaların iki ayrı sebebi var ve bunlar birbiri ile iç içe geçerek akıyor: birincisi kapitalizmin yapısal krizi. İkincisi yükselen feminist hareket. Yani sisteme içeriden değil dışarıdan gelen basınç! Yükselen dalganın ataerkil kapitalizmi derin düşüncelere ve yaptırımlara ittiği kesin.

Bu sarsıntılar ataerkil sisteme içkin erkeklik olgusunu belli oranda zorluyor, evet.

Ama bu bir kriz halinde sağa sola saldıran tek tek erkeklerden ne azade ne de tümüyle onların belirleyebileceği bir durum.

Bu krizlerin yarattığı toplumsal sarsıntılar nedeniyle hegemonyasını giderek kaybettiğini düşünen erkeğin; kadın, çocuk, doğa ve hayvanlar üzerinde arttırdığı şiddet ve sapkınlıkla egemenliğini yeniden kazanmak istemesi, yeni bir durum değil. Erkeklik, her daim daha fazla şiddet üreterek ayrıcalıklarından kolay kolay vazgeçmeyeceğini açıkça göstermiştir.

Feminist Özne

Ataerkil kapitalizme içeriden bir darbe gelmedikçe, onu çevreleyen krizleri bir biçimde aşacaktır.

Yeni bir şekle girer, incelir, eğilir bükülür ama özünü bırakmaz.

Bu noktada, ataerkinin krize girmesini sağlayacak ve onu derinleştirecek kadınların verdiği özgürlük mücadelesinin kazanımları olacaktır.

Böylesine güçlü ve yaşlı bir sistemin karşısında oluşturulacak örgütlü feminist hegemonya; sistemin ana mekanizmasına bir darbe olacaktır.

Bu kadınların kolektif önderliğinden oluşacak olan feminist bir örgütlenme ile başarılabilir.