Kendini Yenmek En Büyük Zaferdir*

Savaş ateşinin yanmaya devam ettiği Ortadoğu coğrafyasında, ateşi harlamak için “aktörlerin” hamleleri sıklaşıyor. Başta ABD ve İsrail olmak üzere küresel ve bölgesel güçler pozisyonlarını korumakla birlikte yeni mevziler kazanmak için “temaslarda” bulunmaktalar. Fakat diğer yandan da Sudan’dan Cezayir’e coğrafyanın dört bir yanından giderek güç kazanan halkçı güçler, “güçlülerin” kadir-i mutlak olmadığını gösteriyor.

Orta Doğulu komünistlerin emekçilerin ve halkların yeni bir ayaklanmasını tekrardan egemen güçlerin gasp etmesine izin verme lüksleri bulunmuyor.

İran seferi

Ortadoğu’daki savaşların baş sorumluları ABD ve İsrail (son yıllarda da Suudi Arabistan), savaş ateşini harlayan ülkelerin de başında geliyorlar. Bölgedeki konumlarının güçlü olmasını, savaşın şiddetiyle doğru orantılı olarak gören bu iki haydut devlet özellikle Filistin ve İran’ı hedef almakta.

Nitekim ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınması kararının ardından Golan bölgesinde “İsrail’in egemenliğini” tanıyan Trump yönetimi, bir taraftan açık cezaevine dönüşmüş Gazze’yi son günlerde bombalara boğan İsrail’in savaş politikalarına desteğini sunarken diğer yandan da daha önceki ABD başkanlarının kabul etmediği bu kararları alarak Ortadoğu halklarının kanına susamışlığını açıkça ortaya koymakta.

ABD ve İsrail, Filistin ve Suriye’ye saldırmasının perde arkasında ise İran provası var.

İran’ın ABD odaklı finans-kapitalin talanına açılması hedefi ile Obama döneminde yapılan Nükleer Anlaşması’nın amacına ulaşamaması nedeniyle iptal edilmesi ve Trump ile birlikte “şahinlerin” güç kazanması, ABD ve İsrail’in savaşı tek ve alternatifsiz seçenek olarak gördüklerini ilan etmişti. Bu seçeneği uygun hale getirmek için başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerinin birçoğunu yanına çeken ikili, Arap NATO’su kurulması çabasının yanında İran’ın bölgedeki sinir uçlarını “zor” yoluyla yokluyor. Bölgede önemli etki alanı kazanan İran’ı Lübnan ve Irak’ta “siyasi”, Yemen, Filistin ve Suriye’de ise “askeri” olarak sınırlamaya çalışan ABD-İsrail, Tahran ile esas hesaplaşmayı İran coğrafyasına saklamakta.

ABD ve İsrail’in hesaplarının farkında olan İran ise ateş içeriye düşmeden dışarıda karşılamaya çalışıyor. Esad’ın Rusya’dan habersiz İran’a gidişi, Irak, Suriye ve İran Genelkurmay Başkanlarının bir araya gelmeleri ise İran’ın sadece desteklediği milis örgütleriyle değil ordularla sürece hazırlandığını gösteriyor. Diğer yandan Nükleer Anlaşma’yı imzalayan Cevad Zarif’in istifası (her ne kadar istifası kabul edilmese de) İran’da “şahinlerin” müzakere yanlılarına karşı inisiyatifi ele geçirdiklerini gösteriyor.

ABD-İsrail ve İran “çatışmasının” mekanının ise önümüzdeki kısa vadede bölgedeki çapının arttırılarak İran’a doğru yöneltileceği görülüyor. Fakat bu yönelmenin gerçekleşmesi için ABD ve İsrail’in önce bölgede “galip” gelmesi gerekiyor. Galip geldikleri takdirde bölgedeki hegemonyalarını büyük oranda sağlamakla birlikte İran’ın içine oynama fırsatını da yakalayacaklardır. Fakat galip gelememeleri durumunda ise bölgede İran etkisini kalıcılaşmakla birlikte “savaş hali” de devam edecektir.

