Gözyaşları İçinde Oturabilecek miyiz?*

Dünyanın kaynayan kazanı Ortadoğu’da bir savaşın daha son perdesine girildi. Fakat her zamanki gibi  bu son, yeni başlangıçlara gebe.

Bu “yeni” başlangıçların en önemli aktörleri ise sahada ayağı olan iki büyük güç, ABD ve Rusya. Bu iki ülkenin başkanları Trump ile Putin, Helsinki’de bir araya gelerek “yeni” başlangıcın “ilk” meşveretini eylediler.

Bu meşveret “medyatik” açıdan doyurucu olmakla birlikte, Ortadoğu’ya kısmi de olsa “serinletici” bir etki yapmış durumda. Fakat Ortadoğu kazanının mevsimden öte “yapısı” itibariyle sıcaklığa aşinalığı, bu serinletici etkiyi “etkisiz hale” getiriyor.

On yıllardır süren savaşların göz açtırmadığı Ortadoğu coğrafyasında, “çalınan” Arap Baharı’ndan sonra halktaki kıpırdanmalar tekrardan başladı. Geçtiğimiz aylarda Ürdün, Irak ve İran’da gerçekleşen kitlesel protestolarda yoksulluk ve yolsuzluğa karşı söylemler ön plana çıktı

Suriye’de “bahar” havası

Helsinki görüşmesi öncesinde Suriye ordusunun Dera ve çevresinde hızlı bir ilerleme sağlayarak savaşın güney cephesini nihayete erdirmesi, beklenmedik bir şekilde “pürüzsüz” gerçekleşti ve IŞİD’in de bölgeden temizlenmesiyle savaşın güney cephesi kapandı. Bunda ABD, Rusya ve Ürdün’ün (elbette perde arkasında İsrail’in) işbirliğinin katkısı büyük. Helsinki’de “olumlu” hava da tarafların bu işbirliğinden memnuniyetini dile getiriyor ve devam etmemesinde hiçbir beis görmediklerini gösteriyor.

Peki bu işbirliği neyi kapsıyor, ne vaat ediyor?

Taraflar ilk olarak Esad iktidarının “süresizliği” konusunda mutabıklar. Daha öncesinde ABD ve müttefikleri Esad’a “bir hafta” veya “bir ay” süre biçmiş, sonrasında bu süre “bir süre daha” olarak kabullenilmişti. Şimdi ise bu süre, Dera’daki ÖSO artıklarının Suriye ordusuna katılmasında görüldüğü üzere, herkesin de ikna olduğu şekilde “süresizliğe” çevrildi. Ve bu “süresizlik”, ilanihaye bir nitelikten öte “geçici” bir nitelik taşıyor.

Bu geçiciliğin en önemli belirleyici ise küresel güçlerin ahvali.

Gerek Irak ve Afganistan’da biten imparatorluk hayalinin neo-conların çabalarına rağmen dirilmemesi, gerekse kapitalizmin yapısal krizinin derinleşerek sürmesi ABD’nin gücünün sınırlılığını gösteriyor. Bu yüzden ABD, hegemonyasına yönelik en büyük tehdidi oluşturan Çin ve Rusya’ya karşı bu sınırlılık doğrultusunda hamle yapmakta. Trump göreve başladığında Çin’le “bahar” havası yaşayıp Suriye’de Rusya ile “hırlaşan” ABD, şimdi Çin’le vergi savaşlarına girişmişken Suriye’de Rusya ile “bahar” havası yaşamakta.

Bu geçici “bahar” havasını ise yapılan onca yardıma rağmen İdlip’e sıkışan cihatçıların bozmasını istemeyen ABD, Rusya’nın ve dolayısıyla Esad’ın ülke üzerindeki kontrolünü kabullenmekle birlikte Tanf bölgesi ve Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrol ettiği yerlerde bulunmakla “şimdilik” yetinmekte. Böylece ABD hem Ortadoğu’da ayağını basabileceği zengin petrol sahalarına sahip yeni bir yer edindi hem de gelecek için güç konsolide edebileceği bir alan kazanmış oldu.

