“YSK, İktidarın, Atı Alıp Üsküdar’ı Geçmesi İçin Bir Can Simidi”

Çağdaş Hukukçular Derneği(ÇHD) İstanbul Şube Başkanı  Av. Gökmen Yeşil ve ÇHD İstanbul Yönetim Kurulu üyesi Av. Tamer Doğan ile ülke ahvalini, kriz dinamiklerini, OHAL ve KHK yaptırımlarını hukuk sistemi ve ilkeleri çerçevesinden konuştuk.

El yazmaları: Türkiye’de özellikle 2013 ve sonrasında olağanüstü bir siyasal ve toplumsal atmosferi yaşıyoruz. Böylesi bir olağanüstü iklimde son beş yılında yedi seçim takvimi yaşayan Türkiye’yi hukukçular olarak nasıl değerlendirirsiniz? 

Av. Gökmen Yeşil : 

Bildiğiniz gibi tercih etmek için seçenekler hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Basının hali ortada, gazetelerin önemli ölçüde susturulduğu, gazetecilerin tutuklandığı bir ülkeden, hukukun tümüyle ortadan kaldırıldığı, hukukçuların tutuklandığı bir ülkeden, üniversitenin içinin boşaltıldığı, binlerce akademisyenin ihraç edildiği, yargılandığı, tutuklandığı bir ülkeden söz ediyoruz.

Hak arayan işçilerin yerlerde tekmelendiği, onlarcasının tutuklandığı, sendikaların çalışamaz hale getirildiği bir ülkeden söz ediyoruz. Değil sosyalistlerin, devrimci örgütlerin siyaset hakkı, meclisin üçüncü büyük partisi HDP’nin siyaset yapamaz duruma sokulduğu, sağ partilerin bile siyasi ayak oyunları ile merkez faşist partiye yedeklendiği bir ülkeden söz ediyoruz.

Saadet Partisi, Anap ve DYP’nin başına gelenleri böyle değerlendirmek gerekir. Seksen milyonluk nüfusun çok azı sosyal medya kullanıyor. Kitle propagandası camilerde, cemaat sohbetlerinde, tek tek ev ziyaretlerinde yürütülüyor. Ve tabii devasa bir okur – izleyici kitlesine sahip yandaş medyayı ve ondan aşağı kalmayan burjuva medyayı unutmamak gerekir. Bindiğimiz her toplu taşıma aracında, takside, girdiğimiz her dükkanda aynı sesi, aynı propagandayı duyuyoruz. Şimdi ben soruyorum; neyi seçeceğiz? Faşist parti dışındakileri daha dinleyemedik ki…

Tam bu noktada düşünce, ifade, propaganda, örgütlenme özgürlüğüne yönelik postallı değil rugan ayakkabılı, kamuflajlı değil takım elbiseli lacivert darbe hukuk ve yargı eliyle yürütüldü – yürütülüyor. Yol kazası sonucu beğenilmeyen seçim sonuçları da hakim cübbeli albaylar tarafından telefi ediliyor.

Av.Tamer Doğan:

Seçimi iktidarın meşruiyet kaynağı olarak görüyorum, o yüzden son yıllarda sürekli seçim kararı almaya başladı.

En çok zayıfladığı dönemde seçim organize edip güçlenerek çıkması aynı zamanda iktidarını pekiştirmek için de hayati önemde.

Bahsi geçen dönemde, işine geldiğinde yargı kararlarını tanımayan, işine gelmediğinde ise siyasi rakiplerini hukuk tanımazlıkla suçlayan bir iktidar dili hakim. Türkiye’nin post-neoliberal politikaların iyi bir uygulama alanı olduğunu düşünürsek; güçlü devlet, güçlü lider-tek adam ve sürekli savaş hali stratejisinin bir yansıması olarak hukuksuzluk veyahut hukukun askıya alınması gibi görünen ahvalin bizatihi bu dönemin hukuku olduğunu ileri sürebiliriz.

El yazmaları: Fotoğrafa dünya ölçeğinde bir tablodan baktığımızda ve “hukuk devleti ve yargı sistemi” çerçevesinde bir değerlendirme yapmak gerekirse, son yıllarda yaşadıklarımızı kavramsal olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Av.Tamer Doğan: Oldum olası hukuku bir oyun hamuruna benzetirim.

Kimin elindeyse istediği şekli veriyor ve istediği gibi kullanıyor. Hukukçular burjuvazinin yeni ruhban sınıfı olarak ortaya çıktığından bu yana bizim cenah dahil olmak üzere hukuka tapınma hali çok yaygın.