Öte yandan iki cephe arasındaki gerilim artarken Rusya’nın Suriye’deki konumunu korumak için ABD ve İsrail’le çatışmayı istemediği ve İran’ın gücünün törpülenmesinin bölgedeki inisiyatifini arttıracağını hesapladığı görülüyor. Bu yüzden Moskova, İran’a yönelik tehditleri dostlar alışverişte görsün misali “kınamakta”. Fakat Moskova’nın İran’ın gücünün tamamen kırılmasının kendisini de zayıflatacağını bildiğinden, İran’a yönelik savaşın ateşi yükseldikçe dereceyi normal şartlara getirmek için hamleler de bulunacaktır. Çünkü Rusya için bölgede “savaş halinin” ateşinin artması sınırlı olan gücünün tükenmesi anlamına gelecektir. Bundan dolayı Rusya, kendisinin bölgede olmasının meşruluğunu sağlayan “savaş halinin” devamında yana olmakla birlikte, hem askeri hem de ekonomik gücünün sınırlılığından dolayı “savaş halinin” belirli derecelerde devam ettirmeye çalışmakta.

İdlip meselesi çözülüyor mu?

Hazır ABD ve İsrail İran’a yönelmişken Rusya da İdlip’e yönelik hamlelerini hızlandırıyor. Türkiye’nin bilgisi dahilinde İdlip’e savaş uçaklarıyla saldırı yapılması, İdlip’te kalanların hepsinin Nusracı olduğuna dair sıklaşan açıklamalar Rusya’nın tetiği çekmeye hazırlandığını gösteriyor.

Rusya’nın parmağını tetiğe uzatan şey ise olgunlaşan koşullar. Bütün cihatçılar İdlip’e toplandıktan sonra Rusya, hem konsolide olmuş cihatçıların çözülmesi hem Türkiye’yi yanında tutmak hem de yıpranan Suriye ordusunun güç kazanması için bekleyişe geçmişti.

Cihatçıların birbiriyle savaşması ve bunun sonucunda İdlip’in büyük bölümünü Nusra’nın ele geçirmesiyle ilk amaç hasıl olmakla birlikte Rusya için uluslararası meşruluk da oluşmuş durumda. Diğer yandan F-35, S-400, Fırat’ın doğusu ve Münbiç konusunda Türkiye ile ABD arasındaki gerilimin devam etmesi de Rusya’nın elini güçlendiriyor. Böylece Rusya Türkiye’nin bu gerilimden dolayı yanından çekilemeyeceğini öngörmekle birlikte Nusra’yı temizlemenin Türkiye’yi de rahatlatacağını hesaplayarak saldırı için ortamın hazır olduğunu düşünmekte. Keza ABD’nin ise Tenef üssü ve Fırat’ın doğusundaki pozisyonunu güçlendirmeyi yönelmesi de Rusya’nın elini güçlendirmekte.

Geriye ise Suriye ordusunun operasyonu gerçekleştirme kapasitesine sahip olup olmadığı kalıyor. Her ne kadar savaştan “galip” çıksa da Suriye ordusu ağır bir darbe olmuş durumda ve Rusya’nın teknik desteği ile İran yanlısı milis grupları olmadan bu operasyonu yapabilecek güce sahip olduğunu düşünmek oldukça şüpheli. Dolayısıyla operasyon için sadece Suriye ordusunun değil, Rusya ve İran’ın da hazır olması gerekiyor.

Nitekim bu koşullar bir araya gelmişken İdlip’e bir operasyon düzenlenmesi artık kaçınılmaz. Vaktini ise operasyonu düzenleyecek güçlerin “hazır” olması belirleyecek. Her ne kadar İran yanlısı milisler, Suriye ordusu ve Rus hava gücü İdlip sınırlarına yığılmış olsa da ölmeye hazır on binlerce cihatçının var olması, yapılması gereken hazırlığın ciddiyetini ve zamansal ve ekonomik maliyetini göstermekte.