Rusya ise hem Esad’ı iktidarda tutmayı başarması hem sıcak denizlere boylu boyunca yerleşmesi hem de ikinci bir Afganistan hezimetinin yaşanmamasından dolayı durumdan memnun. Suriye’deki ateşe olabildiğince az dokunarak adım adım çözme stratejisi izleyen Rusya, son raunda girilirken bunda büyük ölçüde başarılı oldu. Son raunt İdlip için hızla hazırlıklara başlayan Rusya’nın burada da benzer bir stratejiyi izleme olasılığı yüksek.

İdlip’te adım adım ilerleme

Özellikle Hama kırsalı, Doğu Guta ve Dera’dan taşınan cihatçılar ile İdlip’te çoğunlukta olan El-Nusracıların birbirleriyle çatışmasını hedefleyen Rusya, burada Türkiye’ye çok güveniyor. Astana’da varılan çatışmasızlık bölgeleri kararınca Türkiye’nin denetimine verilen bölgede sükûnetin sağlanması, Suriye’nin geri kalanının temizlenmesinde oldukça fayda sağlamıştı.

Rusya burada ilk olarak İdlip’teki cihatçıların bir kısmını İdlip’te imha etmeyi, geri kalanını Afrin-El Bab hattına sürüklemeyi hedeflediği görülüyor. Böylece hem Türkiye’nin kucağındaki saatli bombanın şiddetini arttırarak kendine olan bağımlılığını sürdürmeyi hem de SDG üzerindeki “Demokles Kılıcı’nın” keskinliğini arttırarak Esad’la olan müzakerelerine şekil vermeyi planlıyor.

Bu doğrultuda ilk hedef olarak Cisr eş-Şuğur öne çıkıyor. El-Kaide’ye yakın Heyet Tahrir El Şam’ın (HTŞ) güçlü olduğu bu kasabaya girerek operasyonun meşruluğunu arttırmak, görece “ılımlı” muhaliflerin savaş gücünü azaltmak, Suriye ordusunun kazandığı savaş gücü ile inisiyatifi kaybetmeden ilerlemek ve son zamanlarda Rus askerlerinin bulunduğu Hmeymim üssüne yapılan saldırılara da son vermek hedefleniyor.

Böylece Rusya İdlip’te de adım adım ilerleyerek süreci az zararla bitirmeyi hedeflerken Türkiye ile olan bağını da kopartmamaya dikkat edecektir.

Türkiye de bu bağlamda İdlip operasyonunu olabildiğince engellemek için Rusya’ya şu teklifleri sundu: Tüm muhalif grupların bir araya getirilere bir konferansın düzenlenmesi, tüm silahlı grupların Ankara’nın denetimindeki Suriye Ulusal Ordusu’na katılması, tüm ağır silahların Türk ordusuna teslim edilmesi, gerilimi azaltma bölgesinde sivil bir idarenin kurulması ve silahlı grupların hâkim olduğu bölgelerden geçen M5 otobanında bir Türk-Rus “himaye” mekanizmasının oluşturulması.

Bu tekliflerden de anlaşılacağı üzere Türkiye silahlı grupların tasfiye edilmesini engellemekle birlikte bölge üzerindeki varlığını güçlendirmeyi amaçlıyor. Fakat İdlip operasyonun gerçekleşmesi halinde Astana’dan çekilme restini sunan Türkiye’nin elinin pek de güçlü olmadığı ise Rusya tarafından görülüyor. Bu yüzden de Rusya İdlip’te birden yüklenip Türkiye’yi kaçırmaktan çok adım adım ilerleyerek Ankara’yla bağını kopartmadan cihatçılarla kendisinden çok Türkiye’nin “ilgilenmesini” istiyor.

Kürtlerle görüşme

Esad yönetimi ile Demokratik Suriye Meclisi (DSM) arasındaki görüşmeler resmen Temmuz sonunda başladı. Haseke ve Kamışlı’da gerçekleştirilen öngörüşmelerin ardından DSM Eşbaşkanı İlham Ahmed’in başkanlığındaki heyetin katılımıyla Şam’da başlayan görüşmeler olumlu bir seyir izliyor.

Suriye Demokratik Güçleri’nden (SDG) gelen “İdlip operasyonuna katılabiliriz” açıklaması ve Şam’dan gelen ” Anayasadaki mahalli idareler kanunu tekrar aktive edilecek” açıklaması da bu olumlu seyrin göstergesi. Ayrıca SDG’nin Suriye ordusuna, Asayiş biriminin de Suriye polisine entegre edilmesi konusunda da uzlaşma sağlandığı söylenmekte.