Kapitalist devleti burjuvazinin yürütme organı olarak okuyorsak şayet, yargının bağımsızlığından söz etmemiz abesle iştigaldir. Hukuk devleti deyince kulakları çınlasın, tutsak Genel Başkanımız Av. Selçuk Kozağaçlı’nın: “Hukuk diye helvadan put yapmışsınız acıkınca yiyorsunuz.” betimlemesini yad etmeden olmaz.

Av. Gökmen Yeşil: Pek tabi anayasasızlaşma süreci Türkiye ile sınırlı değil.

20. yüz yılın sosyalist alternatifi karşısında bir denge politikası olarak mecburen kabul edilen anayasal hak ve özgürlükler gerek alternatifin ortadan kalması ve gerekse derinleşen krizle birlikte yük olmaya başlamıştı.

ABD ve Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm kapitalist ülkeler son 30 yıldır yasal mevzuatlarında köklü değişiklikler yaptı. Özellikle 11 Eylül eylemi bu sürece ivme kazandırdı. Kabaca terörle mücadele yasalarının anayasa işlevi gördüğü bir hukuk – yargı ortamıyla karşı karşıyayız. Ülkemiz açısından ifade edeceksek tüm olumsuzluklara rağmen baskılanamayan sol hareket ve her an patlama potansiyeli taşıyan işçi hareketi sömürgecileri ve ülkemiz burjuvazisini tedbir almaya itti. O tedbir faşizmdir.

El yazmaları: YSK’nın 6 Mayıs’ta vermiş olduğu İstanbul seçimlerinin yenilenmesi ve 250 sayfadan oluşan gerekçeli kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Av.Tamer Doğan: YSK aslında iktidarın atı aldığında Üsküdar’ı geçmesi için can simidi iken, 16 Nisan Referandumundan beri rehin alındığı ve AKP’nin yüksek yargıçları olarak faaliyet yürüttüğü için 6 Mayıs’taki o tarihi kararı vermiştir.

Politik saiklerle ve talimatla alınan bir kararı hukukla açıklamak mümkün değil diye düşünüyorum.

Halihazırda memleketteki insanlarımızın çoğunun stratejist, hukukçu ve politikacı gibi analizler yapabildiği bir dönemde; nasıl olur da bir zarfın içinden çıkan 4 oyun birinin geçersiz sayıldığından tutalım da oyların çalınmadığı itirafına kadar, seçmenin dahli olmayan sandık kurulu başkanları üzerindeki şaibeden tutalım da aynı gerekçelerle 24 Haziran seçimlerinin iptal edilmesi zorunluluğuna kadar bir hukuksal değerlendirme yapmak çok özgün olmayacak diye düşünüyorum.

Haliyle 250 sayfalık bir gerekçeli kararı da “İlan edilen Hukuk”un manifestosu olarak yorumlamak abartı değil.

İktidar kendi açısından son derece haklı çünkü onlar açısından bu bir ölüm kalım meselesi. Yalnızca vakıflara aktarılan ayni veya nakdi yardımlar veya yolsuzluklar değil koca bir merkez sağ iktidarın çarkının ana dişlisinin kırılması anlamına geliyor İstanbul’un kaybedilmesi.

Şöyle ki; İBB üzerinden kaynak aktarılan yerlerde yetiştirilen “kindar nesiller”in aslında karşı-devrimci kadrolar olarak eğitilip sınav sonuçları da verilerek devletin bütün kademelerine serpiştirildiği ve nihayetinde seçimleri gerekçeli karar yazarak iptal edebildiği bir döngüden bahsediyoruz.

O yüksek yargıç seçimi iptal edip gerekçeli karar yazmasın da kim yazsın?

Av. Gökmen Yeşil : Sadece İstanbul açısından değil, HDP’li belediye başkanlarına ve meclis üyelerine yapılanları ve mazbata gasplarını düşünmek gerekir. Biraz önce de ifade ettiğim gibi darbe cübbeli albaylar eliyle yürütülüyor.

İlla hukuk konuşalım derseniz, iptal kararının ve yazılan gerekçenin hukukla en ufak bir ilgisi yok. Faşist iktidar “nezaketi” elden bırakmıyor, halkı kırmamak için doğrudan “sizin tercihinizi tanımıyorum ve şu kişiyi başkan yapıyorum” demiyor da yargıçlara ve yargı kurumlarına “durumu kitabına uydurun” diyor. Mekanı cennet olsun, Necmettin Erbakan yıllar yıllar önce büyük bir öngörü ile “kanlı mı olacak, kansız mı olacak” demişti. Faşizm “nezaketen” az kanlı bir şekilde yürütüyor, şimdilik…

El yazmaları: 15 Temmuz darbe girişimi ardına 20 Temmuz’da ilan edilen OHAL ile, ardışıklaşan KHK’ların siyasi ve hukuksal akıbeti nasıl olur? Sizce Türkiye’de OHAL uygulaması kalktı mı?

