Avusturya’da Büyük Sermayenin Zaferi*

Almanya genel seçimlerinden iki hafta sonra Avusturya’da da genel seçimler gerçekleştirildi. Tıpkı Almanya’da olduğu gibi, Avusturya’da da sonuçlar ciddi bir “sağa kayış”ı gösteriyor. Bu sonuçları doğru bağlamda okumak adına önce kısaca ülkede uzun zamandır belirleyici bir güç olan politik sisteme bakmamız gerekiyor. 

Avusturya’nın kemikleşmiş düzeni 

Avusturya’da, 2. paylaşım savaşının ardından, çoğu zaman “büyük koalisyon” hükümetleri gördük. “Büyük koalisyon”, sağ-muhafazakâr Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ve Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) tarafından kurulan hükümetleri tarifleyen bir kavram. Fakat bu sistem meclisle sınırlı değil. 

O iki “büyük” parti bütün toplumu da şekillendirmiş durumda. Örneğin devlet şirketlerinden okullara kadar tüm kamu kurumlarında yöneticiler “Proporz” adı verilen bir sisteme göre (bir ÖVP’den, bir SPÖ’den) atanıyor. Üstelik korporatist toplu iş ortaklığı ile (Sozialpartnerschaft) bu koalisyonun cisimleştiği fiili bir durum yaratıldı. Bu iş ortaklığı işveren ve işçi temsilcilerinin, sendika, odalar vb. kurumların bir araya gelip çeşitli yasa taslaklarını oluşturdukları bir mekanizmadır. 

1980’lerde üçüncü bir parti yükselişe geçti. Savaşın ardından eski Naziler tarafından kurulan Özgürlük Partisi (FPÖ) 1986’da liberal kanadını tasfiye edip, yoluna “postmodern faşist” bir parti olarak devam etti. FPÖ, 2000’de ilk defa ÖVP ile birlikte bir hükümet oluşturdu. O hükümet tam bir fiyasko idi. O hükümetin bugüne mirası, kamusal mülkiyetin özelleştirilmesinde yapılan yolsuzluktan dolayı bugüne dek süren davalar oldu. 

FPÖ hükümet olduğu dönemde bölünerek bir darbe aldı. Etki ve oy kaybı yaşadı. Bölünmeden sonra sağın yine tek seçeneği olarak kalan FPÖ, daha sonra yeni lideri Heinz Christian Strache ile yeniden yükselişe geçti. FPÖ siyasetinin ana hatları ise, göçmen karşıtlığı ve toplu iş ortaklığın yok edilmesi. Toplu iş ortaklığının bekçisi SPÖ ise, git gide işçilerin desteğini kaybetmekte. Bir ÖVP-FPÖ koalisyonunu, toplu iş ortaklığına bir saldırı olarak görmek güç değildir. 

Büyük “sağa kayış” 

Seçim sonuçlarına bakarsak, ÖVP, SPÖ ve FPÖ ile “şimdilik” kalıcı üç “büyük” parti olduğunu görebiliriz. ÖVP yüzde 31,5 ile birinci, SPÖ yüzde 26,9 ile ikinci, FPÖ ise yüzde 26 ile üçüncü oldu. Ek olarak, toplumsal anlamda liberal, ekonomik anlamda neoliberal NEOS yüzde 5,30 ile ve eski Yeşiller milletvekilli Peter Pilz tarafından kurulmuş bir “liste” yüzde 4,4 ile meclise girebildi. 

Seçimde dikkat çeken önemli noktalar oldu. İlk olarak ÖVP’yi birinciliğe fırlatan hamle, müstakbel başbakan Sebastian Kurz’un bir parti içi darbesi oldu. 31 yaşında olan eski dışişleri bakanı Kurz, büyük sermayenin desteğini alıp, çürümüş ve iç çelişkilerinden dolayı düşüşte olan ÖVP’nin başına geçerek partiyi kontrol altında aldı. 

İkinci olarak Yeşiller, iç çatışmalardan dolayı 31 yıl sonra ilk defa meclise giremedi. Daha sağ bir çizgiyi savunan Peter Pilz, aday yapılmayınca kendi listesini kurup meclise girdi. Üstelik bugünlerde bir taciz iddiasından dolayı vekillikten geri çekilmiş durumda. Diğer yandan Yeşiller daha solda duran gençlik örgütünü de partiden tasfiye etti. Öte yandan geçtiğimiz sene FPÖ’nin adayına karşı burjuvazinin çoğunluğunun desteğini alarak cumhurbaşkanı seçilen Alexander van der Bellen ise Yeşiller’in eski sözcüsü. Parti üyesi cumhurbaşkanı ama parti meclis dışında! 