Bu gelişmeler, Suriye’deki savaşın başından beri karşı karşıya gelmemeye özen gösteren Şam ile Kürtlerin ortak noktada buluşma olasılığının çok yüksek olduğunu göstermekle birlikte savaşın tamamen bitmesinin de tek yolu olduğunu gösteriyor. Her ne kadar yaklaşık 7 yıllık savaştan başarılı olarak çıkma ihtimali yüksek olsa da, Suriye ordusu önemli oranda yıpranmış durumda. Bu yüzden de sayısı 50 bini geçmiş olan, IŞİD’e karşı verdiği mücadeleyle dünya çapında meşruluğunu ve gücünü kanıtlamış olan SDG’ye karşı Rusya ve İran desteği olmadan başarılı olma durumu neredeyse sıfır. Dolayısıyla hem Türkiye’yi toprağından çıkarmak hem de savaşı bitirmek için Esad’ın SDG ile anlaşması şart.

Diğer yandan benzer bir zorunluluk SDG için de geçerli. Afrin operasyonunun da gösterdiği üzere, ABD ve Rusya arasında denge politikası yürüterek var kalmanın da bir sınırlılığı mevcut. Elde ettiği kazanımları korumanın yolu da yasal statü kazanmaktan geçiyor. Bundan dolayı önümüzdeki günlerde DSM ile Esad yönetimi arasındaki görüşmelerin hız kazanacağı öngörülebilir.

İsrail saldırganlığı ve İran yaptırımları

Suriye’de “bahar” havasının getirdiği serinlik, Ortadoğu’nun diğer bölgelerinde arttırılan sıcaklıkla dengelenmekte. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın ardından emperyalist güçlerin karakolu ve koçbaşı olarak görevlendirdikleri İsrail işlevini sürdürmeye devam ediyor.

ABD’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasının ardından İsrail’in kendisini “Yahudi Ulus Devleti” olarak tanımlaması önümüzdeki dönemde saldırganlığını arttırmaya devam edeceğinin en önemli işareti. Bu saldırganlığının önündeki en önemli hedef İran.

İsrail Tahran’ın Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’de artan etkisine karşı önce İran’ın bölgede artan etkisini durdurmayı, sonrasında ise ortadan kaldırmayı hedefliyor. Bunun için de bölge ülkeleri ve ABD ile işbirliği içinde hareket ediyor.

İran’ın askeri ilerlemesi durdurmak için ABD, büyük bir çaba göstererek S. Arabistan, Mısır, Ürdün ve 6 körfez ülkesini “Ortadoğu Stratejik İttifakı” (Middle East Strategic Alliance-MESA) adı altında bir araya getirmeye çalışıyor. 12-13 Ekim’de Washington’da ilk zirvesini yapacak olan MESA Arap NATO’su olarak nitelendiriliyor.

İran’ın mali olarak yıpratılması için ise ABD, nükleer anlaşmadan çekilmekle birlikte mali yaptırımlarını da resmen başlattı. Bu yaptırımların Kasım ayında petrol yaptırımlarını da kapsaması bekleniyor.

Bunlarla birlikte İngiltere, Fransa ve Almanya’nın yaptığı ortak açıklamada “İran ile meşru ticaret yürüten Avrupalı firmaları koruma konusunda kararlıyız” denilmesi, Almanya’dan gelen “İran’la yaptığımız nükleer anlaşmanın arkasındayız” açıklaması ve Trump’ın İranlı yetkililerle herhangi bir zamanda görüşmeye hazır olduğunu söylemesi ilk olarak İran’ın sınırlandırılmasının amaçlandığı gösteriyor.

Diğer yandan İran’ın içine yönelik hamleler de devam ediyor. Sürgündeki İran muhalefetini bir araya getiren ABD’li yetkililer, 2019’da Tahran’da buluşmak üzere randevu kesiyorlar. Dış baskıların içeriden desteklenmedikçe başarılı olamayacağını bilen ABD-İsrail, İran’da yolsuzluk, yoksulluğa karşı artan tepkilerden faydalanmaya çalışıyor. Nitekim ABD’li yetkililer de yaptırım açıklaması sırasında “İran’ın gelirlerini terör faaliyetleri yerine halkına harcaması” tavsiyesinde bile bulundular.