Av. Gökmen Yeşil : Belki de OHAL hiç olmadı desek yanlış olmaz.

Öyle ya da böyle OHAL kanunu ve uygulamasının da bir hukuksal çerçevesi var. 20 Temmuz 2015 sonrası adına OHAL denilen bir darbe yaşadık. Tüm hukuk sistemi bir kişiye bağlandı ve o kişinin emir ve talimatları KHK adıyla karşımıza çıktı. Hazırlıkları daha öncesinde de vardı. İç güvenlik paketi bu anlamda önemli adımlardan biriydi. Biz ÇHD olarak o paketle ilgili bir broşür hazırlayıp meydanlarda dağıtmıştık. Broşürün kapağında 1980 darbesini duyuran Hürriyet Gazetesi manşetine atıfla “Parti yönetime el koydu” yazmıştık. OHAL hiç olmadı, darbe yönetimde diyebiliriz.

Av. Tamer Doğan:
OHAL’in kalıcı hale getirildiğini ve deyim yerindeyse hepimizin KHK’li olduğunu söyleyebiliriz.

Devlet içi kliklerin savaşından devleti yeniden yapılandırarak ve tüm muhalifleri tasfiye ederek güçlenmek isteyen devlet aklı, yalnızca KHK’ler ile memurları ihraç ederek değil, örneğin stajını bitiren avukatlara ruhsatını vermeyerek, “taşerona müjde” adı altında istihbarat raporları ile taşeron işçileri işten çıkararak aslında bizlerin yurttaşlık halini ortadan kaldırmakta.

Hak ve ödevler açısından baktığımızda; vergi, askerlik ve daha nice ödev bize yüklenirken, konu haklardan yararlanmaya geldiğinde gayrı-vatandaş muamelesine maruz bırakılabiliyoruz.

Bu konudaki en bariz örneklerden biri masumiyet karinesi ve cezada şahsilik ilkesi hiçe sayılarak, herhangi bir akrabasının GBT’si gerekçesiyle işten çıkarılan işçilerdir. En güncel örnek ise KHK’li olduğu gerekçesiyle mazbatası gasp edilen seçilmişlerdir. Devlet kendi vatandaşlarını hem sürekli yurt dışına çıkış yasağı ile ülke sınırlarına hapsederken hem de vebalı muamelesi yaparak açlıkla terbiye etmeye çalışıyor . Sonuç olarak OHAL kalkmadığı gibi hayatın her alanına sirayet ederek kalıcı hale getirildi.

El yazmaları: Türkiye’nin yönetim mekanizmalarında çeşitli kriz dinamiklerinin derinleştiği (devlet, rejim, ekonomi, meşruiyet krizi vb.) bir momenti yaşıyoruz. Bu çerçevede bir “hukuksal/hukuki krizden” söz edebilir miyiz? Açar mısınız?

Av. Gökmen Yeşil : Anayasa ve yasalardaki sayısız gerici dönüşüme, yargıdaki korkunç kadrolaşma ve baskıya rağmen tümüyle kontrol altına alınamayan bir durumla karşı karşıyayız.

Temel hak ve özgürlüklere dair birçok düzenleme hala yasaların bir yerlerinde duruyor. Açıkça tüm haklar kaldırılmıştır şeklinde bir anayasal, yasal düzenleme yapılmadıkça bu çelişki var olacak. Ve yargı mensuplarının tamamı da iktidarın elemanıdır diyemeyiz. Hala hukukçu rolü oynamaya çalışan meslektaşlarımız var. Ama onlar da hukuka ve vicdana uygun kararlarının karşılığını gün beklemeksizin anında sürülerek alıyorlar. İktidar hukuksal çelişkiyi fiili uygulamayla gidermeye çalışıyor; Vali her şey çok güzel olacak demeyi yasakladı gibi…

El yazmaları: İktidar bloğunun inşa etmekte olduğu rejim, anayasal bir statü kazansa da kısa sürede bu anayasal düzenin işlemediğine, anayasanın bizzat onu topluma dayatanlar tarafından çiğnendiğine tanık olduk. Toplumsal güçler açısından bakacak olursak, halk güçlerinin dağınık ve çoğu zaman kendiliğinden seyreden mücadelelerini ortak bir zemine çekmek ve onları toparlamak amacıyla, demokratik bir anayasa hareketi için uygun koşullar sizce yok mu? Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? 

Av.Gökmen Yeşil : Metrobüste, vapurda küçücük çocuklar ellerindeki akordeonlarla sürekli çav bella ve onuncu yıl marşı çalıyorsa burada görmemiz gereken şey romantizm değildir.