Görünen şu: Bütün bu sonuçlar toplumun ve siyasetin sağa kayışının bir ifadesidir. Örneğin, sermaye, temsili bir fonksiyona sahip olan cumhurbaşkanlığı için liberal, aydın birini destekleyip, içe dönük politikalarda ise daha saldırgan, sağ ve faşizan siyaseti tercih ediyor. 

Yeşiller ekonomik anlamda pek sol bile sayılmasa da, mecliste ırkçılığa ve göçmen karşıtlığına karşı duran önemli bir ses idi. Şimdi o ses artık mecliste yok. Ve sermaye saldırganlığını arttırırken önümüzdeki süreçte, ırkçı söylemler ve politikalar yükselecek, hatta toplumun daha da faşistleşmesi söz konusu olacaktır. 

Sermaye topyekûn saldırı hazırlayışında 

Gelelim sermayenin planlarına. ÖVP-FPÖ koalisyonu üzerinde bir uzlaşma var. Zaten seçimden önce bile bu iki parti ve partilerin başkanların arasında “flört” başlamıştı. Sebastian Kurz yönetimi altında ÖVP göçmen sorununda git gide sağa doğru kayıyordu. Tersinden, FPÖ bu seçimlere yönelik yeni bir ekonomik program yayımladı. O ekonomik programda “refah” ve “sosyal” söylemler tamamen silindi, AB karşıtlığı (FPÖ için önemli bir mobilizasyon aracıdır) bile kaybolup marjinal oldu. FPÖ şefi Strache seçimden sonra durumu gayet güzel ifade etti: “Programımız yüzde 60 ile seçildi”. 

Sermayenin “Kurz aşkı” şundan kaynaklı: Kurz yeni nesil siyasetçi olarak ne SPÖ ile koalisyona, ne de parti içindeki özellikle küçük çiftçilerin çıkarlarını savunan kurumlara karşı bir bağlılık hissetmiyor. Sermaye artık toplu iş ortaklığından kurtulmak, toplu sözleşmeleri ortadan kaldırmak, vergileri azaltmak, kiracıları koruyan maddeleri yok etmek, emeklilik yaşını da 67’ye yükseltip emeklilik maaşını düşürmek istiyor. Kısacası, Almanya tipi neoliberalizmi Avusturya’ya getirip ekonomik krizi bu şekilde çözmeyi hedefliyor. 

ÖVP-FPÖ hükümet ile bu tür hamleler artık mümkündür. 

Direnç noktaları 

Avusturya’da elbette demokratik ve sol güçleri zor zamanlar bekliyor. Devam eden ekonomik kriz ortamında toplumsal çelişkiler gittikçe derinleşiyor. Ve bu sıkışmışlıktan dolayı sermayenin saldırganlığı artmakta. 

2000’de ÖVP-FPÖ hükümetine karşı büyük protestolara tanık olduk. O süreçte uluslararası tepkiler üzerine bazı şahıslar bakan olamamıştı. Bu kez yaygın bir sessizlik söz konusu. Toplumsal zemin değişti, saldırgan ve otoriter neoliberal politika Avrupa’da artık “normal” olarak görülüyor. ÖVP-FPÖ ve arkalarındaki sermaye ise, 2000’lerin başında beceremedikleri işi tamamlamak istiyorlar. 

Bu kadar kolay olacak mı? Metal sektöründeki toplu sözleşme görüşmelerinde “normal”den daha sert esen hava yeni dönemin habercisi olabilir. Er ya da geç işçiler ÖVP-FPÖ’nün politikasının onlara yaramayacağını görecektir. Bakalım Avusturya’da sendikalar daha mücadeleci bir tarz sergileyebilecek mi? Sergileyemezlerse solun işi zor olacaktır. 

Ayrıca ırkçılığın tamamen meşrulaştırıldığı bir ortama doğru gidiyoruz. Hükümet toplumsal sorunu, yani emek-sermaye çelişkisini bir “uyruk/ırk” çelişkisi olarak göstermeyi başarırsa, hem sermaye saldırganlığına karşı direnci azaltmış olacak, hem de sertleşen ortamda toplumsal faşistleşme derinleşecek. 

*toplumsalozgurluk.org’tan alınmıştır.