İran ise ikiye bölünmüş durumda. Başkan Ruhani ve bazı “reformcuların” oluşturduğu bir kesim içerideki ekonomik sıkıntılara ve yolsuzluğa yönelmeleri gerektiğini savunurken Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin ve muhafazakarların oluşturduğu kesim ise ülke dışındaki operasyonların devam etmesi gerektiğini savunuyor. Fakat bu bölünmüşlük şimdilik bir ayrışma yaratmamakla birlikte dışarıdaki operasyonların azaltılarak dış baskının hafifletilmesi ve kazanımların konsolide edilmesi konusunda ortaklaşmaktalar.

Nitekim Lübnan’da Hizbullah’ın ve Irak’ta Haşdi Şabi’nin seçimlerden güçlerini koruyarak çıkmaları, insani yardımların ulaşmadığı ve binlerce bebek ile çocuğun katledildiği Yemen’de Ensarullah güçlerin direnmeye devam etmesi İran’ın konsolidasyonda bir başarı yakaladığını gösteriyor. Dolayısıyla ileriki günlerde İran’ın dışarıyı aksatmamakla birlikte içerideki sorunlara odaklanacağını söyleyebiliriz.

“Ekonomik” ve kitlesel gösteriler

On yıllardır süren savaşların göz açtırmadığı Ortadoğu coğrafyasında, “çalınan” Arap Baharı’ndan sonra halktaki kıpırdanmalar tekrardan başladı. Geçtiğimiz aylarda Ürdün, Irak ve İran’da gerçekleşen kitlesel protestolarda yoksulluk ve yolsuzluğa karşı söylemler ön plana çıktı.

Haziran başında Ürdün başbakanının istifasıyla sonuçlanan, hükümetin vergileri artırma ve kemer sıkma politikaları protesto eden gösteriler Ürdün’ün dört bir yanında gerçekleştirildi.

Temmuz sonunda Irak’ın Basra kentinde başlayan ve Bağdat’a kadar ulaşan gösterilerde ise elektrik kesintileri ile birlikte yoksulluk protesto edilirken neredeyse bütün parti binalarına saldırılar gerçekleştirildi.

2017’nin son günlerinde, Haziran sonunda ve Ağustos başında İran’da gerçekleştirilen protestolar ise kemer sıkma politikalarından su kesintilerine, döviz kurundan yoksulluğa karşı çeşitli söylemler üzerinden gerçekleştirildi.

Bu gösterilerin ortak noktası “ekonomik” nedenler olmakla birlikte kitlesellikleri ve görece “uzunlukları” idi. En az bir hafta süren ve ülkenin dört bir yanına yayılan bu gösterilerin en büyük zaafı ise bir önderlikten ve örgütlülükten uzak olmaları. Bu zaaflar, gösterilerin uzun sürmesine rağmen çok kısmi kazanımlarla sönümlenmelerine yol açmış durumda. Fakat coğrafyanın dört bir yanında, özellikle yıllardır savaşın içinde olan ülkelerde, kapitalizmin girdiği yapısal krizin de büyük etkisiyle gerçekleşen bu protestoların son bir yılda giderek süreklilik kazanmaları devamının geleceğini gösteriyor. Çünkü kapitalizmin yapısal krizi, mezhep, ırk vs. savaşları içinde debelenen Ortadoğu’da “ekonomik” tepkilerin giderek ön plana çıkmasını “sağlayacak” kadar derin ve sürekli.

Ortadoğu halkları ve emekçileri savaşın getirdiği gözyaşları içinde oturmak istemediklerini ve başka bir şey istediklerini gösteriyor.

Peki ya diğer “Ortadoğulular”? 

*Bu yazı ilk olarak 10 Ağustos 2018 tarihinde sendika.org sitesinde yayınlanmıştır.

Yazının başlığı Bach’ın en ünlü eserlerinden Aziz Matta Pasyonu’nun final bölümünün adından, “wir setzen uns mit tränen nieder” (Gözyaşları içinde oturuyoruz) esinlenilmiştir. Karl Richter şefliğindeki versiyonu tavsiye edilir:

https://www.youtube.com/watch?v=8ZnlgMgou-g