Sağlamasını Bursa’daki metal direnişiyle, Gezi’yle, şantiyelerdeki ayaklanmalarla, hala devam eden onlarca işçi direnişiyle, çevre hareketleriyle, açık teröre rağmen İstiklal’i dolduran onbinlerce kadının eylemiyle, bir türlü sinmeyen gençlik eylemleriyle yapabiliriz. İstanbul’da Bakırköy meydanında izinli 1 Mayıs mitingi varken Taksim’de ısrar edenlerin ve gözaltına alınanların yaklaşık 150 kişiyi bulmasını ben büyük bir olay olarak yorumluyorum.

Bence dağınıklık öncelikle solun kendisinde. Ancak bu da hadi bir olalımla olmayacak. Demokratik Anayasa Hareketi gibi bir çıkış önemli demokratik bir hamle olacaktır. Ancak önce solun, sonra küçük ve dağınık direnişlerin bir bütünlüğe bağlanması başka bir şeyle mümkün; Tolstoy bunun cevabını Hacı Murat’a “kimin kılıcı keskinse imam o olur” dedirterek veriyor. 


El yazmaları: ÇHD, KHK ile kapatıldı ve Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı da cezaevinde rehin tutuluyor. Baroların genel tutumu da ortada. Avukatların örgütlenmelerinin boşa düşürülmek istenmesi tutumu karşısında, demokratik avukat örgütlenmelerinin gerekliliği üzerine ne düşünüyorsunuz?

Av. Tamer Doğan: ÇHD’nin bir gece yarısı çıkartılan KHK ile kapatılması tek başına değerlendirilmemeli.

Yukarıda bahsettiğimiz devletin yeniden yapılanması ve tasfiye süreci ile birlikte okunduğunda muktedirler kendi çerçevesinden haklı aslında.

Post-neoliberal politikalar kapsamında emek örgütlerinin dağıtılması ve emekçilerin haklarının gaspı üzerinden devam etmek zorunda olan devlet açısından düşünüldüğünde sürece teslim olmayan tüm kurumların dağıtılması elzemdi. ÇHD de bunlardan nasibini aldı elbette.

Soma Katliamı Davasını takip ettiği gerekçesiyle genel başkanımız Av. Selçuk Kozağaçlı ve üyelerimiz tutuklanıp cezalar alırken katliamın baş sorumlusu Can Gürkan’ın tahliye edilmesi bu yüzden tesadüf değil.

Emekçilerin avukatlığını yapanların tutsak edilmesi ve bu misyondaki hukuk örgütlerinin kapatılması bahsi geçen politikalarla bütünlük arz ediyor.

Barolar ile Türkiye Barolar Birliğini ve hatta TBB Başkanı sıfatıyla Saray’a yamanmaya çalışan Metin Feyzioğlu’nu ayrı tutmak lazım. Bu süreçte çok sayıda baronun tavrı olumlu manada değişmeye başladı ve birçoğu demokrasi cephesinde misyonlarını yerine getirmeye başladı.

ÇHD gibi hukuk örgütleri özellikle önümüzdeki süreçte her zamankinden daha hayati önem taşıyor. Halfeti’deki işkencelerin de gösterdiği gibi devlet 90’lardaki sistematik işkenceyi her an devreye sokabilir ve demokratik hukuk örgütleri bu noktada yurttaşları devlete karşı korumak açısından kıymetli. ÇHD her ne kadar KHK ile kapatılsa da fiili olarak mücadele pratiğini devam ettirdiği için bizim açımızdan değişen bir durum olmadı. Ne yapıyorsak aynısını yapmaya devam ediyoruz ve edeceğiz.

Av.Gökmen Yeşil: Sudaki hareketleri düşünün lütfen… Ortada küçük bir halka, sonra onu saran daha geniş bir halka ve daha genişi ve biraz daha genişi…

Devrim ve demokrasi mücadelesini tartışıyorsak her alanda olduğu gibi hukukçu örgütlenmesi mutlak gerekli, zorunlu, kaçınılmazdır. Derneğimiz hukuken kapatıldı, yasal hakları elinden alındı. Tabi şunu da belirteyim, bu kapatma kararına karşı idari ve adli yargı sürecimiz de devam ediyor. Hem o süreci takip etmek hem de kurumsal-amaçsal varlığımızı korumak için çalışmalarımıza aynı şekilde devam ediyoruz. ÇHD’nin yasal hakları elinde alındı, Genel Başkanımız Selçuk Kozağaçlı, üye ve yöneticilerimiz tutuklandı ve ağır cezalara çarptırıldılar. Ancak ÇHD işçi davalarını takip etmeye, direniş ve grevlere omuz vermeye, gözaltına alınanların yanında yer almaya devam ediyor. Eğer demokrasi mücadelesinden söz ediyorsak, söz edeceksek herkes kendi bulunduğu yerden halkadaki yerini almalı diye düşünüyorum.