Önümüz bahar

Bölgeden gitmek bilmeyen “savaş haline” rağmen Ortadoğu halklarının ve emekçilerinin mücadelesi büyüyor. Geçtiğimiz 8 ayda Irak, Ürdün, İran, Lübnan’daki eylemlere Sudan, Tunus ve Cezayir de eklendi.

Sudan’da soykırım suçlusu Ömer el-Beşir’in 29 yıllık iktidarını sarsan eylemler şimdilik sönümlenmiş gibi gözükse de mayalanmaya devam ediyor. OHAL ilan ederek eylemlerin önünü almaya çalışan el-Beşir bir yandan “isyancılarla” görüşerek iktidarının ömrünü uzatmaya çalışıyor. Fakat ekmeğin 6 kat zamlanması sonucunda başlayan eylemler de gösteriyor ki halkın canına kasteden el-Beşir’in günleri sayılı.

Sendikal hareketin en güçlü olduğu ülkelerden olan Tunus’ta emekçilerde son 4 ayda üç büyük greve gerçekleştirdiler. Emekçilerin büyük çoğunluğunun katıldığı grevler, “Arap Baharı’nın” başladığı Tunus’ta tekrardan filizlendiğini muştuluyor.

Cezayir’de ise Cumhurbaşkanı Abdulaziz Buteflika’nın tekrar adaya olmasına karşın başlayan gösteriler, işsizliğe ve yoksulluğa karşı eylemlere dönüşmüş durumda. Kitlesel gösteriler sonucunda adaylığını geri çeken Abdulaziz Buteflika, seçimleri erteleyerek hükümette değişiklik yapacağını duyurdu. Bunlar halkın tepkisini daha da arttırmış durumda ve Genelkurmay’ın müdahalesi sonucunda Buteflika görevden alındı. Böylece sistem içi bir müdahale ile eylemlerin önü alınmaya çalışılmakta. Kronikleşen yolsuzluk, yoksulluk ve işsizlik karşısında bu müdahalelerin ne kadar işe yarayacağı meçhul. Büyüme oranının yüzde 2’lere kadar düşmesi, döviz rezervlerinin 5 yılda 100 milyar dolar azalması, 30 yaş altında işsizliğin yüzde 25’i geçmesi ise “ekonomik” temelli isyanların alttan alta mayalandığını ve müdahalelerin bu mayalanmayı durdurmakta işlevsiz kalma ihtimalinin yüksek olacağını gösteriyor.

Daha önceki yazılarımızda[1] kapitalizmin krizi ile emperyalist güçlerin hegemonya krizinin sonucu olarak sundukları “savaş haline” karşı Ortadoğu halklarının kıpırdandıklarını, bundan dolayı da Ortadoğulu devrimcilerin savaş halinin yarattığı zeminden “hürleşerek” kendi zeminlerini yaratmaları ve bu zeminden doğru savaş haline müdahale etmelerinin imkân ve fırsatları uç vermekte olduğunu söylemiştik. Bu imkân ve fırsatlar bırakalım uç vermeyi, filizlenmiş durumda. Öyle ki egemenler yeni bir Arap Baharı’nın gerçekleşmesinden söz etmekteler. Ortadoğulu komünistlerin emekçilerin ve halkların yeni bir ayaklanmasını tekrardan egemen güçlerin gasp etmesine izin verme lüksleri bulunmuyor. Bunun için de ilk olarak “kendilerini yenmeleri” gerekmektedir. Kendini yenmek, büyük zafere gidecek yolda atılacak ilk ve en önemli adım olacaktır.

* Bu yazıda ilk olarak 29 Mart 2019 tarihinde sendika.org sitesinde yayınlanmıştır.

Başlık, Georg Friedrich Händel’in Rodrigo: Vincer Se Stesso È la Maggior Vittoria isimli operasında esinlenilmiştir.

https://www.youtube.com/watch?v=bVaeKUSNKj4

 Dipnot:

[1] http://sendika63.org/2018/08/gozyaslari-icinde-oturabilecek-miyiz-hasan-feramuz-506181/

http://sendika63.org/2018/10/hurluge-ovgu-hasan-feramuz-512807/